dualar ve zikirler mahmut sami ramazanoğlu pdf / Su Süt ve Mesrubat icerken Okunacak Dualar Arapça ve Türkçe Eraykitap ilimin kisa yolu ®

Dualar Ve Zikirler Mahmut Sami Ramazanoğlu Pdf

dualar ve zikirler mahmut sami ramazanoğlu pdf

Dualar Ve Zikirler - Mahmud Sami Ramazanoğlu Erkam Yayınları sesli kitap

Dualar Ve Zikirler - Mahmud Sami Ramazanoğlu Erkam Yayınları sesli kitap ücretsiz

Dualar Ve Zikirler - Mahmud Sami Ramazanoğlu Dualar Ve Zikirler - Mahmud Sami Ramazanoğlu Okuyucularımıza Dua ve zikir müminin havalında mühim bir yer tutar. Dua, müminin manevî silahı ve ilticagahıdır. Zikir de mahlûkun Halikını unutmaması, O'nu hatırlamakla itminan bulmasıdır. Ayet-i kerime ve hadis-i şeriflerle öğretilen ve emredilen dualardan meydana gelen bu eser, iki kısımdan müteşekildir. Birinci kısımda bir müminin günlük hayatında muhtelif vesilelerle okuyacağı dualar ile zikir ve Kuran tilavetinin fazileti anlatılmaktadır. Kitabımızın birinci kısmında yer alan dualar. Merhum Müelifin "Dua Risalesi" adını verdikleri defterde bulunan dualardır. ikinci kısmında bulunan "Ed'iye Ezkar" adını taşıyan Arapça bölüm ise Merhum müelif tarafından daha önce tasnif edilmiş ve Şam'da basılmıştır. Bu bölümde bulunan duaların metin ve mealeri siz değerli okuyucularımızdan gelen taleb üzerine karşılıklı sayfalar halinde verilerek yeniden hazırlanmıştır. Cenab-ı Hak dualarımızı makbul, sa'yimizi meşkûr, hata ve günahlarımızı mağfur buyursun. Amin… Erkam Yayınları.

Yazar:Erkam Yayınları

indir kitap

1 Hayatı ve Şahsiyeti Ailesi Mahmud Sami Ramazanoğlu, () yılında Adana da Tepebağ mahallesinde dünyaya gelmiştir. Babası Ramazanoğulları diye bilinen aileden Müctebâ Bey, dedesi Abdurrahman Bey, büyük dedeleri İshak ve Hüseyin Efendilerdir. Annesi ise Ümmügülsüm Hanım dır. Sami Efendi nin büyük dedesi Abdülhâdi Bey in tespit ettiğine göre, Ramazanoğulları nın aslen Türklerin Oğuz boyunun Üçoklar kabilesinden olduğu ve Nureddin Şehid yoluyla sahabeden Hâlid b. Velîd (r.a.) nesli ile münasebeti olduğu anlaşılmaktadır. İsmini tarihteki Ramazaoğulları Beyliği nden alan bu aile, Adana da geniş arazileri ve dükkânları olan varlıklı bir aileydi. Ancak Mahmud Sami Efendi bu mirastan bir şey almamış, hayatı boyunca el emeği ile çalışıp geçimini temin etmiştir. Adana da bulunduğu dönemde bir kereste ticarethanesinde, İstanbul da bulunduğu dönemde ise bir nalbur dükkânında muhasebe defterleri tutmuştur. 1 Şöyle bir menkıbe nakledilir: Bir gün salih bir zat, evlerinin kapısına gelerek, hizmetçi kadın vasıtasıyla muhtereme valideyi (Sami Efendi nin annesini) kapıya çağırır. Her ne kadar valide hanım: Kızım, ne isterse ver! tembihinde bulunsa da ziyaretçi: Hayır muhakkak kendisi ile görüşmem lazım! diye ısrar edince, mecburen kapının arkasına gizlenerek: Buyurun! der. O salih zat: Kızım, hamile olduğunu biliyor musun? Senin vasıtanla büyük bir insan dünyaya gelecek ve sol eğe kemiği üzerinde büyükçe bir ben bulunacak, uzun müddet 13

2 Mahmud Sami Ramazanoğlu İslam a hizmet edecek. Bu müddet zarfında haram ve helale dikkatli ol ve ismini de Sami koy! müjdesini verir ve teberrüken bir gömlek ister. Gömlek getirilinceye kadar ortadan kaybolur. 2 Sami Efendi nin ismi bu şekilde konmuş olur teki soyadı kanunundan sonra Ramazanoğlu soyadını alır. Nüfus kağıdında Sami Ramazanoğlu yazmaktadır senesinde Adana dan İstanbul a göç ettikten sonra kendilerine Fahr-i Kâinat Efendimiz tarafından rüyada Mahmud ismi verilmiş ve icazetli halifeleri Adanalı Hacı Hasan Efendi ye: Fakire bundan sonra Mahmud Sami denilmesini ihvana ve dostlara bildiriniz, bize böyle emrolundu. buyurmuşlardır. Hayatı Adana da dünyaya gelen Mahmud Sami Ramazanoğlu ilk ve orta eğitimini Adana da tamamladıktan sonra yüksek tahsil için İstanbul a geldi. Dârülfünûn Hukuk Fakültesi ni birincilikle bitirdikten sonra askerlik hizmetini İstanbul da yedek subay olarak yaptı. Hukuk Fakültesi mezunu olmasına rağmen, kul hakkından endişe ettiği için bu mesleği icra etmedi. Bu dönemlerde ( lü yıllarda) tasavvufa yöneldi. Önce Gümüşhaneli dergâhında bir müddet erbain (kırk gün ibadete yoğunlaşma) ve riyazet (perhiz) ile meşgul olduktan sonra, arkadaşı eski Beşiktaş Müftüsü Fuad (Çamdibi) Efendi nin babası Rüşdü Efendi nin tavsiyesiyle 14

3 Hayatı ve Şahsiyeti Sami Efendi nin Düşünce Dünyası Gerçek Tahsil Mârifetullah (Allah ı Tanımak) Mustafa Alemdar Efendi nin dükkânına bir mürit gelir. Sami Efendi nin hem duasını almak hem de yeğenlerini tanıştırmak ister. El öperken: Efendim! Bu delikanlılar Amerika da okudular. Mühendis oldular. Dualarınızı istirham ederiz. der. Sami Efendi de onlara: Fakir de Dârü l-fünûn (sonraki adıyla İstanbul Üniversitesi) mezunuyum. Asıl tahsil mârifetullah (Allah ı tanıma) tahsilidir. diye cevap verir. 37 Dünyevi ilimler Allah Teâlâ yı bilmeye, tanımaya köprü olmalıydı. Asıl tahsil mârifetullah ilmine sahip olmaktı. Allah ın azametini, büyüklüğünü kalpte her an duyabilmekti. Bunun için bir eğitim gerekliydi. İşte Allah dostları her fırsatta sevdiklerini bu eğitime yönlendirirlerdi. Zikir Hassasiyeti Sivaslı Mehmet Koç Bey askerliğini Adana da yapmıştır. Haftalık izin gününde bir başka asker arkadaşıyla beraber Sami Efendi nin çalıştığı kereste ticarethanesine giderler. Orada kendilerini ziyaret edip manevi ders (zikir) almak istediklerini söylerler. Sami Efendi onlara: İstihare yapın! der. Mehmet Koç Bey istiharesinde şunları görmüştür: Kendisi bir denizin kıyısında dururken karşıdan iki tane gemi gelir. İlk gelene binmek ister fakat engel olunur ve kendisine: Siz arkadan gelen Sami Efendi nin gemisine bineceksiniz. 51

4 Mahmud Sami Ramazanoğlu denir. İstiharesinde böyle net bir rüya görünce hemen vakit kaybetmeden ziyarete gider. Sami Efendi bu istiharesini dinleyince ona dersini tarif eder. Mehmet Koç Bey derslerini büyük bir zevkle yapmaya başlar. Zikirden aldığı haz ve gençlik heyecanıyla olacak ki, zikir adetlerine riayet etmez. Daha çok zikir yapayım düşüncesine kapılır, verilen adedi kendiliğinden artırır. Birkaç hafta sonra tekrar ziyarete gittiğinde Sami Efendi ona şu tenbihatta bulunur: Mehmet Efendi kardeş! Bu yolda fazla zikirle insan terakki etmez (ilerlemez). Emre itaatle terakki eder. Size ne verildiyse onu çekin. adet verildiyse o kadar çekin. Mustafa Eliboyalı Efendi, Sami Efendi yi ziyaret etmek için İstanbul a gider. Erenköy de Mehmet Öztürk Efendi nin evinde sohbete katılır. Sonra özel olarak bir görüşme yaparlar. Sami Efendi ona dersinin nerede olduğunu ve adedini sorar. Mustafa Eliboyalı Bey dersinin nerede olduğunu ve adedini söyledikten sonra, Sami Efendi şöyle der: Az ateşle yemek pişmez. Letâiflerin gelişmesi için bu zikir az. Gayret edelim, çok zikredelim. Şaban Efendi ye söyleyin zikrinizin adedini artırsın. Sohbete Verdiği Önem Sami Efendi nin irşat hayatı âdeta sohbet üzerine bina edilmişti. Yaşadığı dönemin şartları icabı, umumiyetle evlerde yapılan bu sohbetlere her kesimden insan katılırdı. Sohbetlerinde tarifsiz bir manevi iklim oluşurdu. Kendisi her fırsatta sohbet ettiği gibi manevi evlatlarına da 52

5 Mahmud Sami Ramazanoğlu Mahmud Sami Efendi ye birisi televizyon hakkında soru sorunca o: Kalbi meşgul eder, huzura mânidir. diye cevap vermiştir. 4 Zor Zamanda Mücadele Mahmud Sami Efendi yüzyılın başlarında Türkiye de dinî faaliyetlerin yasak olduğu baskıcı bir dönemde yaşamış olmasına rağmen sohbet ve halkı irşattan geri durmamış, cesaretle bu manevi hizmetleri yürütebilmiştir. O dönemde İslam a hizmet eden diğer hocaefendiler de aynı şekilde büyük bir risk alarak canları pahasına İslam ı anlatmaya devam etmişlerdir. Yunak Müftüsü Süleyman Efendi bir gün Mahmud Sami Efendi ye şöyle sorar: Efendim, Said Nursi Hazretleri o karanlık günlerde nasıl korkusuzca cihada devam etti? Mahmud Sami Efendi şöyle cevap verir: Bir insanın Allah korkusu her tarafını kaplarsa, diğer korkular onun bedenine girmeye yer bulamaz. Sami Efendi Adana da sohbet ve vaazlar ile halkı irşada başlayınca dönemin baskıcı rejimi tarafından takibe alındı. Dinî faaliyetlerinden dolayı onu şikâyet edenler de oldu. Bunun üzerine Memleketimi terk eder, kimsenin incinmesini, zarar görmesini istemem. diyerek senesinde Adana da her şeyini bırakarak aile efradıyla İstabul a göç etmiştir. 45 Adana da bulunduğu dönemde bir gün meyhanecinin biri içip sarhoş olur, Sami Efendi yi öldürmek gayesiyle onun geçeceği bir yere gizlenir. Kamasını eline alıp beklemeye 60

6 Hayatı ve Şahsiyeti başlar. Sami Efendi oradan geçerken tam saldıracağı anda Sami Efendi o sarhoşa: es-selâmu aleyküm. der. Adam donup kalır, elindeki kaması da yere düşer, emeline ulaşamaz. 46 Sami Efendi nin Vefatı Mahmud Sami Efendi nin son günlerini müridi ve halifesi Mûsâ Topbaş Efendi şöyle anlatır: yılının sonbaharı idi. Muhterem Üstad Hazretlerinin Erenköy deki devlethanelerine giderek hem ziyaret etmek hem de zamanın gönlümüze bıraktığı keder ve sıkıntıları onun feyizli nazar ve sohbetleri sayesinde izale ederek huzura kavuşmak arzusu duymuştum. Güler yüzle huzurlarına kabul buyurmuşlardı. Hiç ziyaretçi yoktu. Münferit olarak bazı nasihatlerini müteakip, kapalı olan odanın kapısına bakarak -kapıya bakmak mahrem işareti idi-: Medine-i Münevvere ye hicret göründü, bir daha dönmemek şartıyla! Yalnız aramızda kalsın, kimse duymasın! buyurdular. Aradan altı ay kadar bir vakit geçmişti. Aynı arzularını muhtereme validemize ve hane halkına tekrarlamışlardı. Hicret için bir taraftan aile fertlerini ikna etmişler, bir taraftan da tahakkuku için Allahu zü l-celâl ve l-kemâl Hazretlerine dua ve niyazda bulunmuşlar ve çıkış muamelelerinin takibi için de lüzumlu yerlere müracaatta bulunmuşlardı. 61

