baba nakkaş köyü / Baba Nakkaş® Manda Çiftliği (@nakkasbaba) • Instagram photos and videos

Baba Nakkaş Köyü

baba nakkaş köyü

Nakışçısına köy verdi

 Arnavutköy ilçe sınırları içerisinde yer alan Nakkaş Mahallesi 550 yıllık geçmişe sahip. Köy, İstanbul’un fethinden sonra Fatih tarafından sarayda nakışçı olarak görev yapan Nakkaş Baba’ya arpalık olarak hediye edilmiş. Nakkaş Köy’ü meydanına Nakkaş Baba tarafından yaptırılan camii ise 521 yıllık geçmişiyle dimdik ayakta. Her tarafı tarih kokan köyün sokaklarında asırlık çeşmelere rastlamak da mümkün.

Baba Nakkaş ve  Nakkaş Köyü Camiini yaptıran kişi ile ilgili tarihi bilgiler   

Baba Nakkaş’ın kişiliği, eserleri  ve önemi  ile ilgili ilk ayrıntılı araştırma ve  yayın Prof.Dr. Süheyl Ünver tarafından 1954 yılında yapılmıştır. S. Ünver Fatih’in Çatalca’nın Kutlubey ve İnceğiz  köylerini  Nakkaş Şeyh Mustafa’ya temlik ettiğini yazmıştır. Sanatkarın evinin bulunduğu ve camisini yaptırdığı yer Baba Nakkaş Köyü olarak anılmaktadır. Sanatçının eserlerinden bir bölümü Topkapı Sarayı Müzesi Kütüphanesindedir.

Nakkaş Şeyh Mustafa / Baba Nakkaş’ın Arapça vakfiyesinde    geniş topraklarını  kurduğu vakfa gelir sağlamak üzere bağışladığı yazılıdır. S. Ünver Nakkaş köyündeki ilk caminin 1476 tarihinde yapıldığını  ileri sürmektedir. Baba Nakkaş’ın ölümünden sonra da köy ve çevresi sultanların av ve dinlenme amacıyla ziyaret ettikleri bir yer olmayı sürdürmüş;  Baba Nakkaş’ın soyundan gelenlerin üstlendikleri görevler nedeniyle köy 16. yüzyılda da önemini korumuştur.

Y. Öztuna “Nakkaşzadeler” ailesiyle ayrıntılı bilgiler sunmakta ve Baba Nakkaş’ın Özbek kökenli olduğunu ileri sürmektedir. Nakkaş Köyü, ile ilgili olarak Hadikatü’l Cevami’de  şöyle denilmektedir:

“ .. Baba Nakkaş vilayet-i Acemde sünnilerden bulunup, zamanında zuhur eden fitne sebebiyle terk-i diyar ve mahall-i mezburda karar edüb, nakkaşlık san’atında maharet-i kesimleri olmağla beyne’n-nas şöhret bulmuş ve Devlet-i aliyyede haylice şakirdler yetişdirmiştir. Müma-ileyh Sultan Süleyman Han hazretlerinin evasıt-ı saltanatlarında vefat eylemiştir.

Bu anlatıma göre  ülkesindeki karışıklıklardan kaçarak Osmanlı diyarına gelen Baba Nakkaş Çatalca’nın  bir köyüne yerleşmiş ve sanatkarlar yetiştirmiştir.

Kapısı üzerindeki kitabeye göre Nakkaş Köyündeki cami 989H./ 1581 tarihlidir.   S. Ünver’e göre, kitabe itinasız bir istifle, güzel olmayan sülüs hatla yazılmıştır. Kitabede caminin ilk yapanın Baba Nakkaş olduğu, daha sonra Ömer Osman-ı Can  tarafından onarıldığı belirtilmiştir:

Evvela bu camii kıldı bina

Baba Nakkaş-ı güzin-i arifin

Eyledi tamirine anın şüru’

Ba’dehu derviş-i hayr-üs-salihin

Namına derler Ömer Osman-ı Can

Kıldı itmam anı bir merd-i güzin

Görse Rasim muhrik-i tabın anın

Eyler idi serfürü Nakkaş Hüseyn

Tarziya anın dedim tarihini

Beyt-i Aksay-ı mukaddes mescidin

Hadikatü’l Cevami’de  ise cami ve çevresindeki külliye ile ilgili olarak farklı bilgiler  bulunmaktadır. Ayvansarayi Hüseyin Efendi “Nakkaş Karyesindeki” cami, çeşmeler, mektep  ve hamamdan oluşan külliyenin Yeniçeri Efendisi Mehmet Sa’id bin İbrahim Efendi tarafından yaptırıldığını  ileri sürmektedir: 

Katib-i mezburun kabri İstanbul kurbünde Baba Nakkaş karyesinde bina eylediği cami’indedir ki anın civarında imaret ve mekteb ve hammam gibi sair hayratı dahi vardır. Hayrat-ı mezburede Baba Nakkaş Şeyh Mehmed-i Nakşibendi’nin alakası yokdur. “

Nakkaş Köyü Camiinin kıble duvarının önünde  bir açık türbe bulunmaktadır. Taşında bir  tarih ve yazı bulunmayan mezarın Baba Nakkaş’a ait olduğu ileri sürülmektedir. Mezarı çevreleyen demir parmaklığın üslubu, 20. yüzyıl başında yapıldığına işaret etmektedir.

Genel yerleşme

Batıya bakan hafif eğimli bir yamaca kurulan cami kurşun çatısı ve küçük minaresiyle Çatalca yönünden köye girişte göze çarpmaktadır (F.1). Köyün çınarlı , çeşmeli ve kahveli meydanı caminin hemen yanındadır.  Külliyenin 1950’lerde harap durumda olan hamamı günümüze ulaşamamıştır. 