7 İcazeti, Eserleri ve Sohbetleri Eserlerinden Seçmeler Mahmud Sami Ramazanoğlu Efendi Arapça ve Osmanlıca eserlerden bilgiler derleyerek yeni eserler kaleme alır, Osmanlı harfleriyle ve Türkçe olarak kaleme aldığı bu eserlerini önce evinde ailesine, sonra sohbetlerde müritlerine okurdu. Defterler hâlindeki el yazısı bu eserler sonraları yeni harflere çevrilip basılmıştır. Bu eserlerden aşağıda yapılacak bazı nakiller, Sami Efendi nin düşünce dünyasını daha iyi tanımaya vesile olacaktır. Ehl-i Sünnet Yoluna Uymak Öğütlerin hülasası ve nasihatlerin özü şudur: Dindar ve İslami hükümlere hassasiyetle riayet eden kişilerle ünsiyet (dostluk) kurarak beraberliği temin et! Dindarlık ve şeriate bağlılık da ancak Ehl-i sünnet yoluna tabi olmaya bağlıdır. Zira kıyamet günü kurtuluşa erecek olan grup onlardır. Bu gibi istikametteki müminlere tabi olmadan kurtulmak imkânsızdır. 48 Dinî İlimleri Tahsil Ey birader! Vakit ahir zamandır. Din zayıflamış, sünnet terk edilmiş, bidatler ise her tarafa yayılmıştır. Böyle karanlık bir devirde, en mühim şey olan akait ve diğer dinî ilimleri tahsil etmeye gayret eylemek zaruridir. 49 Her belde ve her kabilede dinî meseleleri talim edecek bir âlimin bulundurulması farz-ı kifâyedir. Eğer bulundurulmazsa oradaki halkın hepsi günahkâr olur. Fakat her müminin ilm-i hâlini, yani kendini ilgilendiren dinî hükümleri 69

8 Mahmud Sami Ramazanoğlu öğrenmesi de farz-ı ayn olduğundan, bunları öğrenmeyen kimse günahkâr olur. Çünkü İslam diyarında cehalet, mazeret sayılmaz. 50 Temiz Kalp Kalb-i selimin üç alameti vardır: 1) Hiç kimseye eziyet etmemek, 2) Hiç kimseden incinmemek, 3) Bir kimseye iyilik yaptığında ondan bir karşılık ve mükâfat beklememek. 51 İnsan bedeni, türabidir, toprağa mensuptur. Yemek içmek, uyumak ve şehvet gibi işler itibarıyla diğer mahlukat ile aynıdır. Ama ruh itibarıyla da nuranidir. İnsanda nefsani arzular galip olursa, Allah tan uzaklaşır, ruh âlemi incelik, zarafet ve derinliğini kaybeder, kalp kararır Fakat insanda ruhani hayat galip olursa, Allah a yaklaşır, kalbi de bedeni de nurlanır. Bunun için kalbi tasfiye ve tezkiye etmek, yani nurlandırmak lazımdır. Kalp temizlenmedikçe nurlanamaz ve bu hâlde insan asla kalbî hastalıklardan kurtulamaz Bir ağacın kökünde çürüklük varsa, onun alameti dallarında ve yapraklarında belli olur, meyvesinde görülür. Kalpte de hastalık, çürüklük olursa bedenin her uzvunda ve her işinde onun eseri ve zararı görülür. Onu tedavi etmek lazımdır. Kalbin tedavisi, ruhun mensup olduğu Allah ı zikretmekle yapılır. Kalbin hastalığı, zikrullah ile temizlenir

9 İcazeti, Eserleri ve Sohbetleri Tasavvuf ve Mürşidin Lüzumu Tarikat, şeriatin hadimidir (hizmetçisidir). Abdest, temizlik ve taharet namaza hazırlık olduğu gibi, tarikat da kalbi temizleyip huzura hazırlar. 53 Bedenî hastalıklardan şifayâb olmak (iyileşmek) için bir tabibin teşhis ve tedavisine ihtiyaç olduğu gibi; kibir, haset, dünya sevgisi gibi kalbî hastalıkların tedavisi için de bir manevi tabibin tedavisine daha fazla ihtiyaç olduğu hakikatinden gaflet edilmemelidir. 54 Tasavvufi Eğitim (Seyr u Sülûk) Seyr u sülûkün (tasavvufi eğitimin) sırası şöyledir: Vâris-i enbiyâ olan, şeriat, tarikat, marifet ve hakikat ehli bulunan bir mürşid-i kâmile intisap edilir (bağlanılır). Vereceği evrad ve ezkâra (zikir ve dualara) ihlasla devam edilir. Sohbet ve hizmetine devamla bütün nasihatlerine riayet edilir. Özellikle zikre dikkat ile merhale kat edilir. Allah zikrinin kalp te yer etmesi yani veled-i kalp zuhur etmesi lazımdır. Sonra ruh a, oradan sırr a, oradan hafî ye, oradan ahfâ ya, oradan nefs-i nâtıka ya, oradan da vücudun zikr-i küll e yani zikr-i sultânî ye intikali gerekir. Böylece bütün göğsü ve vücudu hücrelerine kadar zikrullahın feyzi sarmalıdır. Bu aynı zamanda sadrın inşirahıdır. Bunlardan sonra nefy ü isbât dersleri gelir. Bu, kelime-i tevhid ile nefes almadan usulüne göre yapılır. Sonra sıra ile: murâkabe-i ehadiyyet ( Kul huvallahu ehad İhlâs suresi, ); 71

10 Mahmud Sami Ramazanoğlu Allah tan Başkasına Güvenmek Mâlik bin Dinar dan rivayet olunduğuna göre: Yûsuf (a.s.) şarabdâra: Beni efendinin yanında an. deyince Allah Teâlâ buyurdu ki: -Ey Yûsuf! Benden gayri vekil edindin. Ben de senin hapsini uzatacağım. Yûsuf ağlayıp dedi ki: -Ey Rabbim, hüzün ve belaların çokluğundan, kalbime kasvet gelmiş. Bundan sonra benden böyle bir kelime südûr etmez. Hasan-ı Basrî bu ayeti her okudukça ağlar ve derdi ki: -Başımıza bir iş gelince insanlara koşuyoruz. Bu hâlimizle akıbetimiz ne olacak? 83 Cennet Ucuz Değil İbrâhim bin Edhem den hikâye olunduğuna göre, bir gün hamama girmek istemiş, sahibi ücretsiz sokmamıştı. İbrâhim ağladı ve: -Şeytan evine (hamama) ücretsiz sokmuyorlar, enbiya ve sıddıkler evine (cennete) nasıl olur da ücretsiz sokarlar, dedi. 84 Günah Sehl İbn-i Abdullah et-tüsterî der ki: Allah bir kulunu sevdiği zaman günahını kendi gözüne büyük gösterir ve ona tevbe kapısını açar, bu kapı Allah ile üns (dostluk) bahçelerine açılmıştır. Bir kula da gazap ettiği vakit günahını kendi gözünde küçük gösterir, onu türlü belalarla tedip (terbiye) eder, fakat günahını küçük görme belasına tutulduğu için öğüt almaz ve hüsranını intaç eder (neticelenir)

11 İcazeti, Eserleri ve Sohbetleri Sekiz Nasihat Lokmân (a.s.) dedi ki: Dört bin nebinin kelamlarını tetkik ettim, onlardan sekiz kelam seçtim: 1) Namazda iken kalbini, 2) Başkasının evinde iken gözünü, 3) Bir cemaat içinde iken dilini, 4) Sofrada iken elini, muhafaza et. ) İki şeyi unutma: Allah ı ve ölümü. ) İki şeyi unut: Başkasına yaptığın iyiliği ve başkasından gördüğün kötülüğü. 86 Züht ve Kanaat Hasan-i Basrî (rahimehullah): Ben sabiyy-i mürâhık (aklı eren çocuk) idim. Ezvâc-ı nebînin (Hz. Peygamber in hanımlarının) evine girdim. Odalarının tavanına elim ulaşırdı. Ezvâc-ı tâhirâtın vefatlarından sonra Ömer bin Abdülazîz oralarını Mescid-i Nebevî ye dâhil eyledi. Onlar, Mescid-i Nebevî ye dâhil edilmek üzere yıkılırken ağlayanlardan fazla ağlayan görmedik. Ne olaydı yıkılmasa idi de insanlar buralarını görüp de nebilerinin rızasına göre evlerini mütevazı yapsalardı. Elinde bütün dünyanın hazineleri bulunan Nebi (s.a.v.) in ve ailelerinin dünyada nasıl yaşadıklarını tahayyül (hayal) etselerdi. der. Kişinin para sarf ettiği yerlerin en kötüsü binalardır. Halife Harun Reşid yüksek bir köşk yaptırınca Behlül ona mektup yazıp: -Ey Harun, çamuru yükselttin, dinini alçalttın, kendi malından yaptıysan israf ettin, Allah müsrifleri sevmez. Başkasının malıyla yaptıysan zulmettin, Allah zalimleri de sevmez, dedi

12 SONUÇ Mahmud Sami Ramazanoğlu yüzyılın savaşlar, işgaller ve din üzerine baskılar ile hatırlanan çalkantılı dünyasında yaptığı sohbetler, yazdığı eserler, yetiştirdiği talebeler ve müritleri ile zamanında iz bırakmış, zor günlerde umut aşılamış, aldığı İslami-tasavvufi eğitimi sonraki nesillere başarıyla aktarabilmiş bir gönül eridir. Batı da ve Türkiye de ateizmin revaçta olduğu yüzyılda Türkiye de geleneksel İslami eğitimi ve irşat faaliyetlerini zor da olsa devam ettirmek isteyen belli merkez şahsiyetler vardı. Bu mühim şahsiyetlerin öncelik verdiği faaliyetler, birbirini tamamlayıcı mahiyet arz ediyordu. Ahıskalı Ali Haydar Efendi ve sevenleri fıkıh ilmine daha fazla önem verirken, Mehmed Zâhid Kotku Efendi ve sevenleri hadis ilmine, Süleyman Hilmi Tunahan Kur an eğitimine, Said Nursi de akait (inanç) konularına daha fazla önem veriyor, böylece her biri insanları ateizm ve dünyevileşme fırtınasından korumaya çalışıyorlardı. İşte bu dönemde Mahmud Sami Ramazanoğlu Efendi de tefsir ilmine ve sahabe hayatına özel bir önem vermiş, eserlerini daha ziyade bu çizgide kaleme almıştır. Sami Efendi nin şeriat, haram-helal ve mahremiyet hassasiyeti, bu konularda gevşemelerin başladığı bir döneme denk geldiği için ayrı bir önem arz eder. Tasavvufi eğitimden de taviz vermeyen Sami Efendi her türlü zorluğa rağmen

Dualar ve Zikirler

X60a

Mahmud Sami Ramazanoğlu -hazretlerinin- “Dualar ve Zikirler” adlı kitabında ki “Kur’an’da Dua” bölümü…

Hak Teâlâ Hazretleri buyuruyor:

“Kullarım Sana, Ben’i sorduğunda (onlara haber ver ki): Ben çok yakınım. Bana duâ ettiği vakit duâ edenin duâsına karşılık veririm. O hâlde (kullarım da) benim davetime icâbet etsinler ve bana îman etsinler ki doğru yolu bulalar.” (el-Bakara, )

Fahr-i RâzîKâdı Beyzâvî ve Hâzin’in beyânlarına göre ashâb-ı kiramdan bazı kimselerin: “Ya Rasûlallah! Rabbimiz bize yakın ise hafif sesle yahut gizlice dûa edelim. Eğer uzak ise yüksek sesle duâ edelim” demeleri üzerine bu âyet-i celîlenin nâzil olduğu mervîdir.

Başka bir rivâyette ise yahûdilerin: “Yâ Muhammed! –sallallahu aleyhi ve sellem– Sen yer ile gök arasını pek uzak haber veriyorsun. Rabbimiz duâmızı nasıl işitir?” demeleri üzerine nâzil olduğu mervîdir. Bu sebeb-i nüzüllere göre âyetin mânâsı şöyle olur:

“Ey Rasûlüm! Benim kullarım sana benim evsâfımdan suâl edip «Rabbimizin lutfu bize yakın mı, duâmızı gizlice kendi içimizden mi yapalım? Yoksa uzakta mı, duâmızı yüksek sedâ ile mi yapalım?» dediklerinde. Sen onlara Benim tarafımdan cevap ver.

Ben onların gizli duâlarını işitirim. Zira Benim ilmim onlara pek yakındır. Binâenaleyh onların işlerini bilip sözlerini işiterek hallerine muttalî olduğumdan duâ eden kimsenin duâsı ihlâs üzere olursa icâbet ederim. Şu halde onlar benden icâbet talep etsinler. Ben de onlara icâbet ederim.

Senin vâsıtan ile onları îmana davet ettiğimde derhal iman etsinler. Zîra ben onların duâlarına icâbet edince onların da benim dâvetime icâbet ve emrime itâat etmeleri vâciptir ve onlar dâvetime icâbetle doğru yolu muhakkak bulurlar.”

Mahmud Sami Ramazanoğlu -hazretlerinin- “Dualar ve Zikirler” adlı kitabında ki “Hadislerde Dua” bölümü…

Rasûl-i Ekrem -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz şöyle buyurmuşlardır:

“Büyük zorluklara dûçar olduğunuz zaman «Allah bize yeter, O ne güzel vekildir» zikr-i cemîline devâm ediniz.” (Ebû Dâvud, Vitr, 25; Tirmizî, Kıyâme, 8; İbn Hanbel, Müsned, I, )

“Cenâb-ı Hak duâda fazla ısrar edenleri sever.” (Suyûtî, el-Câmiu’s-sağîr, no: )

“Eğer bir kul, Cenâb-ı Hakk’a bir hususta duâ eder de icâbet olunmazsa onun yerine bir hasene, yani bir sevâb yazılır.” (Ali el-Müttakî, Kenzü’l-ummâl, II, 67/)

“Bir babanın oğlu için duâsı, bir peygamberin ümmeti hakkındaki duâsı gibi makbûldür.” (Suyûtî, el-Câmiu’s-sağîr, no: )

“İyilik görenlerin iyilik gördükleri kimseler hakkında ettikleri hayır duâları REDDOLUNMAZ.” (Tirmizî, Birr 5)

“Ezân ile ikâmet arasında yapılan duâ müstecâbdır. Bu arada hemen dûa ediniz.” (Tirmizî, Salat, 44, Deavât, ; Ebû Dâvud, Salât, 35)

“Kaderden sakınmak kaderi defetmez. Lâkin sâlihlerin duâsı, nüzûl etmiş ve edecek olan elem ve musîbeti defetmeye ve kaldırmaya medâr olur. İş böyle olunca ey Allah’ın kulları, duâ ediniz.” (Tirmizî, Deavât, ; İbn Hanbel, Müsned, V/)

“Kur’ân-ı Azîmü’ş-şan her ne vakit hatmolunursa akabinde yapılan bir duâ müstecâbdır.” (Suyûtî, el-Câmiu’s-sağîr, no: Bkz. Dârimî, Fedâilü’l-Kur’ân, 33)

“Bir kimsenin sevdiği bir kimse aleyhinde olan duâsının kabûl olunmamasını Cenâb-ı Hakk’tan istirhâm eyledim.” (Keşfü’l-Hafâ, 1/ (Dârekutnî’den)

“Bir farz namazını huşû ile edâ eden kimsenin o namazın akabinde vâkî olacak bir duâsı mestecâb olur.” (Buhârî, Cihâd, ; Müslim, İman, 39; Ebû Dâvud, Zekât, 5; Tirmizî, Zekât, 6; Dârimî, Zekât, 1; Muvatta, Da’vetü’l-mazlûm, 1; İbn Hanbel, Müsned, I, )

“Mazlumun bedduâsından sakınınız. Zirâ bir kıvılcım sür’atiyle semâya icâbete yükselir.” (Ali el-Müttakî, no: )

“Fâcir bile olsa mazlûmun duâsı makbûl olur. Onun kötülüğü ve günahları ise kendi aleyhinedir.” (İbn Hanbel, II, )

“Cenâb-ı Allah buyurmuştur ki: Kim bana duâ etmezse ona gadab ederim.”(İbn Mâce, Duâ, 1; İbn Hanbel, III, ) Zîrâ bu hal ya gafletten, yahut kibirden ileri gelir.

“Müslüman kardeşinin ayıp ve çıplak yerlerini setrederek onu dünyâda rüsvay etmeyen kimsenin ayıplarını Cenâb-ı Hakk kıyâmet gününde setreder.” (Buhârî, Mezâlim, 3; Müslim, Birr, 58; Ebû Dâvud, Edeb, 28; Tirmizî, Birr; 19; İbn Mace, Mukaddime, 17; İbn Hanbel, III, 91, )

“Bir yerde yangın vukû bulduğunu gördüğünüz zaman «Allahü Ekber» diyerek tekrar tekrar tekbîr alınız. Zîra tekbir yangını söndürür.” (Suyûtî, el-Câmiu’s-sağîr, no: )

“Dünyânın geniş vakitlerinde, yani sıhhat, servet, asâyiş ve emniyet gibi esbâb-ı istirahat mükemmel olduğu bir zamanda Cenâb-ı Hakk’a ibâdet ve tâat ile kendini takdîm et ki, muzâyakalı sıkıntılı bir zamanda seni lutf ile yâd edip gözetsin.” (İbn Hanbel, I, ; Tirmizî, Deavât, 9)

“Ana ve babaya iyilik ömrü artırır. Yalan söylemek rızkı noksanlaştırır, duâ kazâya siper olur.” (Buhârî, Mevâkîtü’s-salât, 5; Müslim, Îmân, ; Ebû Dâvud, Edeb, ; Tirmizî, Salât, 13; Nesâî, Mevâkît, 51; İbn Mâce, Edeb, 1)

“Kendisine ilticâ ile bir ricada bulunan kimsenin ricâsını kesip atanın duâ ve ricâsını da Allah kesip atar.” (Aclûnî, Keşfü’l-hafâ, II, /)

“Bir kimsenin yanında mü’min kardeşi hakarete uğrar, zillete düşürülür de gücü yettiği hâlde ona yardım etmezse, Allah da onu kıyâmet günü herkesin huzûrunda zelil eder.” (İbn Hanbel, III, )

“Her kim duâlarının kabûlünü, gam ve üzüntülerinin def olup kaldırılmasını arzû ederse sıkıntıda bulunanların imdâdına yetişsin.”(Müslim, Müsakat, 32; İbn Hanbel, Müsned 3/32)

“İşlerde istihâre edenler, yani Allah’tan hayır dileyerek rızâsına muvafık hareket edenler zarar etmezler. İstişâre edenler de işin sonunda pişman olmazlar. İdâr-ı maîşetinde isrâf etmeyip i’tidal yolunu iltizâm edenler de fakr u zarûrete düşmezler.” (Heysemî, Mecmau’z-zevâid, II, )

“Bir işe başlamak istediğin zaman âkıbetini iyice tefekkür edip hayr u sevâbı mûcib ise devâm et, şerr ü ıkâbı mûcib ise ictinâb et!” (Suyûtî, el-Câmiu’s-sağîr, no: )

“Hikmet on kısımdır. Dokuzu uzlette, diğeri de sükûttadır. Yâni (kişinin lisânını) mâlâyâniden/kendisini ilgilendirmeyen ve lüzûmsuz şeylerden hıfzeylemesindedir.” (Suyûtî, el-Câmiu’s-sağîr, no: )

“Akâid-i fâside ve bid’at sâhiplerinin ibâdetini Cenâb-ı Allah kabul etmekten imtinâ buyurmuştur. Meğer ki tevbe edip ehl-i sünnet ve’l-cemaat îtikâdına rücû etsin.” (İbn Mâce, Mukaddime, 7)

Ebû Hüreyre radıyallahu anh- der ki: Rasûl-i Ekrem –sallallahu aleyhi ve sellem– şöyle buyurmuşlardır:

“Her bir peygambere kabul edileceği vaad edilen bir duâ hakkı verilmiştir. Ben ümmetime şefaat olmak üzere duâmı âhirete bırakmak istiyorum.” (Müslîm, Îman, , vd. Buhârî, Deavât, 1; Tirmizî, Deavât, ; İbn Mâce, Zühd, 37; Dârimî, Rikak, 85; Muvatta’, Kur’ân, 26)

Ebû Hüreyre’den gelen diğer rivayette ise Rasûl-i Ekrem –sallallahu aleyhi ve sellem-:

“Her peygamberin mutlaka kabul edileceği vaad edilen bir duâsı vardır. Diğer peygamberler o haklarını bu dünyada kullandılar. Ben ise duâmı kıyamet günü ümmetime şefaat etmek üzere sakladım. Ümmetimden Allah’a şirk koşmadan ölenler inşaallah bu duâya nâil olacaklardır.” (Müslim, İman, )

Enbiyây-ı izamın her duâsının müstecâb olması kuvvetle umulur ise de, kat’î olmayıp yalnız bir duâlarının kesin olarak kabul edileceği kendilerine bildirilmiştir. O duâ, her bir nebîye Allah tarafından husûsî olarak verilen duâdır.

Ezcümle Hazret-i Âdem –aleyhisselâm– bu müstecâb duâsını tövbesinin kabul olması için; Hazreti Nuh –aleyhisselâm– kavmininin helâki ve beraberindeki mü’minlerin kurtulması için, Hazret-i İbrahim –aleyhisselâm– Mekke-i Mükerreme ve Beytullah için, Hazreti Musa –aleyhisselâm– Fir’avn’ın helâki için, Hazret-i Îsâ –aleyhisselâm– gökten bir mâide sofra indirilmesi için etmişler ve müstecâb olmuştur.

Hazret-i Rasûl-i Ekrem –sallallahu aleyhi ve sellem– Efendimiz ise, bu kesinlikle kabul olunacağı Allah tarafından te’min olunan duâsını, ümmetine şefaat için âhirete bırakmıştır. Ne mutlu O’nun sünnetine sımsıkı sarılan mü’minlere.

Mahmud Sami Ramazanoğlu -hazretlerinin- “Dualar ve Zikirler” adlı kitabında ki “Peygamberimiz’in Dualarından Örnekler” bölümü…

Abdullah bin Abbas radıyallahu anhüma-’dan rivâyete göre Peygamber Efendimiz’in duâlarından biri şu duâ idi:

“Allah’ım! Kalbime büyük bir nûr ver; gözüme bir nûr, kulağıma bir nûr ver; sağıma bir nûr, soluma bir nûr ver; üstüme bir nûr, altıma bir nûr ver; önüme bir nûr, arkama bir nûr ver; bana büyük bir nûr ihsân eyle!” 

Diğer bir rivayette şu ilave vardır:

“Sinirlerime bir nûr, etime bir nûr, kanıma bir nûr ver; saçlarıma bir nûr, derime bir nûr ver!”