Cami geniş bir bahçe içinde yer almaktadır (F. 2-4). Ön avlunun kuzeybatı ve güneybatı yönleri 20. yüzyılda yenilendiği anlaşılan alçak taş duvarlarla çevrilidir (F.5-6). Batı yönündeki duvarda akmayan bir çeşme  (F. 7) bulunmaktadır.

Avluya  esas giriş kuzeybatı yönündendir. Burada duvar alçaktır ve düzgün bir kapı bulunmamaktadır.  Ön avluda ulu ağaçlar ve tarihi bir kuyu yer almaktadır (F. 3, 8) . Avlunun kuzey yönündeki helalar  yenilenmiştir. Ön avlunun  kuzeydoğu tarafında,  birkaç yıl önce yenilenen imam evi ve ekleri yer almaktadır (F. 9,10). Arazi doğuya doğru yükseldiğinden eski meşrutanın yerine yapıldığını   tahmin ettiğimiz imam  evi camiye göre daha yüksek bir konumdadır.

Köy meydanına yakınlığı dolayısıyla, Caminin güneybatı  yönündeki avlu girişi  halk tarafından  daha fazla kullanılmaktadır. Girişin iki yanında,   ana yoldan geçenlerin  görebileceği şekilde ,  tarihi mezarlar   bulunmaktadır (F. 11).

Mezarlık

Caminin  kıblesindeki geniş alana yüzyıllar boyunca gömü yapılmış, selvi, çam ve  akasya ağaçlarıyla gölgelenen büyük bir mezarlık gelişmiştir (F. 12).  Burada tesbit edilebilen en eski mezar  taşının 1526 tarihli olduğu ve Baba Nakkaş’ın  oğlu Mahmut Çelebi’ye ait olduğu ileri sürülmektedir. Mezarlıkta 18. ve 19. yüzyıllara ait çok sayıda mezar  bulunmaktadır.

Baba Nakkaş Camii ve Haziresi İstanbul II Numaralı Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Kurulu tarafından 1997 yılında tescil edilmiştir. Cami ve haziresi  Köyiçi mevkiinde, 17 Pafta 674, 675,676 ve 677 parselleri üzerinde bulunmaktadır.

Çeşme

Mezarlığın güneydoğu  duvarına bitişik tek yüzlü çeşme çınarlı köy meydanına doğru bakmaktadır (F. 13). Osmanlı Klasik dönem  karakteri taşıyan  yapının onarımlar geçirdiği, üzerinde bulunan  iki ayrı tarihli kitabeden anlaşılmaktadır. Kitabelerden ikisi de ön cephededir. Sivri kemerin üstündeki alanda simetrik konumda blunan ilki 1255H./ 1839 tarihlidir. 1323 H./1905 tarihli ikinci yazıt, nişin gerisindeki yüzeye yerleştirilen bir  mermer  levha üzerindedir .

Kesme taştan yapılan çeşme hala kullanılmakta,  suyu akmaktadır. Çeşmenin yalağı  bir niş  içine yerleştirilmiştir. Ayna taşının iki yanında birer maşrapalık bulunmaktadır.

17 Ada 677 parselde bulunan çeşme 1998 yılında İstanbul II Numaralı Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Kurulu kararıyla tescil edilmiştir.

Mimari  önem

Onarımlar geçirmesine karşılık, Nakkaş Camii 16. yüzyıldan günümüze  önemli izler taşıyan bir eserdir. Yapım tarihi Mimar Sinan döneminin sonuna rastlamaktadır; Çatalca’daki Ferhat Paşa Camii ile benzer bazı ayrıntılara sahip olması Mimar Sinan döneminin yaygın etkisini yansıtmaktadır . Burada İstanbul ve Balkanlar’da çok  örneği bulunan ahşap çatılı mescit tipinden, yan mekanlarının zenginliği ve  değişik işlevleri tek çatı altına   toplayan düzenlemesiyle  ayrılan  özel bir  uygulama vardır.

16. yüzyıldan  günümüze özgün ahşap ayrıntılarını koruyarak ulaşabilen kurşun örtülü camilerin sayısı çok azdır. Örneğin, Kocamustafapaşa’daki Ramazan Efendi ve  Büyük Çekmece’deki Sokollu camilerinin   son cemaat yerleri aslında ahşap dikmelidir. Çoğu ahşap cami değişikliğe uğramıştır; kurşun örtüleri korunsa da,  son cemaat yerleri    özgün ayrıntılarını yitirmiştir .

Nakkaş Camii’nde gözlenen bir  önemli ayrıntı da son cemaat yerinin çift açıklıklı olmasıdır. Genellikle küçük camilerin son cemaat yerleri  tektir. Burada ise tek son cemaat yeri  ile yetinilmemiş,  ayrıca caminin  kuzeydoğu cephesine bir yan sofa eklenerek, cami kütlesinin genişliği ve derinliği arttırılmıştır. Cami, tümü kurşun örtülü olan ahşap çatısı, çift son cemaat yeri ve kuzeydoğu yönündeki mihraplı yan sofası  ile ilginç ve ünik bir düzenleme göstermektedir. Özellikle  10 sütunlu giriş (kuzeybatı) cephesi, ritmik   yapısı ve  asimetrik kurgusu ile   dinamik bir anlatıma  sahiptir.

Son cemaat yeri sütunlarının oldukça yüksek ve ahşap, dış  son cemaat yeri ve yan sofa taşıyıcılarının  taş olması da özel bir uygulamadır. Çift son cemaat yerine sahip camilerde  sütunlar genellikle yuvarlak kesitli ve taştır. İç revaklar kubbeli, dış son cemaat yerleri  ahşap çatılıdır. Burada ahşap çatı tüm binayı örtmektedir.   Son cemaat yeri düz tavanlıdır, dış  son cemaat yeri tavanı  ise çatı eğimini izleyerek  saçaklara kadar inmektedir.

Şadırvanın  son cemaat yerinin uzantısı altında yer alması ise bir örneği Üsküdar Mihrimah Sultan Camii’nde görülen ender bir durumdur . Caminin kuzeybatı köşesinde,   ocağı olmaması nedeniyle mektep   olarak  teşhis etmekte zorlandığımız bir odanın  bulunması da,  caminin   sıradışı bir düzenlemesi olduğuna işaret etmektedir. E.H.Ayverdi caminin eklerle büyütülmüş olduğunu ileri sürmektedir ancak duvarlarda buna ilişkin derzler bulunmamaktadır.

Caminin  geçirdiği onarımlar

Yapının geçirdiği onarım ve felaketlerle ilgili  kaynaklar sınırlıdır. İstanbul Vakıflar Bölge Müdürlüğü, Baba Nakkaş Vakfı ve İstanbul 1 Numaralı Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Kurulu arşivinden edinilen bilgilerin yanı sıra,  yayınlar ve yapının kendisi incelenerek  tarihine ilişkin  bilgiler derlenmiştir. 

Caminin minaresinin üslubu Geç Osmanlı dönemi özellikleri göstermektedir;   1894 depreminden sonra yenilenmiş olduğunu tahmin etmekteyiz. S. Ünver camiyi 1950 yılının Ağustos ayı sonunda ziyaret ettiğinde caminin onarımda olduğunu, vakfın mütevellisi  Hazım Sakaryalı’nın işin “başında durarak esaslı bir surette “ tamir ettirdiğini yazmaktadır (s.177). 

Caminin Çatalca’dan Ataman Mühendislik-Mimarlık bürosu   tarafından hazırlanan rölövesi 1998 yılında İstanbul II Numaralı Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Kurulu tarafından onaylanmıştır.  2001 yılı sonunda yapılan onarımda kıble ve gb  cephelerindeki çatlaklar dikilmiş, çatı onarılmış, boya ve temizlik işleri yapılmıştır.

Daha önce yapılan onarımların gerekli şekilde belgelenmemiş olması, müdahalelerin tam olarak anlaşılmasını zorlaştırmaktadır. Örneğin çatıya yapılan müdahalelerin ne boyutta olduğu, ahşapların tümünün mü, yoksa yalnız bir kısmının mı değiştirildiği, kullanılan kurşun levhaların kaç mm kalınlıkta olduğu ve ne kadarının yenilendiği çizimler üzerine kaydedilmemiştir. Kıble duvarına yapılan sağlamlaştırma harcamalarına ilişkin açıklamalar bulunmakla birlikte, uygulama sırasında yeterince fotoğraf çekilmemiş veya arşive girmemiştir. 

Fâtih Sultan Mehmed, yakınlarından olan Baba Nakkaş’a vaktiyle “KutluBey” denen ve Çatalca’ya yakın olan bir köyü arpalık olarak 870 (1465-66) senesinde vermiştir. Bundan on sene sonra Baba Nakkaş içine bir câmi yaparak burasını vakfetmiş ve ondan sonra Baba Nakkaş köyü diye anılmaya başlamıştır.


 İkinci Sultan Bâyezid devri nakkaşlarından olup Kanunî Sultan Süleyman zamanında ölen ve “Baba Nakkaş” diye mâruf olan Şeyh Mustafa’yı en eski tezyinât san’atkârımız olarak biliyorduk.

 

Bu hususda rahmetli Halil Edhem’in “Elvâh-ı Nakşiyye kolleksiyonu, 1924, s. 14” broşüründe şu izahatla karşılaşıyoruz:

(Sultan Bâyezid’in tasvir nakışlarına rağbeti olmadığı belki doğru olabilir. Fakat asâr-ı nakşiyyeden müteneffir bulunmadığı da Eskisaray’da ve elyevm Topkapı sarayı denilen Yenisaray’da “Baba Nakkaş” nâmiyle marûf olan ve 980 (1572)’de vefat eden Şeyh Mustafa Efendi’ye birtakım tezyinât nakşettirmiş olmasiyle tezâhür eder. (Evliyâ Çelebi, cild 6, s. 152 ve Zeyl-i Şakâyık c. 1, s. 204).

Evliyâ Çelebi Seyehâtnâmesinden (C. 6, s. 152)de şu bilgiyi ediniyoruz:

“Baba Nakkaş Sultan Bâyezid-i Velî müsâhibi ve Özbekîyy-ül asl olup ilm-i nakşda gûya Mânî ve Bîhzâd imiş. Hattâ Eskisaray kapaısı üzere o sihrâsâr münakkaş saçağı ve Saray-ı – cedîd’de Divanhâne-i Bâyezid Hân’ın kubbelerini işleyen bu zâttır. Nukûş-ı Bûkalemûn san’at ve hâlini diyâr-ı Rûm’da, ilk defa kendileri şâyi’ ermiştir. Baba Nakkaş kasabasındaki türbesinde âsûde-i hâldir.”

Görülüyor ki Halil Edhem’in de bildiği m’hazlardan verdiği mâlûmatı esas tutuyorduk. Lâkin sırf bu gibi me’hazlarımıza istinâd ederek yazılanları zamanla biraz şüpheli telâkki etmk icab ediyor. Evliya Çelebi bizce ihmal olunmıyacak me’hazlardandır, verdiği izâhat arasında başka yerlerden öğrenemeyeceklerimiz vardır. Biz ondan da vâreste kalamayız. Fakat mevzular üzerinde durunca çok defa bizi tatmin edecek bilgileri araştırdığımız nisbette bulabildiğimize yine bizzat şâhid oluruz. Nitekim Baba Nakkaş bizce bir muammâ idi. En olgun devrile, öldüğü bildirilen zaman arasındaki uzun mesafe tereddüdümüzü mucib olmakta idi ve maalesef elimizde başka me’haz olmadığından işi bir tesadüfe bırakmak zorunda idik.