Rasûlullâh -sallallahu aleyhi ve sellem– duâsında bunları söylerdi. (Buhârî, Deavât, 9; Müslim, Müsâfirîn, )

Muğîre bin Şu’be’den rivâyet olunduğuna göre Rasûl-i Ekrem –sallallahu aleyhi ve sellem-’in duâlarından biri de şu idi:

“Allah’tan başka hiçbir ilâh yoktur, sâdece O vardır. O tektir ve şerîki (ortağı) yoktur. Mülk O’nundur, hamd de O’na mahsustur. O, her şeye kâdirdir/her şeye gücü yeter. Allah’ım! Sen’in verdiğine mâni olacak yoktur, Sen’in menettiğini de verecek yoktur. Servet sâhiplerine Sen’in katında malları fayda vermez. (Ancak amel-i sâlihlerinden fayda görürler.)” (Buhârî, Ezân, , Deavât, 18; Müslim, Salât, ; Tirmizî, Salât, ; Muvattâ’, Kader, 8; İbn Hanbel, Müsned, III, 87)

Abdullah bin Abbas radıyallahu anhüma-’dan rivâyete göre Rasûl-i Ekrem –sallallahu aleyhi ve sellem-’e bazı kimseler gelip:

“– İnsanlar; yâni Ebû Süfyan ve arkadaşları sizinle muhârebe etmek için adam ve silâh toplamışlar, hazırlık yapmışlar. Onlara mukabele edecek derecede kudretiniz yoktur. Onlardan sakınınız” diye korkutmak istediklerinde, bu söz müminlerin yakînî îmânlarını ve cesâretlerini artırıp, Nebiyy-i Ekrem –sallallahu aleyhi ve sellem– Efendimiz de:

“Allah bize kâfidir, o ne güzel vekîldir!” buyurdu. Mü’minler de böyle söylediler. (Buhârî, Tefsîr, 3/13; Vâhidî, Esbâbu Nüzûl, s. )

Enes bin Mâlik radıyallahu anh-’dan rivâyete göre: Rasûl-i Ekrem –sallallahu aleyhi ve sellem– Efendimiz çoğu zaman şöyle duâ ederdi:

“Allah’ım! Ey Rabbimiz! Bize dünyâda da iyilik ve güzellik ver, âhirette de iyilik ve güzellik ver ve bizi cehennem azâbından koru!” (Buhârî, Tefsîr 38, Deavât 55; Müslim, Zikr 23, 26, 27; el-Bakara, )

Ebû Musâ el-Eş’ârî’den rivâyete göre Rasûl-i Ekrem –sallallahu aleyhi ve sellem– Efendimiz şöyle duâ ederlerdi:

“Allah’ım! Benim hatâlarımı, cehâletle yaptıklarımı, işlerimde haddi aşmamı ve benden daha iyi bildiğin kusurlarımı mağfiret eyle! Allah’ım benim lâtîfelerimi, ciddiyetimi, hatâen yaptıklarımı ve kasten yaptıklarımı mağfiret eyle! Bütün bu kusurların bende bulunduğunu itiraf ederim.” (Buhârî, Deavât, 60; Müslim, 70)

Ebû Hüreyre radıyallahu anh-’dan rivâyete göre Rasûl-i Ekrem –sallallahu aleyhi ve sellem– Efendimiz şöyle buyurmuşlardır:

“Her kim günde yüz kere:

“Allah’tan başka hiçbir ilâh yoktur, sâdece O vardır. O tektir ve şerîki (ortağı) yoktur. Mülk O’nundur, hamd de O’na mahsustur. O, her şeye kâdirdir/her şeye gücü yeter.” derse o kimse için on köle azâd etmiş sevâbı verilir, yüz hasene yazılır, yüz günâhı silinir, o gün akşam oluncaya kadar bu ona şeytana karşı siper olur. Hiç bir kimse ecir bakımından onu geçemez, ancak bunu ondan fazla söyleyen kimse müstesnâ.” (Buhârî, Ezân, ; Tecrîd-i Sarîh Terc. 2/)

“Allah’ım! Gaybı bilmen ve mahlûkât üzerinde sâhip olduğun kudret hakkı için, hayât benim için hayırlı olduğu müddetçe beni yaşat, vefât etmek benim için hayırlı olduğunda da beni vefât ettir.

Allah’ım! Gizlide de açıkta da Sen’den korkmayı istiyorum, rızâ ve gadap hâlinde de hak sözden ayrılmamayı istiyorum, fakirlik ve zenginlikte de iktisatlı ve îtidâl üzere olmayı istiyorum.

Sen’den tükenmeyen bir nîmet (âhiret nîmetlerini) istiyorum. Sen’den sona ermeyen bir göz nûru (neslimin benden sonra güzel bir şekilde devâm etmesini, namazlarımı en güzel şekilde kılabilmeyi, muhabbeti, huzûr ve saâdeti) istiyorum.

Sen’den, tâyin ettiğin kadere rızâ gösterebilmeyi istiyorum. Sen’den, öldükten sonra huzûr ve sükûn içinde bir hayat istiyorum. Sen’den cemâline bakmanın lezzetini ve Sana kavuşma şevki istiyorum. Bütün bunları sabredilemeyecek bir zarar ve dalâlete düşürücü bir fitneden uzak olarak vermeni istiyorum.

Allah’ım! Bizi îman zînetiyle süsle ve bizi doğru yolda giden hidâyet rehberleri kıl!” (Nesâî, Sehv, 62; İbn-i Hanbel, IV, ; Hâkim, I, )

“Ey Ebû Bekr’in kızı! Sana diğer duâları da içinde toplayan bir duâ öğreteyim mi? Şöyle duâ et:

“Allah’ım! Ben hayrın her çeşidini; âcil olanını ve geç olanını, bildiğim ve bilmediğim her türlü iyiliği Sen’den istiyorum. Her türlü şerden; âcil olanından ve geç olanından, bildiğim ve bilmediğim bütün kötülüklerden de Sana sığınıyorum.

Allah’ım! Ben Sen’den, kulun ve Peygamberinin istediği hayrı istiyorum. Kulun ve Peygamberinin sığındığı şerden de Sana sığınıyorum.

Allah’ım! Ben Sen’den cenneti ve cennete yaklaştıran söz veya ameli diliyorum. Cehennem ateşinden ve cehenneme yaklaştıran söz veya amelden de Sana sığınıyorum. Benim için hükmettiğin her kaza (ve kaderi) de hayırlı kılmanı niyâz ediyorum.” (Bkz. İbn-i Mâce, Duâ, 4; İbn-i Hanbel, VI, ; Suyûtî, el-Câmiu’s-sağîr, no: )

“Sana bir kısım sözler öğreteyim mi ki, Allah Teâlâ kimin hayrını murâd ederse onları ona öğretir, sonra ebediyyen unutturmaz. De ki:

“Allah’ım! Ben zayıfım, zaafımı Sen’in rızâ-yı şerîfini kazanma husûsunda kuvvetlendir. Nâsiyemden tutarak beni hayra sevkeyle! İslâm’ı rızâmın en son noktası kıl!

Allah’ım! Ben zayıfım, beni kuvvetlendir; insanlar arasında küçük görülüyorum, beni izzet sâhibi kıl! Ben muhtâcım, beni rızıklandır.” (Suyûtî, el-Câmiu’s-sağîr, no: ; Hâkim, el-Müstedrek, I, /)

“Allah’ım! Âcizlikten, tembellikten, korkaklıktan, cimrilikten, yaşlılığın getirdiği tâkatsizlik ve bunaklıktan, kasvetten (katı kalplilikten), gafletten, yokluktan, zilletten, mal ve hayır azlığından, meskenetten (kötü hâlden) Sana sığınırım. Nefsin doymak bilmeyen ihtiyaç hissinden, küfürden, fâsıklıktan, hakka muhâlefetten ve ayrılıktan, nifaktan, süm’adan (amelleri insanların duyması için yapmaktan), riyâdan Sana sığınırım. Sağırlıktan, dilsizlikten, delilikten, cüzzamdan, barastan ve her türlü kötü ve müzmin hastalıklardan Sana sığınırım.” (Buhâri, Tefsir, 16/1; Suyûtî, el-Câmiu’s-sağîr, no: ; Hâkim, el-Müstedrek, I, /)

Rasûlullah –sallallahu aleyhi ve sellem– duâsında şöyle buyururdu:

“Allah’ım! Beni, iyilik yaptığında sevinen, kötülük yaptığında ise hemen hatasını anlayıp istiğfâr eden kullarından eyle!” (İbn-i Mâce, Edeb, 57; Suyûtî, el-Câmiu’s-sağîr, no: )

Ekseri duâları:

“Ey kalbleri çekip çeviren Rabbim! Kalbimi dînin üzere sâbit kıl.”idi. (Tirmizî, Deavât, 85)

Mahmud Sami Ramazanoğlu -hazretlerinin- “Dualar ve Zikirler” adlı kitabında ki “Duâ Âdâbı” bölümü…

Ebû Hüreyre –radıyallahu anh-’dan rivayete göre Hazret-i Peygamber –sallallahu aleyhi ve sellem– Efendimiz buyurmuşlardır ki:

“Sakın sizden biriniz duâ ederken «Yâ Rabb, dilersen beni mağfiret eyle, dilersen bana merhamet eyle» demesin. İstediğini sağlamca ve kat’ıyyetle istesin. Çünkü Allah’ı şu veya bu işe zorlayabilecek hiçbir kudret yoktur.”(Buhâri, Deavât, 21)

Yine Ebû Hüreyre –radıyallahu anh-’dan rivayet edildiğine göre Nebiyy-i Ekrem –sallallahu aleyhi ve sellem– Efendimiz buyurmuşlardır ki:

“Sizden herhangi biriniz «Duâ ettim de kabul olunmadı» diyerek acele etmedikçe duâsı kabul olunur.” (Tirmizî, Deavât, 21)

Duâ eden duâsında ısrar etmeli, devam etmelidir. Her halde er veya geç müstecâb olur.

Bir de dünyâda müstecâb olmasa bile kul bunu yine kendi lehine bilip Allah’tan ümidini kesmemelidir. Duâ büyük bir ibâdet olduğu için âhirette de bir ecir ve sevabı olur.

DUA ADABI

Duânın âdabı pek çokdur. Bu cümleden olarak:

  • Evvelâ abdestli bulunmak,
  • Bir namazdan sonra yapılmak,
  • Tevbe ve istiğfarını ve kemâl-i ihlâsını arzeylemek,
  • Kıbleye yönelmek,
  • Duâdan evvel Allah’a çokça hamd ü sena etmek,
  • Rasûl-i Ekrem –sallallahu aleyhi ve sellem– Efendimiz Hazretleri’ne çokça salât ve selâm
    eylemek,
  • Duânın nihayetini âmin ile bitirmek,
  • Duâda yalnız kendisini düşünmeyip bütün sâlihleri ve bütün mü’minleri duâya katmak,
  • Bir hâcetini isterken ellerini semâya kaldırıp avuçlarını açarak duâ etmek,
  • Kıtlık; umumî sıkıntı ve felâketlerin def’i için ise ellerinin dışını semâya çevirerek duâ etmek ve Allah’a sığınmak,
  • Celb-i menfaat için yapılan duâların nihâyetinde ellerinin avuçlarını yüzüne mesh eylemek. Def’-i mazarrat için yapılan duâlarda mesh edilmez.
  • Duânın asıl anahtarı ise helâl lokma yemektir.

Ebû Musa el-Eş’arî radıyallahu anh-’dan rivayete göre Rasûlullah –sallallahu aleyhi ve sellem– Efendimiz Hazretleri Hayber Gazâsı’na giderken maiyyetinde bulunan ashâb-ı kiram bir vadiye vardıkta yüksek sesle tekbîr ve tehlîl ederek bağıra bağıra zikrullah etmeye başladılar. Rasûlullah -sallallahu teâlâ aleyhi ve sellem- Hazretleri:

“– Kendinize rıfk u merhamet ediniz. Zîra siz ne sağıra, ne de gâibe duâ ediyorsunuz. Ancak her şeyi hakkıyle işiten ve size sizden yakin olan Allah’a duâ ediyorsunuz. Ve Allahü Teâlâ Hazretleri siz nerede olursanız berâberinizdedir” buyurdu. (Buhârî, Cihâd, ; Müslim, Zikir, 44)

Yani; öyle kendinize bu derece bağırmakla zahmet vermenize hacet yoktur. Cenâb-ı Hakk’a nisbetle hafî ve cehrî yapılan zikir müsâvidir.

Ebû Musa diyor ki: O esnada ben, Rasûlullah –sallallahu aleyhi ve sellem– Hazretlerinin hayvanının arkasında Zât-ı risâletpenâhîleriyle birlikte beraberdim.

Ve lisânımla لَا حَوْلَ وَلَا قُوَّةَ اِلَّا بِااللّٰهِ diyordum. Rasûlullah –sallallahu aleyhi ve sellem-Hazretleri bana hitaben:

“– Ey Abdullah bin Kays” buyurdu. Ben de icabetle:

“– Lebbeyk yâ Rasûllallah” dedim. Rasûlullah –sallallahu aleyhi ve sellem– Hazretleri bana hitaben:

“– Ben sana cennet-i a’lânın hazînelerinden bir hazîneye delâlet edeyim mi?” buyurunca ben hemen:

“– Babam ve anam sana feda olsun yâ Rasûlallah! Evet irşâd ediniz” dedim. Rasûlullah –sallallahu aleyhi ve sellem– Hazretleri:

“Ma’sıyetten sakınmak ve tâat ve ibâdetlerde kuvvet ve kudret ancak Allah Teâlâ Hazretleri’nin tevfık-i Rabbâniyyesi ve irâde-i Sübhâniyyesiyledir.” buyurdu. (Buhârî, Megazi, 38)

Yâni “Cümle âlemin müdebbir-i hakîkisi ve mutasarrıfı, hepsinin hâlıkı olan Allah -sübhânehû ve teâlâ- Hazretleri’dir” demektir.

Nebiyy-i Ekrem –sallallahu aleyhi ve sellem– Efendimiz’e ve ehl-i Beyt’ine salât ve selâm da duânın en mühim âdabındandır.

Hadîs-i şerîfte:

“Yapılan bir duâda, Muhammed -aleyhi’s-salâtü ve’s-selâm- ve Ehl-i Beyt’ine salât ve selâm edilmedikce o duâ, makam-ı icâbete vâsıl olamaz.” buyurulmuştur. (Suyûtî, el-Câmi, no: )

Duâ eden kimse, duânın başında, ortasında ve sonunda Peygamber Efendimize salât ve selâmı tekrar etmeli. Hulûs-i kalb, nezâfet, tahâret, istikbâl-i kıble, izhâr-ı tezellül, tazarru, enbiyâ ve evliyâ ile tevessül, günâhkâr ve mücrim olduğunu ikrar ile tevbe ve istiğfar edip haram lokmadan ictinâb etmelidir. Bu sûretle yapılacak hayır duâların kabûlü hakkında şüphe etmemelidir.

Şunu da ilâve edelim ki:

Nâsın bâzısı her ne kadar Cenâb-ı Hakkın kazâ ve kaderine rızâ gösterip sükût eylemeyi duâya tercîh etmişlerse de, muhakkık âlimlerin ekserisi, dünyâ ve âhiret işlerinin esbâbdan müretteb olduğunu, müstecâb duâların ise sebeblerden biri bulunduğunu beyân ile, duâyı terketmek, kazâya rızâ göstermek fikriyle bir şey yememek, şiddetli kışta elbise giymemek, hasta olunduğunda ilâç, muharebede silâh kullanmamak gibi bir takım meşrû olmayan hareketleri irtikâb etmek gibidir, demişlerdir.

Husûsiyle duâ izhâr-ı ihtiyâc, Cenâb-ı Hakk’a ilticâ olduğundan müstakıllen bir ibâdet makamına kâim olacağından, şu halde lisânen duâ eylemek ve kalben tazarrûda bulunmak gerekmektedir.

Mahmud Sami Ramazanoğlu -hazretlerinin- “Dualar ve Zikirler” adlı kitabında ki “Duâ Âdâbı” bölümü başlığı altında yer alan “Duânın Kabûlünün Şartları” kısmı…

Duânın kabûlünün şartları:

  • Kazâya muvâfık olmak, yani sünnetullaha uygun bulunmak,
  • O kimse hakkında duânın kabûlü hayırlı olmak,
  • İstenilen şey muhal olmamak.

Duânın kabulü için âdabına ve şartlarına riâyet etmek lâzımdır. Bu şartların cümlesi mevcud olduğu bir durumda kabul olunma ciheti gâlib ise de kabul olunması yine meşiyyet-i ilâhiyyeye bağlıdır. Binâenaleyh Allah, dilerse kabul eder, dilemezse etmez. Fakat kul, âdabına riâyet ederek duâyı bırakmamalıdır.

Duânın kabûlünün âni olmasına kullar umûmiyyetle tahammül edemiyecekleri için, istenilen şeyin bir müddet sonra verilmesi me’mûl olduğu gibi duâsı mikdarı o kimsenin üzerinden bir şerrin def’ine sebeb olmak veyahud bilmediği bir cihetten duâsının eseri hâsıl olmak ihtimâline binâen duâya kabul olunmadı nazariyle bakılmamalı ve “duâm kabul olunmuyor”denilmemelidir.

Allah Teâlâ Hazretleri icabet husûsunu, istimrara; yâni geniş zamana delâlet eden muzârî sîgasıyle beyan buyurmuştur ki, bir zamanla mukayyed değildir, demektir. Kulun hakkında hayırlı olan bir zamanda kabul eder.

Yine âyet-i celîlede:

“Rabbiniz size: «Bana duâ edin ki duânızı kabul edeyim» dedi. O kimseler ki bana kulluk etmeğe büyüklendiler; pek yakında zelil ve hakîr olarak cehenneme girerler.” (Gâfir [Mü’min] sûresi, 60)

Duâ, Cenâb-ı Hak’tan, insanların muhtaç oldukları şeyleri tazarrû ve niyaz ederek kemâl-i tevazû ile istirham edip istemeleridir. Kulların Allah’a olan ihtiyaçlarını arz eylemeleridir.

Duânın kabulünün en mühim şartlarından biri de duâ esnasında Allah Zü’l-celâl Hazretlerin’den gayri hiç bir şeye güvenmeyerek teveccüh-i tâm ile ve kat’î sûretde Hak Teâla Hazretlerine yönelmektir.

Duâda iki haslet aranır;

Birincisi: İzzet-i rubûbiyyeti bilmek,

İkincisi: Ubûdiyyetten olan zilleti idrâk edip Rabbinin himayesine ilticâ ve ihsanından müstefîd olmasını arzu eylemektir.

“Ey müşrîkler! Sizin âciz ma’bûdlarınız mı hayırlıdır, yoksa muztar olan kimse duâ etdiğinde onun duâsına icabet eden ve istediğini veren ve o muztar kalan kimseye isabet eden kötülüğü kaldıran ve sizi yeryüzünün halîfeleri kılan Allah Teâlâ mı hayırlıdır? Allah’la beraber bunları îcâd ve kullarının ihtiyâcını def eden bir ma’bûd var da ona mı ibâdet edersiniz? Düşünceniz ne kadar az ve kısadır. Zîra Kâdir’i bırakıp âcize ibâdet edersiniz.” (Neml sûresi, 62)

Yâni, Ey müşrikler! Sizin Allah’a ortak koştuğunuz putlar mı hayırlıdır, yoksa musibetlerden bir musîbete veya fakîrlik ve hastalık gibi derd ve elemlerden muztar kalıb halâsına çâre arayan bir kimse duâ ettiği zaman duâsını kabul edib musîbeti âfiyete ve fakrini gınaya ve hastalığını sıhhate tebdîl etmekle sâhil-i selâmete çıkaran Kâdir ve Kayyum mu hayırlıdır?

Elbette kullarının ihtiyâcını def eden ve duâsını kabul edip istediğini veren Allah Teâlâ Hazretleri bunlardan hiç birine kâdir olamayanlardan hayırlıdır. Binaenaleyh ma’bûd bi’l-hakk O’dur. O’ndan gayri ibâdete lâyık yoktur. Ve Allah Teâlâ Hazretleri size yeryüzünde tasarrufa kudret verendir. Dolayısıyle Zât-i Ecell ü A’lâya ibâdetiniz lâzımdır.

Allah’la beraber başka bir ma’bûd var mı ki gayre ibâdet edersiniz ve siz her ân arkası arkasına gelen ni’metlerin kimden geldiğini düşünmeniz gayet az olduğundan Azîz ve Kavî Allah’ı bırakıp âciz ve zelîle ibâdet edersiniz.

Nebiyy-i Ekrem –sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz buyurmuşlardır ki:

“Bir kimse zâhir ve bâtınını tanzîf ve tathîr ile kırk gün hâlisan Cenâb-ı Allah için amel ve ibâdet ederse kalbi menba-ı hikmet olup lisânından zülâl-i mârifet cereyan etmeye başlar.” (Suyûtî, el-Câmiu’s-sağîr, no: )

“Kul ıhlâs ile  لَا إِلٰهَ اِلَّا اللّّٰهُ «Başka ilâh yok, ancak Allah vardır!» dedikçe hiç bir hicâb onu geri çevirmeksizin bu zikri, Allah’a yükselir. Allah’a vâsıl olunca Allah bu kelimeyi söyleyene nazar eder. Allah’ın nazar ettiği her bir muvahhid kulunu rahmeti içine alması O’nun hakkıdır.” (Ali el-Müttakî, I, /)

“Helâlliğinde ve haramlığında şüphe bulunan nesneyi terk eyle ve helâl olduğu muhakkak bulunan şeyleri kabul et.” (Buhârî, Büyû’, 3; Tirmizî, Kıyame, 60)

Bu hadîs-i şerîf, insanın bâtınını haramdan korumak için kemâl-i ihtiyat üzere bulunmasının lüzûmu hakkında îrâd edilmiş ise de diğer işlerine, sözlerine ve sâir muâmelâtına da tatbîk için bir kâide-i külliyye tarzında bulunmuştur.

“Niyet eylediğin bir iş için kalbinde havf ve tereddüd olursa o işi yapma.” (İbn Hanbel, V, , )

“Haramlardan sakın, insanların en âbidi olursun.” (Tirmizî, Zühd, 2; İbn Hanbel, II, )

“Haram lokmadan neşv ü nemâ bulan bir vücûda lâyık olan cehennem ateşidir.” (Suyûtî, el-Câmiu’s-sağîr, no: ; Ebû Nuaym, Hilye, I, 31)

  • Cebrail (as) Öğretti İki Dua

“Cibril bana ne zaman geldiyse şu iki duâyı emretti:

«Ey Rabbim! Bana temiz rızık ver ve sâlih amel nasîb et.» (Suyûtî, el-Câmiu’s-sağîr, no: )

“Allah Teâlâ buyuruyor: Kulum, beni yalnız iken zikrederse ben de onu yalnız zikrederim. Beni bir topluluk içinde zikrederse onu ondan daha hayırlı ve daha büyük bir topluluk içinde zikrederim.” (Müslim, Zikr, 3, 18, 19, 21; Buhârî, Tevhîd, 15, 43; Tirmizî, Deavât, ; İbn Mâce, Edeb, 53, 58; İbn Hanbel, III, )

  • Allah Sizden Üç Şeyi İstemiyor

“Allah sizden üç şeyi istemiyor: Kur’ân okurken yahud okunurken ileri geri konuşmayı, duâ ederken sesinizi yükseltmeyi, takat getiremiyeceğiniz kadar kendinizi namaza zorlamanızı.” (Suyûtî, el-Câmiu’s-sağîr, no: )

“Gizlide yapılan bir duâ, açıkta yapılan yetmiş duâya bedeldir.”

“Sıkıntılı zamanlarında Allah’ın kendisine icabet etmesini isteyen kimse rahatlık zamanında duâyı çok yapsın.” (Tirmizî, Deavât, 9)

“İnsanların en âcizi duâdan da âciz olan, insanların en cimrisi selâmı da kıskanan kimsedir.” (Heysemî, VIII, 31)

«Ey Rabbim! Şükrünü edaya, Sen’i zikretmeye ve Sana güzel ibâdet etmeye bana yardım et!» diyen bir kimse mükellef bir duâ yapmış olur.” (Bkz. Ebû Dâvûd, Vitr, 26/)

“İyiliğin her çeşidi ibâdetin yarısıdır. Diğer yarısı ise duâdır.” (Suyûtî, el-Câmiu’s-sağîr, no: )

“Duâ mü’minin silâhı, dînin direği, göklerin ve yerin nûrudur.”(Hâkim, I, /)

“Zaîflerinizin duâları ve ihlâslarından başka bir şey hürmetine mi nusrete nâil oluyorsunuz?” (Buhârî, Cihâd, 76; Nesâî, Cihâd, 43)

Çünkü Allah’ın huzurunda zayıflığını, aczini ve fakrını idrâk ederek ve dünyevî arzulardan kalben alâkasını keserek duâ edenlerin ihlâsları kuvvetlidir. Bu da rızık ve nusret sebeblerinin en büyüklerindendir.

  • Beş Gece Vardır Ki Dua Reddolunmaz!