Nihayet o mes’ut tesadüf bir gün gelip bizi buldu. Baba Nakkaş’ın ahdâfından ve halen vakıfların mütevellisi olduğunu söyleyen arkadaşımız Hâzım Sakaryalı bize üstünde Fâtih Sultan Mehmed’in altınlı ve etrafı tahrirli tuğrasiyle birlikte Safer 880 (1475) tarihini taşıyan Arabca bir vakfiyye getirdi. Bu vakfiyye, Kazasker Mustafa ibni Mehmed ve Kazasker Ali ibni Yusuf-ül-Fenârî gibi o devirde vakfiyyelerle alâkadar makamlarda bulunan şahsiyetleri tarafından tasdik edilmiş ve Baba Nakkaş’ı tanıyan ve yakınlarından olan Kasım ibni Abdullâh-in-Nakkaş, Mevlânâ Sinan ibni Süleymân-il-Mülâzim, Mevlânâ Mehmed-üt-Tabîb-iş-Şerâvî... gibi zatların isimleri de şahid olarak vakfiyyenin sonuna yazılmıştır.

Gördüğümüz bu Arabca vakfiyyenin hülâsası (1) şöyledir:

Büyük meziyyetler sahibi (2) Baba Nakkaş nâmiyle müştehir Şeyh Bâyezid oğlu Mehmed, kendi evlâdı hakkında ihtiyatlı ve gıptaya lâyık menfaatli eserler ihtiyar edince kalb-i selîmden mâada ne mal ve ne de evlâdın fâide ve menfaat vermediği bir günde Cenâb-ı Hakkın rızâsını ve af ve keremini umarak bu vakfı... niyyet-i hâlise ile tescil etti.

Vakıfları: Kutlubey karyesinin tamâmı, İncegöz’de değirmen ve dinkhane denen ev. Hepsini evlâd-ı sulbiyyesine ve o karyedeki mescidin mesâlihine vakfetti. Tevliyetini oğullarına, bunlar inkıraz bulursa, hâkimin münâsib göreceği birisine verdi. Mescidin imamına günde 2 dirhem, müezzine 1 dirhem, sevâbı vâkıfın ruhuna olmak üzere, günde bir cüz’ Kur’ân okuyana bir dirhem sarfedilenlerden sonra, artan para ürerse 2 kadın hissesi bir erkeğe verilmek üzere evlâdına, evlâdı munkariz olursa kızlarının evlâdına, fazlası fakirlere verilir. Mescid yıkılıp harâb olursa yapılır. İş burada yazıldığı gibi cereyân edince vakfiyyenin bâlâsını tevki’ eden hâkim dâvâ etmek ve inkâr eylemek salâhiyetini hâiz kimselerin dâvâ ve inkârı ve içtihâdı müteâkib Mevlânâ Sinân ibni Süleyman-ı Tekevî ve Kaasım ibni Abdullah şahâdetleriyle müctehid imamlardan vâkıfın cevazına kaail olanların içtihâdına binâen bu vakfın sıhhat ve lüzumuna hükmeyledi; bozacaklara da bedduâ...
Hülâsasını verdiğimiz bu mühim ve elde olan vakfiyye bize Baba Nakkaş’ın Fâtih Sultan Mehmed devri san’atkârlarından olduğunu öğretiyor.
“.............................................”
ibâresi onun Fâtih’in mukarriblerinden olduğunu, asîl bir soydan geldiğini ve kemâl sahibi olduğunu bildiriyor. İsmi de Mehemmed ibni Şeyh Bâyezid-üş-şehîr bi-Baba Nakkaş” yâni (Baba Nakkaş diye anılan ve şeyh Bâyezid’in oğlu olan Mehmed) dir.

Aslı elimizde olmıyan velâkin Vakıflar Arşivinde bir nüshası bulunan bir temellüknâmeden de öğreniyoruz ki Fâtih Sultan Mehmed, yakınlarından olan Baba Nakkaş’a vaktiyle “KutluBey” denen ve Çatalca’ya yakın olan bir köyü arpalık olarak 870 (1465-66) senesinde vermiştir. Bundan on sene sonra Baba Nakkaş içine bir câmi yaparak burasını vakfetmiş ve ondan sonra Baba Nakkaş köyü diye anılmaya başlamıştır.

Bugün aslı elde olmıyan, fakat bir sureti Vakıflar Umum Müdürlüğünde mevcut (2) olup bu Kutlubey köyünü Baba Nakkş’a temlîk eden 870 (1465-66) tarihli temliknâmenin suretine göre:

Şeyh Muhyiddin’e... İnceğiz nâhiyesinde (4) Kutlubey demekle marûf hududiyle ve sınıtiyle, tevâbiiyle ve levâhiki ile temlîk ettim. Emsâli gibi tasarruf ide. Evlâdından, ensâbımdan ve beylerden, mutasarrıflarından ve gayrılardan başka kimse müdâhele etmiye. Eğer bunlardan başkası müdâhele ederse veyahut tebdil ve tağyîr edecek olursa Allâhın, meleklerin ve bütün insanların lâ’neti üzerine olsun! Bu yazıyı okuyanlar mazmununu dooğru bilsin! Alâmet-i şerîf üzre i’tikad-ı küllî ve itimâd göstereler. Evâil-i Ramazan 870. Be-yurt-ı Manastır. Şâhitler ve imzâları ve (Ali-inni-Yusuf-ül Fenâri il-kaadî bi-l-asker-il-mansûr) tasdiki...