“Beş gece vardır ki duâ reddolunmaz: Receb’in ilk gecesi, Şa’ban’ın onbeşinci gecesi, Cum’a gecesi, Ramazan bayramı gecesi, Kurban bayramı gecesi.” (Suyûtî, el-Câmiu’s-sağîr, no: )

“Rikkat hâliniz geldiği zaman duâyı ganimet biliniz. Çünkü bu hal rahmettir.”(Ali el-Müttakî, II, /)

“Mü’min bir kul Allah’a duâ eder. Bu esnada Allah Teâlâ Cibrîl’e: «Bunun duâsına hemen icabet etme, çünkü sesini işitmek istiyorum.» buyurur. Bir fâcir de duâ edince Allah Teâlâ Cibrîl’e emreder: “Hemen ver şunun istediğini! Çünkü sesini işitmek istemiyorum.” buyurur. (Ali el-Müttakî, II, 85/)

“Kâfir bir kul Allaha duâ eder, hâcetini ister, derhal yerine getirilir. Mü’min Allah’a duâ eder, icâbeti geciktirilir. Melekler buna üzülürler. Bunun üzerine Allah Teâlâ buyurur ki: «Kâfirin duâsına hemen icâbet edişimin sebebi bana bir daha duâ etmemesi ve beni hatırlamaması içindir. Çünkü onu sevmediğim gibi sesini de sevmiyorum. Mü’minin duâsına da hemen icâbet etmiyorum, beni unutmayıp devamlı zikir etmesi için. Çünkü onu da seviyorum, tazarru’unu da seviyorum.» (Ali el-Müttakî, II, 86/)

  • Dört Yerde Semânın Kapıları Açılır Ve Duâya İcâbet Olunur

“Dört yerde semânın kapıları açılır ve duâya icâbet olunur:

1- Allah yolunda saf bağlandığı zaman,

2- Yağmur yağarken,

3- Namaz kılınırken,

4- Kâ’be görüldüğü zaman.” (Suyûtî, el-Câmiu’s-sağîr, no: )

  • Duanın Kabul Olduğu İki Vakit

“İki vakit vardır ki, semânın kapıları açılır. Bu vakitlerde duânın reddolunduğu çok azdır. Biri namaza kalkıldığı zaman, diğeri Allah yolunda saff-ı cihâd bağlandığı zaman.” (Suyûtî, el-Câmiu’s-sağîr, no: )

  • Dört Dua Vardır ki Reddolunmaz

“Dört duâ vardır ki: reddolunmaz:

1- Dönünceye kadar hacının duâsı,

2- Evine gelinceye kadar gazinin duâsı,

3- İyileşinceye kadar hastanın duâsı,

4- Bir de kardeşin kardeşine gıyabında ettiği duâ.

Bunlardan en çabuk kabul olunan duâ kardeşin kardeşine gıyabında etdiği duâdır.” (Suyûtî, el-Câmiu’s-sağir, no: )

  • Allah’ın (c.c) Dualarını Reddetmediği Üç Kişi

“Üç kişi vardır ki Allah onların duâlarını reddetmez:

1- İftar edinceye kadar oruçlunun duâsı,

2- Mazlumun duâsı,

3- Adaletli devlet reisinin duâsı.” (Tirmizî, Deavât, 48; İbn Mâce, Duâ, 11)

  • Kabulünden Şüphe Duyulmayan Üç Dua

“Üç duâ vardır ki kabul olunacağında hiç şübhe yoktur:

1- Babanın, evlâdına duâsı,

2- Misafirin duâsı,

3- Mazlumun duâsı,” (Ebû Dâvûd, Vitr 29/; Tirmizî, Birr 7/, Daavât 47; İbn-i Mâce, Duâ 11)

  • Allah (c.c) İle Arasında Perde Olmayan İki Kişinin Duası

“İki duâ vardır ki, Allah ile bu iki duâ arasında hicâb yoktur:

1- Biri mazlumun duâsı,

2- Diğeri kardeşin kardeşe gıyabında duâsı.” (Suyûtî, el-Câmiu’s-sağîr, no: )

“Üç kimse vardır ki duâ ederler de icâbet olunmaz:

1- Nikâhı altında kötü ahlâklı bir kadın bulunup da onu boşamayan erkek,

2- Bir başkası üzerinde emânet mal bulundurup da şâhidle onu tesbît etmeyen,

3- Malını sefih bir kimseye veren adam. Çünkü Allah Teâlâ “Mallarınızı sefih (beyinsiz) kimselere vermeyiniz” buyurmuştur.” (en-Nisâ, 5; Hâkim, II, /)

“Duânın efdali, kulun: «Ey Rabbim, Muhammed ümmetinin cümlesine umûmî bir rahmet ile rahmet eyle!» demesidir. (Ali el-Müttakî, II, /)

“Duânın efdali dünyâ ve âhirette Rabbinden af ve afiyet istemendir. Çünkü bu ikisi dünyâda sana verilir, sonra âhirette de verilirse muhakkak felah bulursun.” (Suyûtî, el-Câmiu’s-sağîr, no: )

“Kulun «Ey Rabbim, Ümmet-i Muhammed’in cümlesine umûmî bir rahmetle merhamet et» diye duâ etmesinden daha sevimli bir duâ yoktur Allah katında.” (Suyûtî, el-Câmiu’s-sağîr, no: )

«Beni, bütün mü’minleri ve mü’mineleri mağfiret et ey Rabbim» diyen kimseye her bir mü’minin hasenesinden nasîb verilir.” (Bkz. Suyûtî, el-Câmiu’s-sağîr, no: ; Ali el-Müttakî, II, /)

“Kişinin, kardeşine onun gıyabında ettiği duâ müstecâbdır. Kulun başucunda vazifeli melek bekler ve duâsına âmin der. Kul kardeşine her bir hayır duâ ettiğinde: «Âmin, sana da aynısı olsun,» der. (İbn-i Mâce, Menâsik, 5)

“Kul, ana ve babasına duâyı unuttuğu zaman rızkı kesilir, yani bereketi gider.” (Ali el-Müttakî, no: )

Mahmud Sami Ramazanoğlu -hazretlerinin- “Dualar ve Zikirler” adlı kitabında ki “Duâ Âdâbı” bölümü başlığı altında yer alan “ Tevbe ve İstiğfar” kısmı…

Hâris bin Süveyd anlatıyor: Abdullah ibni Mes’ud –radıyallahu anh– bize iki hadis rivayet etti. Bunlardan biri Hz. Peygamber –aleyhissalâtu vesselâm-’dandı, diğeri de kendisinden. Dedi ki:

“Mü’min günahını şöyle görür: O, sanki üzerine her an düşme tehlikesi olan bir dağın dibinde oturmaktadır. Dağ düşer mi diye korkar durur. Fâcir ise, günahı burnunun üzerinden geçen bir sinek gibi görür.”

İbni Mes’ud bunu söyledikten sonra eliyle, “şöyle” diyerek, burnundan sinek kovalar gibi yapmıştır.

Sonra dedi ki: “Ben Rasûlullah –aleyhissalâtu vesselâm-’ın şöyle buyurduğunu işittim:

«Allah, mü’min kulunun tevbesinden, tıpkı şu kimse gibi sevinir: Bir adam hiç bitki bulunmayan, ıssız, tehlikeli bir çölde, beraberinde yiyeceğini ve içeceğini üzerine yüklemiş olduğu bineği ile birlikte seyahat etmektedir. Bir ara (yorgunluktan) başını yere koyup uyur. Uyandığı zaman görür ki, hayvanı başını alıp gitmiştir. Her tarafta arar ve fakat bulamaz. Sonunda aç, susuz, yorgun ve bitap düşüp: «Hayvanımın kaybolduğu yere dönüp orada ölünceye kadar uyuyayım» der. Gelip ölüm uykusuna yatmak üzere kolunun üzerine başını koyup uzanır. Derken bir ara uyanır. Bir de ne görsün! Başı ucunda hayvanı durmaktadır, üzerinde de yiyecek ve içecekleri. İşte Allah’ın, mü’min kulunun tevbesinden duyduğu sevinç, kaybolan bineğine azığıyla birlikte kavuşan bu adamın sevincinden daha fazladır.»

Müslim’in bir rivayetinde şu ziyâde var:

“Sonra adam sevincinin şiddetinden şaşırarak şöyle dedi: «Ey Allah’ım, sen benim kulumsun, ben de senin Rabbinim.»” (Buharî, Deavât, 4; Müslim, Tevbe, 3; Tirmizî, Kıyamet, 50)

Ebû Bekri’s-Sıddîk radıyallahu teâlâ anh-Hazretleri:

“– Yâ Rasûlallah, namazın âhirinde okumak üzere bana bir duâ ta’lîm buyur” dedikte Rasûlullah –sallallahu aleyhi ve sellem– Efendimiz Hazretleri buyurmuşlardır ki:

“Şöyle duâ et:

“Yâ Rabb, muhakkak ki ben kendime çok zulmettim; yani çok günâh işledim. Günahları ise ancak sen afv ü mağfiret edersin. Hakkıyle gafur ve rahîm ancak sensin. Beni kendi indinden bir fazl u keremle afv ü mağfiret eyle ve bana lutf u ihsanınla merhamet eyle. Yani benim istihkakım olmayarak mahza fazl u kereminle cehennemden halâs edip cennet ve cemâline kavuştur. Şüphesiz Sen Ğafûr ve Rahîm’sin, yâni çok affeden ve çok merhamet edensin.” (Buhârî, Ezân, ; Deavât, 16)

Büyükler demişlerdir ki: Bu duâ namazda gerek tahiyyattan sonra ve gerekse namaz dışında edilecek duâların en şümullülerinden ve en güzellerindendir. Zîra cehennemden halâs olup cennet ve cemâle kavuşmayı istemek duâların hulâsasıdır.

“Mecnûn ancak o kimsedir ki tevbe ve nedamet etmeyip ma’sıyyette devam ede.” (Ali el-Müttakî, no: )

“Sizin hastalığınızın ve şifânızın ne olduğunu söyleyeyim mi? Hastalığınızın günâhlar, ilâcınızın da istiğfar olduğunu unutmayınız.” (Ali el-Müttakî, I, /)

“Meclisin (oturmanın veya oturulan yerin) keffareti, kulun şöyle demesidir:

“Seni hamdinle tesbîh ederim ey Rabbim! Senden başka bir ilâh bulunmadığına ve yalnız Sen olup şerîkin olmadığına şehâdet eder, Senin mağfiretini diler, sana tevbe ederim.” (İbn Hanbel, II, )

“Gıybetin keffareti, gıybet etdiğin kimse için istiğfar etmekliğindir.” (Suyûtî, el-Câmiu’s-sağîr, no: )

“Yeryüzündekilerden herhangi bir kimse,

derse hatalarına keffaret olur. Bu hataları deniz köpükleri kadar da olsa.” (Ali el-Müttakî, I, /)

“Duânın hayırlısı istiğfar, ibâdetin hayırlısı da kelime-i tevhîddir.” (Ali el-Müttakî, I, /)

“Ya Ali, sana bir duâ öğreteyim mi ki zerreler adedince günâhın olsa sen de beraber olmak üzere mağfiret olunur. Şöyle söyle:

“Allah’ım, Sen’den başka ilâh yoktur. Sen Halîm ve Hakîm’sin, hayır ve bereketi çok olansın. Sen’i tenzih ederim, Sen yüce Arş’ın Rabbi’sin.” (Taberânî, Kebîr, V, /)

“İstiğfar, mü’minin sahife-i a’mâlinde nur gibi parlar.” (Suyûtî, el-Câmiu’s-sağîr, no: ; Ali el-Müttakî, I, /)

“Günâhdan tevbe eden kimse günâh işlememiş gibi olur. Fakat bir taraftan istiğfar, diğer taraftan günâhtda ısrar eden ise -el-iyâzü billah- Cenâb-ı Hakk ile istihza eden kimse gibi olur.” (Beyhakî, Şuabu’l-îman, V, )

“Bir kimse kalbi ve kalıbı ile istiğfara devam ederse Cenâb-ı Hakk o kimsenin gamlarını feraha ve sıkıntılarını genişliğe tebdîl ederek hiç ummadığı bir taraftan onu rızıklandırır.” (İbn-i Mâce, Zühd, 30)

“Tevbe ve istiğfar ile büyük günâhlar af olunduğu gibi mükerreren irtikâb edilen küçük günâhlar da, büyük günâhlar arasına dâhil olur.” (Suyûtî, el-Câmiu’s-sağîr, no: )

“Kalbinde nedâmet olmadığı halde yalnız lisânen edilen istiğfar, yalancıların tevbesidir.” (Münâvî, Feyzü’l-Kadîr, III, , no: )

“Cenâb-ı Hakk’a tevbe ediniz. Muhakkak ki ben günde yüz defa Cenâb-ı Allah’a tevbe ederim.”(Ebû Dâvud, Vitr, 26; İbn Hanbel, Müsned, II, )

“Ne mutlu o kimseye ki defter-i a’mâlinde çokça istiğfar bulur.” (İbn-i Mâce, Edeb, 57)

“Ey insanlar! Ölmeden evvel Allah’a tevbe ediniz.” (İbn Mâce, İkame, 78)

Mahmud Sami Ramazanoğlu -hazretlerinin- “Dualar ve Zikirler” adlı kitabında ki “Duâ Âdâbı” bölümü başlığı altında yer alan “Seyyidü’l-İstiğfâr” kısmı…

Şeddad bin Evs radıyallahu anh-’dan rivayete göre Nebiyy-i Ekrem –sallallahu aleyhi ve sellem- şöyle buyurmuşlardır:

“İstiğfârın en üstünü kulun şöyle demesidir:

«Allah’ım! Sen benim Rabbimsin. Sen’den başka ibâdete lâyık ilâh yoktur. Beni Sen yarattın. Ben Sen’in kulunum. Ezelde Sana verdiğim sözümde ve vaadimde hâlâ gücüm yettiğince durmaktayım. İşlediğim kusurların şerrinden Sana sığınırım. Bana lutfettiğin nîmetleri yüce huzûrunda minnetle anar, günâhımı îtirâf ederim. Beni affet, şüphe yok ki günahları Sen’den başka affedecek yoktur.»”