Peçevî tarihinde (c. 1 , s. 447) şu izâhâtı buluyoruz. “... Derviş Mehmed, Şeyh Baba Nakkaş’ın oğlu idi ve bölük ulûfesine mutasarrıf idi. Babası nâmına olan karyede zirâat ve harasetle meşhul olurdu, merhum ve mağfur-ün-leh Sultan Süleyman Han sayd ü şikâr bahânesiyle ol semtlerde seyrân ettikçe Baba taâmı diyu mâ-hazar ihzâr iderdi. Saadetlû pâdişâh kendüde kabiliyyet müşâhede itmeğle riyâsete nasbedp ba’dehû Defter-emini oldu. Lâkin kitâbetde çendân rûsûhu yoktu.

Andan Halep Defterdarlığına vâsıl olup 6 yıl kadar küllî maâş tahsil idüp andan Anadolu Defterdarlığına vâsıl oldu. Ba’dehû başdefterdar olup ölünceye kadar anda karâr itti. Bir baba âdem idi ve dervişliği yerinde, müstakîm ve dindâr kimse idi...”

Bu kayıt bize tekrîmen Şeyh i’tibar edilşen Baba Nakkaş’ın (Derviş Mehmed Çelebi) isminde oğlu olup Kanunî Sultan Süleyman zamanını idrâk ettiğini öğretiyor. Babasına verilen ve Baba Nakkaş denilen köyde oturuyor. Kanunî avlanma maksadiyle o taraflarda dolaştıkça padişâha acele “Baba taâmı” denen yemekleri hazırlatıyor. Kanunî de malî hususlarda kaabiliyetini sezerek devlet hizmetine alıyor ve maliye sahasında en son mertebeye yükseltiyor. Babası gibi, müttekî ve derviş bir zât imiş.

Mehmed Baba Nakkaş’ın oğlu “Mahmud-ül-Defterî” diye meşhur(5). Bunun oğlu, yâni Baba Nakkaş Mehmed’in torunu (İbni Baba Nakkaş) nâmiyle mârûf Defterdar-ı esbak Derviş Mehmed Çelebi’dir.

İşte Kanunî Sultan Süleyman’a civarda avlanırken bir ikrâmda bulunan bu zâttir. Bunun bir de “Şeyh Mustafa” adında bir kardeşi vardır. Her ikisi de Baba Nakkaş diye anılıyor. Derviş Mehmed Çelebi büyük babasının vakfını 970 ve 980 tarihli vakfiyyeleriyle genişletmiştir. Bunu bildiren vakfiyye 978 (1572) tarihlidir. Buna göre kendi mallarını ceddi Baba Nakkaş’ın vakfına katmıştır. Bundan 2 sene sonra 980 (1572) de Bursa’daki binâlarına âid olup bir câbî – kiralarını toplıyan ve kiraya veren- ile idâre edilen vakfının vâridâtından artan paranın da Baba Nakkaş’ın vakfına verilmesini şart koşmuştur. Bunlar mülhâk vakıflardan sayılıyor.

“Şeyh-Mustafa” da dedesi gibi nakkaşdır ve onun gibi Baba Nakkaş diye anılmıştır. İşte Halil Edhem’in bahsettiği Baba Nakkaş Şeyh Mustafa budur ve 980 (1572) de hayattadır. Vefat tarihini bilmiyoruz.

Hulâsa Fâtih Sultan Mehmed’in vefatından 6 sene önce tanzim olunan ve aslı torunu Hâzim Sakaryalı’da bulunan vakfiyye bize asıl Baba Nakkaş’ın Şeyh Mustafa olmayıp Şeyh Bâyezid’in oğlu Mehmed olduğunu öğretiyor. Bu zat Fâtih’in yakınlarındandır. Kendisi kemâl sahibi ve sulehâdandır ve asîl bir nesilden gelmektedir. İkinci Sultan Bâyezid zamanında da yaşamış ve Fâtih’in olduğu gibi onun da müsahipliğini yapmıştır.

Evliya Çelebi’nin rivâyet ettiği gibi Eskisaray’ın kapısı saçağı ve Yenisarayda Bâyezid’in Divanhâne kubbesi nakışlarını yapmıştır.

Şimdiye kadar me’hazlarımıza yalnız onun torunu Fahr-üs-sulehâ Şeyh Mustafa geçmiştir. Vefatı da 980 dedir. Evliyâ Çelebi ismini vermeyip yalnız künyesini bildirdiği asıl Baba Nakkaş’ı doğru olarak II’inci Sultan Bâyezid zamanına kadar götürebilir. Fakat zihnimize takıldığı gibi, bu iki zat arasında uzun tarih farkları da vardır. Asıl Baba Nakkaş “Şeyh Mustafa” olamazdı ve Sultan Bâyezid’in musâhibi ve devrinin nakkaşı olsun da 980 de ölsün, bu nasıl olurdu?

Nihayet mes’ut bir tesadüfle elimize geçen bu iki mühim vesika hakikati ortaya koydu(6) ve şimdiye dek muahhar zamanlara kadar götürülen asıl Baba Nakkaş’ın Fâtih Sultan Mehmed’in mukarrib ve musâhibi ve onun nakkaşlarının babası, yâni en mâhiri, yaşlısı ve sustası “üstâdı” olduğu anlaşıldı.

Fâtih Sultan Mehmed devrinde İstanbul’da vazife alarak pâyitahtta çalışmış hattatların mühim bir kısmını yalnız isimleriyle değil, eserleri ve bunların bulunduğu yerlerle de tanıyoruz. Müzehhiplerinden de hâlen elimizde mevcut iki eserine koyduğu imzâdan, ayni zamanda devrinin hem hattâtı ve müzehhibi ve hem de mücellidi olan, Şihabüddin-i Kudsî’nin ismini biliyorduk. İstanbul sarayında Fâtih Sultan Mehmed nakkaşhânesinin üstâdı olan Baba Nakkaş’ı da şimdi bu vesika sâyesinde öğrenmiş bulunuyoruz.

Baba Nakkaş’ın Fâtih’in başnakkaşı olması ve zamanında kemâliyle de padişâha yaklaşması bizce çok mühim bir neticedir.

Biliyoruz ki Fâtih ilim ve fen adamları, şâirler, san’atkârlar ve devlet ricâli ile akademik ve idârî toplantılar yapardı. En mühim harplede bile müşâvirleri yalnız devlet ve ordu ricâli değil, ulemâya kadar vâcib-ür-riâye, sevdiği ve yanından uzaklaştıramadığı mukarripleri idi.

Ayrıca seferlerde, Edirne ve İstanbul gibi, ikaet ettiği şehirlerdeki saraylarında, âlimler, hekimler şâirlerle ilmî toplantılarda bu zevâtın ihtisasları vâdisinde müşbâheseler ve hattâ münâkaşalar cereyân ediyordu. Baba Nakkaş’ın Fâtih’in mukarriplerinden olması onun şimdiye kadar tespit edebildiğimiz san’at merâkı ve bundaki tenevvüe verdiği ehemmiyet derecesinden ve ayrıca san’atkârlarla da akademik toplantılar yapmasından anlaşılıyor.

Acaba Baba Nakkaş’ın imzâlı bir eseri nasıl bulunabilecektir?

Fâtih Sultan Mehmed’in saray nakışhânelerinde, Aandolu Selçukluları nakış usulünde ve Fâtih’in san’at zevkine uygun yapılan ince ve mütenevvi’ ve hâlen İstanbul ve saray kütüphânelerinde dağınık bir surette bulunan 1000 den fazla san’at eserleri içindeki 400 e yakın motifi, birer birer inceleyerek, 1940-1950 yılları arasında topladık. Bunların arasında müstakil çalışan Şihâbüddin’inkiler müstesnâ, diğerlerinde imzâ bulamadık. Neden?

Bunun cevabı basittir: Türk san’atkârı çok mütevazidir. Bugün iftihar duyduğumuz eserlerine imza koymamışlar ve onları XV. Asır Türk san’atına mâl etmişlerdir. Bunlarla diğer Şark memleketlerinde yapılanlarla o asrın üslûbu arasıda hissolunacak farklar mevcuttur. Anadolu Türk zevki, bize mal olmuş ve tamamen Türkleşmiş motiflerle bu eserleri yalnız muayyen şahıslara değil, Türk milletine ve onun asîl ve ince zevkine maletmiştir. Bu cihetle ortada bu Türkj san’âtkârlarının muazzam Türk eserleri topluluğu vardır. Lâkin tek tek şahıs imzâsı yoktur. İmzâları, bu eserlerle Türk ruhunu yaşatmış olmalarıdır. Bu san’atkârların imzâ koymamalarının sebebi, müşterek “Kollektif” çalışmalarındandır: Yâni bir eser bir zâtin elinden çıkmamıştır. Nakışhânede çalışanların hepsinin kendi mümârese ve san’at kaabiliyetlerine göre iş bulduklarına göre, her eser üzerinde iştirakleri vardır. Nakış ve kalıplarını hazırlıyan, çizen, altının süren, tahririni yapan, cedvellerini çeken, zemin, çiçek ve şekillerin renk ve gölgelerini koyan, nihayet pürüzleri düzelten, kabın dersini tıraş eden, kabı hazırlayan, nakışlarını düzen, onların kaplarını âletlerle çizen.... velhâsıl bütün teferruatı hep ayrı san’atkâr ve çıraklar hazırlar. Çok muhtemeldir ki Baba Nakkaş gibi ismini yeni öğrendiğimiz bir üstad da yapılanları gözden geçiriyor, belki rötüşlarını yapıyor, yanına çalışan veya çalıştıklarının bu müşterek eserlerine bu kadar, kişinin ismi konamıyacağından onlara hörmeten kendisi de imzâ etmiyor, hükmü yanlış olmasa gerektir.Baba Nakkaş’ın bu dediğimiz şartlarından dolayı imzâlı bir eserine tesadüf etmedikse de, bu kadar senedir yaptığımız çalışmalarımızın bizde hâsıl ettiği bir kanâatle 880, tarihli vakfiyyesinde altınla yazılmış Fâtih tuğrasının kendi eser-i san’atı olmasına ihitmal veriyoruz. Çünkü:

Devrinin muhtelif ferman, buurultu, vakfiyye, ilâm, höccet ve temellüknâmelerinde Fâtihnâmelerinde Fâtih Sultan Mehmed’in mühtelif büyüklükte ve kalınlıkta mürekkeple yazılmış ve birbirinden yazanına gör farklı 50 kadar tûğrası vardır ve bunların birer örneğine sahp bulunuyoruz. Bu arada da iki tâne altınla yazılmış ve kenarları tahrir edilmiş, diğerlerine nisbetle daha büyükçe kıt’ada olanını bulduk. Bunlar daha ziyade “Vâcib-ür-riâye” zevâta yazılan emirnâmelerin başındadır. Bunları bir çok hattatlar yazamaz ve tezhip usulünde çalışmadılarsa da tahrirlerini yapamazlar. Lâkin hem hattât ve hem de müzehhib olursa yapabilir. Bunlar da bilhassa Fâtih Sultan Mehmed nakışhânesinde vazife almışlardır. Sonra bunları hattât hazırlanmış toz altınla yapabilir, nakkaş da tahririni çevirir veyahut her ikisini de nakkaş mevcud örneklerine göre kalıplarından hazırlayabilir. Fakat altınlı yazılan tuğralar bilhassa ekâbir içindir.