Rasûl-i Ekrem Efendimiz sözlerine devamla şöyle buyurur:

“Her kim, bu Seyyidü’l-İstiğfârı sevâbına ve fazîletine bütün kalbiyle inanarak gündüz okur da o gün akşam olmadan ölürse cennetlik olur. Yine her kim, sevâbına ve fazîletine gönülden inanarak gece okur da sabah olmadan ölürse cennetlik olur.”(Buhârî, Deavât, 2, 16; Ebû Dâvûd, Edeb, )

Bu duânın hulâsa-i meali: Ya Rabb, ben cürm ü kusurlarımı i’tirâf eylerim, tevbe ve istiğfar ederim, ni’metlerinin şükründen âcizim, beni afv ü mağfiret eyle, demektir.

Mahmud Sami Ramazanoğlu -hazretlerinin- “Dualar ve Zikirler” adlı kitabında ki “Duâ Âdâbı” bölümü başlığı altında yer alan “İstiaze” kısmı…

İstiaze, bir işe başlarken ve herhangi bir münasebetle “Euzü billahi mine’ş-Şeytani’r-racîm”, yani; “Kovulmuş (iyilikten uzaklaştırılarak, lânetlenmiş) olan şeytanın şerrinden Allah’a sığınırım ” cümlesini söylemek.

Ebû Hüreyye radıyallahu anh-’ın rivayet eylediğine göre Nebiyy-i Ekrem –sallallahu aleyhi ve sellem– buyurmuşlardır ki:

“Allah’ım! Kabir azâbından sana sığınırım. Cehennem azâbından Sana sığınırım. Hayatın ve ölümün fitnelerinden sana sığınırım. Deccâlin fitnelerinden sana sığınırım.” (Buhârî, Ezan, )

Sa’d bin Ebî Vakkas radıyallahu anh-’dan rivayet olunduğuna göre Rasûlullah –sallallahu aleyhi ve sellem– Hazretleri şöyle istiâze ederlerdi:

“Allahım! Cimrilikten sana sığınırım. Korkaklıktan sana sığınırım. Erzel-i ömre2 bırakılmaktan sana sığınırım, dünyâ fitnesinden: Yani Deccal fitnesinden sana sığınırım, kabir azâbından sana sığınırım.” (Buhârî, Tefsîr, Sûre: 16)

Peygamberimiz –sallallahu aleyhi ve sellem-: “Ve sizden erzel-i ömre bırakılanlar da vardır” (Nahl sûresi, 70) mealindeki âyet-i celîle nazil olduktan sonra Allah’a erzel-i ömürden de sığınmaya başladı.

Hazret-i Aişeradıyallahu anha’dan rivayet olunduğuna göre Rasûl-i Ekrem –sallallahu aleyhi ve sellem– şöyle istiâze ederlerdi:

“Allahım, tenbellikten, bunaklık vâkî olacak derecede ihtiyarlıktan, ihtiyarlık çöküntüsünden, ma’sıyet mahallerinde bulunmakdan, borçluluktan, kabir fitnesinden, kabir azâbından, cehennemin fitnesinden, cehennemin azâbından ve zenginlik fitnesinden sana sığınırım. Fakîrliğin fitnesinden de sana sığınırım. el-Mesîhu’d-Deccâl’in fitnesinden de Sana sığınırım. Allah’ım hatâlarımı kar ve dolu suyu ile yıka. Beyaz bir elbiseyi kirlerden temizlediğin gibi kalbimi de hatâlardan temizle. Benimle hatâlarımın arasını, maşrıkla mağribin arasını uzak kıldığın gibi uzak kıl.” (Buhârî, Deavât, 39)

Buhârî’nin İbn-i Abbas –radıyallahu anhüma-’dan rivayet ettiğine göre Nebiyy-i Ekrem –sallallahu aleyhi ve sellem– şöyle istiâze etmişlerdir:

“Ya Rabb! Senin îzzet ve kudretine sığınırım ki, senden başka hiç bir ilâh yoktur. Ve sen ölmezsin. Cin ve insanlar ise ölürler.” (Buhârî, Eymân, 13; Tevhîd, 7; Müslim, Zikr, 68)

Cabir radıyallahu anh-dan rivayete göre Nebiyy-i Ekrem –sallallahu aleyhi ve sellem– Efendimiz:

Kur’ân’dan:

“Ey Habîbim de ki Allah Teâlâ Hazretleri sizin üzerinize Nuh tufanı ve Kavm-i Lût’a taş yağdırdığı gibi sizin de üzerinize bir azâb göndermeğe kâdirdir.” (En’âm sûresi, 65) meâlindeki âyet-i celîle nâzil olduğu zaman:

اَعُوذُ بِوَجْهِكَ “Yâ Rabb! Böyle bir azâbdan zât-ı pâk-i ülûhiyyetine sığınırım!” buyurdu.

“Altınızdan, âl-i Fir’avn’in boğulması ve Karun’un yere geçirilmesi gibi size azâb etmeye kadirdir” (En’âm sûresi, 65) mealindeki nazm-ı celîlin kırâetinde yine:

اَعُوذُ بِوَجْهِكَ “Yâ Rabb! Böyle bir azâbdan zât-ı pâk-i ülûhiyyetine sığınırım!” buyurdu.

“Yahud Fırkalar ihtilâfıyla mukatele ve muharebe zaruretlerine ve biriniz diğerinizin kılıncıyla katlolunmasına kâdirdir’ (En’âm sûresi, 65) mealindeki nazm-ı celîlin kırâetinde هٰذَا اَهْوَنُ اَوْ اَيْسَرُ “İşte bu bir dereceye kadar ehvendir, yahud biraz daha kolaydır” buyurdu.” (Buharî, Tefsîr, 6/2)

Başka bir hadîs-i şerîfde Rasûl-i Ekrem –sallallahu aleyhi ve sellem– Hazretleri:

“Ben Allah Teâlâdan ümmetimden dört şeyin kaldırılmasını istedim. Allah Teâlâ Hazretleri ikisini kaldırdı, ikisini kaldırmadı. Ümmetimi kavm-i Lût gibi semâdan taş yağdırarak ve Karun’a yaptığı gibi yere geçirmekle helak etmemesi için duâ ettim. Cenâb-ı Hak bu iki duâmı kabul buyurdu. Fakat fırkalar ve hizibler ihtilafıyla aralarında mukatele ve muharebe ihtilâfının ve yekdiğerinin kılıncıyle katil ve helak edilmeleri cihetinden de ref’ ve izâlesi için duâ ettim, kabul buyurmadı” demişlerdir. (Bkz. Ali el-Müttakî, XI, /)

Yani insanlar arasında ilâ yevmi’l-kıyam fırkalar ihtilafıyla veya ecnebi düşmanların tasallutuyle aralarında muharebe ve mukatele eksik olmayacak demekdir.

“İblîs yeryüzüne inince Allah’a şöyle dedi;

– Ya Rabbi, beni yeryüzüne indirdin ve kovulmuş birisi yapdın. Öyle ise bana bir ev ver. Allah Teâlâ:

– Hamam, dedi.

– Bana bir de meclis ver, dedikde;

– Çarşılar ve yol kavşakları, dedi.

– Bana içecek ver, dedi.

– Her sekir veren şey, dedi.

– Bana müezzin ver, dedikte:

– Çalgıcılar, dedi.

– Kitap ver dedikte:

– İnsanların vücudlarına yaptırdıkları dövmelerdir, dedi.

– Bana bir söz ver, dedikde:

– Yalan sözler senin sözlerindir, dedi.

– Bana bir peygamber ver dedikte;

– Kâhinler, dedi.

– Tuzak ver, dedikde:

– Kadınlardır” dedi. (Râmûzû’l-ehâdis, s. )

“İblis’in, köpeğin hortumu gibi bir hortumu vardır. Onu Ademoğlunun kalbine sokar ve durmadan şehvetleri, lezzetleri hatırlatır ve Rabbi hakkında şüpheye düşürmek gayretiyle vesvese verir. Kul:

deyince şeytan kalbinden hortumunu çeker.” (Ali el-Müttaki, I, /)

Süleyman bin Surad -radıyallahu anh- şöyle dedi:

Bir gün Nebi –sallallahu aleyhi ve sellem-’in yanında oturuyordum. İki kişi birbirine sövüp duruyordu. Bunlardan birinin yüzü öfkeden kıpkırmızı olmuş, boyun damarları şişmiş, dışarı fırlamıştı. Bunu gören Rasûlullâh –sallallahu aleyhi ve sellem– şöyle buyurdu:

“Ben bir söz biliyorum, eğer bu kişi onu söylerse, üzerindeki bu kızgınlık hâli geçer. Eğer o:

«İlâhi rahmetten kovulmuş şeytandan Allaha sığınırım» derse, üzerindeki hâl kaybolur.”

Oradakiler Nebî –sallallahu aleyhi ve sellem-’in ona “İlâhî rahmetten kovulmuş şeytandan Allah’a sığın!” tavsiyesinde bulunduğunu ilettiler… (Buhârî, Bed’ü’l-halk 11, Edeb 44, 76; Müslim, Birr )

“Şöyle de: «Ey Rabbim! Kulağımın şerrinden, gözümün şerrinden, dilimin şerrinden, kalbimin şerrinden ve menimin şerrinden sana sığınırım.” (Neseî, İstiâze, 4)

“Gecenin evvelinde ve gündüzün evvelinde şu duâ ile duâ eden kulu Allah Teâlâ İblîs ve askerlerinden korur:

“Şânı yüce, burhanı büyük, kudreti şiddetli Allah’ın adıyla. Allah ne dilerse o olur. Şeytandan Allah’a sığınırım.”(Ali el-Müttakî, II, /)

“Belânın sizi ezmesinden, şekavetin çukuruna düşmekten, kötü kazaya uğramaktan ve düşmanların şamatasından Allah’a sığının!” (Buhârî, Kâder, 13)

“Cehennemden Allah’a sığınınız. Kabir azâbından Allah’a sığınınız. Mesîh Deccâl’in fitnesinden Allah’a sığınınız. Hayatın ve ölümün fitnesinden Allah’a sığınınız.” (Râmûzû’l-ehâdis, s. )

“Allah’a sığınanların sığınma vâsıtalarının efdalini söyleyeyim mi? Felâk ve Nâs sûreleridir.”(Râmûzû’l-ehâdis)

“Şu yaptığım tavsiyeyi işitmene hiç de bir mâni’ yokdur: Sabah ve akşama çıktığında de ki:

“Ey Hayy u Kayyum olan Rabbim! Rahmetine tevessül ederek bana yardım etmeni istiyorum. Benim her hâlimi ıslâh eyle. Göz açıp yumuncaya kadar da olsa beni kendime (nefsime) bırakma!” (Hâkim, I, /)

Mahmud Sami Ramazanoğlu -hazretlerinin- “Dualar ve Zikirler” adlı kitabında ki “Besmele” bölümü…

Rasûl-i Ekrem –sallallahu aleyhi ve sellem– Efendimiz şöyle buyurmuşlardır:

“Bilcümle semavi kitâbların anahtarı «Rahman, Rahîm Allah adı ile» dir; yani besmeledir.” (Râmûzû’l-ehâdîs, , Suyûtî, el-Câmiûs-Sağir, no: )

“Meşrû işlerin hangisi olursa olsun besmele-i şerîfe ile başlanmazsa hayrına ve tamamına nâil olunamaz, bereketsiz kalır.” (Suyûtî, el-Câmiu’s-sağîr, no: )

“Bir vartaya düştüğün vakit:

«Rahman, Rahîm Allah adıyla. Günahlardan korunmaya güç yetirmek ve taate kuvvet bulmak, ancak yüce ve Azîm olan Allah’ın tevfik ve yardımıyladır.» demeye devam et. Zira Cenâb -ı Allah bunların hürmetine belâ ve musibetlerin nicelerini def eder.” (Suyûtî, el-Camius-Sağir, no: ; Râmûzü’l-ehâdis, 66)

İbn-i Mesʻûd (r.a) şöyle buyurur:

“Cehennemin başlıca me’murları olan ondokuz zebânînin azâbından necat bulmak isteyen kimse Besmele’ye devam etsin.”(İbn-i Kesîr, Tefsîr, I, )

Zira besmele ondokuz harftir.