Baba Nakkaş devlet ekâbirinden değildir. Nihayet çok tevkîr edilmiş kıymetli bir san’atkârdır. Onun gibi zevâtın muahhar asırlarda bâzı vakıfları başına zamane pâdişâhlarının konan tuğraları arasında altınlı olanı yoksa da, devlet adamlarınınki çoktur.

Bu cihetle kendisine 10 sene önce temlîk olunan Kutlubey köyünü 10 sene sonra vakfetmesi bittabi’ zamanının güzel telâkki ve an’anesine göre iftihar olunacak ve o nisbette ehemmiyet verilecek bir hâdisedir. Bu cihetle biz teâmül hilâfına vakfiyyesine konan altınlı tuğranın, özenerek kendisi tarafından aslından hususî müsaade ile örneğine göre kendisi tarafından yazılıp tahrir edildiği noktasında duruyoruz. Böyle Pâdişah nâmına atılan pençiğin bir köşesinde XVIII inci asır sonlarından bilhassa Sultan Selim-i Sâlis nâmına yazılan tuğra levhalarından evvel aslâ imzâya tesadüf edilmemiştir. Bittabi’ Fâtih asrında bu hiç beklenemez; böyle tuğra yazanın bir imzâsı bile görülmemiştir.

Türk san’at tarihi üzeinde amatörce çalışanın böyle bir mütalâasını tarihçilerimiz çok defa san’at detayları üzerinde duracak vakitleri olmadığından aslâ kabule temâyül göstermezler. Eğer bu mârûzâtımız muhîk karşılanmazsa bu mazaretlerinde hakları vardır.

Amma kabul edilsin veya edilmesin: Onun bize hakikî hüviyyetini bildiren bu vakıfnâmede Fâtih Sultan Mehmed’in şimdiye kadar pek nâdir olarak görebildiğimiz altınlı tuğralarından üçüncüsü mevcuttur ve böyle meşhur bir san’atkârın vakfiyyesinin başında bulunması da bize bu mülâhazaları yürütecek kadar dikkate şayân görülmelidir.

30 Ağustos 1950 tarihinde Baba Nakkaş köyünü, bilhassa bu yazımı tamamlamak için, gidip gördüm; müşâhedelerini yazıyorum:

Baba Nakkaş köyü bugunkü durumu itibariyle çeşmelerine gelen Derebaşı suyundan mahrumdur, malesef tarihi çeşmeler ve kitabeler itinâsızdır ve çok ihmâl edilmiştir. . köye Balkan harbinde Bulgarlar girmemişlerdir. Lâkin köy yanmıştır. yürüyerek Çatalca’ya bir saat mesâfede ve İstanbul’a pek yakın Köyün ortasında Baba Nakkaş câmii var. Câmiin esası eski. Lâkin 989 (1581) de tekrar yapılmış. Kapısında itinâsız bir istifle, hiç de güzel olmıyan sülüs kitâbe okunuyor:


Evvelâ bu câmiî kıldı binâ
Bâba Nakkaş-ı guzîn-i ârifin
Eyledi ta’mîrine ânın şürû’
Ba’dehû dervîş-i hayr-üs-sâlihîn
Nâmına derler Ömr Osmân-ı Cân
Kıldı itm^m ânı bri merd-î güzîn
Görse Râsim muhrik-î tâbın ânın
Eyler îdi serfürû Nakkaş Hüseyn
Tarziyâ ânın dedim târihini
Beyt-i Aksây-ı mukaddes mescidin
989
Bu kitâbe bize câmiin yerinde Baba Nakkaş’ın bir mescidi olduğunu, sonra tâmir edildiğini öğretiyor. Lâkin rivâyet Baba Nakkaş’ı torunu defterdar-ı esbak Mehmed efendinin bir câmiî yaptırdığı şeklindedir.

Kitâbede ne kendisinin ve ne de oraya şeyh olan kardeşi Mustafa’nın isimleri vardır. Bir zamanlar burası Şeyh Mustafa’nın zâviyesi de oluyor.

Kitâbeden pek vâzıh bir mânâ çıkmıyor amma Derviş Ömer Osmandan, Nakkaş Hüseyn isimlerinden tarihi söyleyen Tarzî bahsediyor.. İlk bânîsi müstesnâ diğerleri hakkındaki rivâyetlerle bu târihin bildirdiği isimler arasında fark vardır. Amma muhakkak ki bu câmi’ Baba Nakkaş oğlu defterdar Derviş Mehmed Efendi’nin evkafındandır. Bu câmiden başka ayrıca zâviye de yaptırmıştır(7). Baba Nakkaş çifte hamamının temelinden bir parça kalmış, yakın senelerde taşları bahasına yıktırılmış. Hamamın yanında Eskici Baba müstakil bir türbede medfundur. Taşda isim ve tarih yazılı değildir. Lâkin an’an kendisinin Fâtih’in bayrakdarlarından olduğunu gösteriyor.

Karşısında, Baba Nakkaş câmiinin önündeki hazîrede, yerde yatan bir taş nazar-ı dikkatimizi çekti. Köylülerin gayretiyle kaldırıp diktirdik ve kitâbesini okuduk:


İntikale-l-merhûmü ve’l-mağfûr-is-saîd-il-mebrûr
Mahmud Çelebi ibni Himmetullah min dâr ül-fenâ
İlâ dâr-ül-bekâ fî şehri rebî-ül-evvel
Min şûhûri seneti sitte ve selâsîne ve tis’amie


Rebî-ül-evvel 936 (1529) tarihli olan bu taş Baba Nakkaş’ın tarihsiz ve yazısız mezar taşından sonra en eskisi oluyor; Baba Nakkaş’ın oğluna aittir.