“Sizden biriniz evine girmek istediği zaman şeytan onu ta’kîb eder. O kimse evine girdiği zaman besmele ile girerse şeytan der ki: Bu evde bana girecek yer yok.” (Müslim, Eşribe, ; el-Ezkâr, 26)

“Her günün sabahında ve her gecenin akşamında:

«Allah’ın adıyla ki, O’nun adı sayesinde ne semâda, ne yeryüzünde, hiç bir şey zarar veremez. O her şeyi işiten, her şeyi hakkıyle bilendir» diyen ve bunu üç defa tekrarlayan kimseye hiç bir şey zarar veremez.” (Ebû Dâvud, Edeb, ; İbn-i Mâce, Duâ, II; İbn Hanbel, I, 62, 66, 72)

“Allah’ın adı anılmadan yenilen her yemek ancak hastalıktır, onda bereket yoktur. Bunun keffâreti, eğer sofra ortada ise Bismillah diyerek devam etmekdir. Eğer sofrayı kaldırdı isen yine Bismillah deyip parmaklarını yalamandır.” (bk. en-Nevevî, el-Ezkâr, vd.)

Mahmud Sami Ramazanoğlu -hazretlerinin- “Dualar ve Zikirler” adlı kitabında ki “Hamdele” bölümü…

Rasûl-i Ekrem –sallallahu aleyhi ve sellem-Efendimiz şöyle buyurmuşlardır:

“Meşrû işlere Allah’a hamd ile başlanmazsa hayır ve bereketi kesilir.” (İbn-i Mâce, Nikâh, 19; Ebû Dâvud, Edeb, 18)

“Cenâb-ı Hakk’ın nîmetlerine hamd ü senâ, insanı nîmetin zevâlinden emîn kılar.”(Suyûtî, el-Câmiu’s-Sağir, no: )

“Allah’a hamdetmek şükrün başıdır. Allah’a hamdetmeyen bir kul O’na şükür etmemiştir.” (Suyûtî, el-Câmiu’s-Sağir, no: )

“Cenâb-ı Hakk’ı sena için elhamdülillah demek, yahud Allah’a hamd etmek zikirlerin efdalidir.”(İbn-i Mâce, Edeb, 55)

“Cenâb-ı Hakk’a en çok şükür edeniniz, insanlara teşekkürde kusur etmeyeninizdir.” (Ebû Dâvud, Edeb, 11; Tirmizî, Birr, 35)

“Sözlerin Allah’a en sevimlisi, kulun:

سُبْحَانَ اللّٰهِ وَبِحَمْدِهِdemesidir.” (Buhârî, Tevhîd, 58; Müslim, Salât, ; Ebû Dâvud, Edeb, , Tirmizî, Mevakît, 79)

“Hiç bir tarafı müstesna olmamak üzere bütün dünyâ ümmetten sâdece bir adama verilse ve sonra bu kimse «Elhamdülillah» dese, muhakkak ki bu «Elhamdülillah» bütün hepsinden daha kıymetli, daha efdal olurdu.” (Suyûtî, el-Câmiu’s-Sağir, no: )

“Kim her gün bir defa:

derse cennetteki makamını görmedikçe ölmez, yahud ona gösterilmedikçe ölmez.” (Ali el-Müttakî, II, /)

 

“Kim «Hamd ederim Allah’a ki, her şey O’nun azameti önünde boyun eğmiştir. Hamdederim Allah’a ki her şey O’nun izzeti karşısında zelîldir. Hamd ederim Allah’a ki her şey O’nun mülk ü saltanatına boyun eğmiştir. Hamd ederim Allah’a ki, her şey O’nun kudretine teslîm olmuştur» derse ve bunu ancak Allah’ın indindekini taleb ederek söylerse, Allah ona bin hasene yazar, derecesini bin kat yüceltir, kıyamet gününe kadar ona istiğfar etmeleri için yetmiş bin melek vazifelendirir.” (Ali el-Müttakî, II, /)

İbrâhîm –aleyhisselâm– Rabbine suâl edip:

“– Ey Rabbim, sana hamdedenin mükâfatı nedir?” Allah Teâlâ cevaben buyurdu ki:

“– Hamd, şükrün anahtarıdır, şükür onunla beraber Rabbü’l-âlemînin Arşına yükselir.” İbrâhîm tekrar suâl edip:

“– Ey Rabbim! Seni tesbîh edenin mükâfatı nedir?” Allah Teâlâ cevaben:

“– Tesbîhin aslının ne demek olduğunu âlemlerin Rabbi Allah bilir.” (Ali el-Müttakî, I, /)

Mahmud Sami Ramazanoğlu -hazretlerinin- “Dualar ve Zikirler” adlı kitabında ki “Salvele” bölümü…

Peygamber Efendimiz –sallallahu aleyhi ve sellem– buyurmuşlardır ki:

“Cenâb-ı Hakk’a yarın rızâya ermiş olarak mülâki olmak arzusunda bulunanlar bana çokça salât göndersinler.” (Ali el-Müttakî, I, /)

Tahkîkan sizden bana en yakın olan kimse beni çokça salât ve selâmla yâd edenlerdir.”(Tirmizî, Vitr, 21/)

“İhtiyâcı bulunan bir şeyi te’minde zorluğa düşen bir kimse bana çokça salât ve selâm göndersin. Tahkîkan salât ve selâm gam ve kederleri izâle eyler, rızıkları bollaştırır ve müşkilleri halletmek için yegâne bir vesiledir.”(Kenzü’l-İrfân, 5)

“Muhakkak ki insanların en ziyâde cimri olanı yanında ismim anılıp da bana salavât ve selâm göndermeyen kimsedir.” (Suyûtî, el-Câmiu’s-Sağir, no: )

“Bir kimse yanında ismim zikrolunur da bana salât ve selâm göndermezse o kimse şakîdir.” (Suyûtî, el-Câmiu’s-Sağir, no: )

“Bize olan muhabbetinden dolayı Allah Teâlâ Muhammed -aleyhi’s-salâtü ve’s-selâm-ı lâyık olduğu şekilde mükâfatlandırsın.” diyen kimse yetmiş kâtibi bin sabah yormuş olur. (Ali el-Müttakî, II, /)

Yani bundan hâsıl olacak sevabı yetmiş kâtib bin gün müddetle yazmakla zor bitirirler, demektir.

Peygamber –aleyhisselâm-’a salât edilinceye kadar her duâ yolda bekler, gitmez, kalır.” (Tirmizî, Vitr, 21)

“Allah’ın ismi zikrolunmaksızın ve bana salavât gönderilmeksizin başlanan bir iş kesilir kalır, batar. Bütün bereketlerden mahrum olur.” (Suyûtî, el-Câmiu’s-Sağir, no: )

“Allah Teâlâ bana ümmetim için iki emân indirdi. Bunlar şunlardır:

“Sen onların içinde bulunduğun müddetçe Allah onlara azâb edecek değildir. Onlar istiğfara devam ettikleri müddetçe de Allah onlara azâb edici değildir.” (Enfal sûresi, 33)

Ben gidince onların arasında kıyamete kadar istiğfarı bıraktım.” (Tirmizî, Tefsir, 8/)

Günün Belli Zamanında Okunacak Duâlar

Ebû Hüreyre radıyallahu anh-’den rivâyete göre Nebiyy-i Ekrem –sallallahu aleyhi ve sellem– Efendimiz şöyle buyurmuşlardır:

“Rabbimiz Tebâreke ve Teâlâ her gece, gecenin son üçte biri kaldığı sırada dünyâ semâsına nüzûl eder ve şöyle buyurur: “Bana duâ eden var mı, duâsına icâbet edeyim? İstediğini vereyim. Bana istiğfar eden var mı, onu mağfiret edeyim?”(Buhârî, Teheccüd, 14)

Bu hadîs-i şerîf, gecenin son üçte birinin vakt-i icâbet olduğuna büyük müjdelerle berâber delâlet etmektedir.

“Gece yarısında semânın kapıları açılır ve bir münâdî şöyle seslenir: «Hiç duâ eden var mı, icâbet olunsun, bir şey isteyen var mı verilsin, bir sıkıntıda olan var mı kurtarılsın.» Her hangi bir duâ ile duâ den hiç bir müslüman yoktur ki Allah Teâlâ ona icâbet etmiş olmasın. Ancak şehveti için koşan zinâkâr kadınla ayyaş ve işret ehli müstesnâ.” (İbn Hanbel, IV, , III, 34, 43, 94)

“Gecede bir saat vardır. Müslüman bir kulun dünyâ ve âhiret işinden istediği her hangi bir hayır varsa ve duâsı o saate gelirse muhakkak Allah ona dileğini verir. Bu her gece vardır.” (Tirmizî, Vitr, 16; Neseî, Mevâkit, 35)

“Saatlerin efdali gecenin son kısmıdır.” (İbn-i Hanbel, IV, )

  • Şeytanın Şerrinden Muhafaza Edilen Üç Kişi

Üç kişi vardır ki onlar İblis’ten ve askerlerinin şerrinden masûndurlar:

  1. Gece ve gündüz Allah’ı çok zikredenler,
  2. Seher vakitlerinde istiğfar edenler,
  3. Allah’ın haşyetinden ağlayanlar.” (Ali el-Müttakî, XV, /)

İbn-i Abbas radıyallahu anhüma-’dan rivâyet olunduğuna göre Nebiyy-i Ekrem, gece teheccüd için kalktığında şöyle derlerdi:

nest...

çamaşır makinesi ses çıkarması topuz modelleri kapalı huawei hoparlör cızırtı hususi otomobil fiat doblo kurbağalıdere parkı ecele sitem melih gokcek jelibon 9 sınıf 2 dönem 2 yazılı almanca 150 rakı fiyatı 2020 parkour 2d en iyi uçlu kalem markası hangisi doğduğun gün ayın görüntüsü hey ram vasundhara das istanbul anadolu 20 icra dairesi iletişim silifke anamur otobüs grinin 50 tonu türkçe altyazılı bir peri masalı 6. bölüm izle sarayönü imsakiye hamile birinin ruyada bebek emzirdigini gormek eşkiya dünyaya hükümdar olmaz 29 bölüm atv emirgan sahili bordo bereli vs sat akbulut inşaat pendik satılık daire atlas park avm mağazalar bursa erenler hava durumu galleria avm kuaför bandırma edirne arası kaç km prof dr ali akyüz kimdir venom zehirli öfke türkçe dublaj izle 2018 indir a101 cafex kahve beyazlatıcı rize 3 asliye hukuk mahkemesi münazara hakkında bilgi 120 milyon doz diyanet mahrem açıklaması honda cr v modifiye aksesuarları ören örtur evleri iyi akşamlar elle abiye ayakkabı ekmek paparası nasıl yapılır tekirdağ çerkezköy 3 zırhlı tugay dört elle sarılmak anlamı sarayhan çiftehan otel bolu ocakbaşı iletişim kumaş ne ile yapışır başak kar maydonoz destesiyem mp3 indir eklips 3 in 1 fırça seti prof cüneyt özek istanbul kütahya yol güzergahı aski memnu soundtrack selçuk psikoloji taban puanları senfonilerle ilahiler adana mut otobüs gülben ergen hürrem rüyada sakız görmek diyanet pupui petek dinçöz mat ruj tenvin harfleri istanbul kocaeli haritası kolay starbucks kurabiyesi 10 sınıf polinom test pdf arçelik tezgah üstü su arıtma cihazı fiyatları şafi mezhebi cuma namazı nasıl kılınır ruhsal bozukluk için dua pvc iç kapı fiyatları işcep kartsız para çekme vga scart çevirici duyarsızlık sözleri samsung whatsapp konuşarak yazma palio şanzıman arızası