Baba Nakkaş’ın oğlu Mahmud’un oğlu defterdar Mehmed Efendi’nin kabir taşı bundan sonradır. XVI ıncı asrın klâsik bir mezarıdır. Kabir taşı Muharrem 1174 (1760) da tâmir edilerek çirkin bir yazı ile şu kitâbe konmuştur:


Hüv’el-Hallâku’l-Bâkî
Merhum ve mağfînün-leh
Defterdar-ı sâbık Derviş
Mehmed Efendi rûhîçün
El-fâtiha Tarîh-i tâ’mîr

1174


Yanındaki Mahmud’un taşıdır deniyordu. Fakat Mahmud Çelebi’nin yerde yatan ve yazısı da toprağa rastladığından okunamadığı için bilinmeyen taşını bulduktan sonra Mehmed Efendi’nin yanındaki kabir başka birisine âid olmalıdır. 
Baba Nakkaş, camiin mihrâb tarafı sol pencere önündeki duvara bitişik bir surette gömülmüştür. İçerden pencerenin önünde görülüyor. Yüksek ve yeşile boyanmış bir demir parmaklık vardır. İçinden büyük ve semâpâye bir çitlenbik ağacı da çıkmıştır. Taşları etrâfındaki demir parmaklık gibi yeşile boyanmıştır.

Câmiin duvarları kârgir, çatı ahşaptır. Yanında ayrıca mihraplı bir kısım vardır ki orası beş vakitten hâriç namaz kılacaklara mahsus bir yer veya eski ilk mekteb de olabilir. Son cemâat kısmının sakfı örtülüdür. Büyük bir sâhayı kaplamaktadır. Bir zamanlar köyü kalabalık olduğundan câmiin ancak bu suretle büyültülmüş bulunduğu intibâını vermektedir. Minârenin önünde ayrıca hâriçten bir kapı ile girilir bir odası vardır. Minber ahşaptır. Müezzin mahfili 150 seneliktir. Mihrâbı mermerdendir, lâkin sonradan boyanmıştır. Şadırvanı kapalı bir oda içerisinde ve arkadadır. Burasını hâlen torunu ve mütevellisi olan Bay Hâzim Sakaryalı başında durarak esaslı bir surette tâmir ettiriyor.

Köyün içinde eskiden kalma, medrese olarak kullanılmış olduğu söylenen binanın minare kalıntısı bulunmaktadır. Köy ortasında tarihi bir çeşme mevcuttur. Köy camisinin tam karşısında Eskici Baba' türbesi bulunmaktadır. Bu kişinin de Fatih'in bayraktarlarından olduğu söylenmektedir.

Ormanı yoktur. Meraları çalılıktır. Avcılık yapılmaktadır. Doğusunda Hadımköy, batısında İzzettin ve Örcünlü köyleri, kuzeyinde Yassıören Köyü ile Kızılcaali Köyü, güneyinde Yeşilbayır ve Bahşayış köyleri bulunmaktadır.

İlçeye uzaklığı 12 km olup yolu asfalttır. Hadımköy'e 6, Yassıören Köyü'ne 3, İzzetin Köyü'ne 5, Örcünlü Köyü'ne 5 km asfalt yolla bağlıdır.

Başlıca geçim kaynakları tarım ve hayvancılıktır. Köy Hali hazırda Çatalca Belediyesine bağlanarak, mahalle şeklini almıştır.



nest...

çamaşır makinesi ses çıkarması topuz modelleri kapalı huawei hoparlör cızırtı hususi otomobil fiat doblo kurbağalıdere parkı ecele sitem melih gokcek jelibon 9 sınıf 2 dönem 2 yazılı almanca 150 rakı fiyatı 2020 parkour 2d en iyi uçlu kalem markası hangisi doğduğun gün ayın görüntüsü hey ram vasundhara das istanbul anadolu 20 icra dairesi iletişim silifke anamur otobüs grinin 50 tonu türkçe altyazılı bir peri masalı 6. bölüm izle sarayönü imsakiye hamile birinin ruyada bebek emzirdigini gormek eşkiya dünyaya hükümdar olmaz 29 bölüm atv emirgan sahili bordo bereli vs sat akbulut inşaat pendik satılık daire atlas park avm mağazalar bursa erenler hava durumu galleria avm kuaför bandırma edirne arası kaç km prof dr ali akyüz kimdir venom zehirli öfke türkçe dublaj izle 2018 indir a101 cafex kahve beyazlatıcı rize 3 asliye hukuk mahkemesi münazara hakkında bilgi 120 milyon doz diyanet mahrem açıklaması honda cr v modifiye aksesuarları ören örtur evleri iyi akşamlar elle abiye ayakkabı ekmek paparası nasıl yapılır tekirdağ çerkezköy 3 zırhlı tugay dört elle sarılmak anlamı sarayhan çiftehan otel bolu ocakbaşı iletişim kumaş ne ile yapışır başak kar maydonoz destesiyem mp3 indir eklips 3 in 1 fırça seti prof cüneyt özek istanbul kütahya yol güzergahı aski memnu soundtrack selçuk psikoloji taban puanları senfonilerle ilahiler adana mut otobüs gülben ergen hürrem rüyada sakız görmek diyanet pupui petek dinçöz mat ruj tenvin harfleri istanbul kocaeli haritası kolay starbucks kurabiyesi 10 sınıf polinom test pdf arçelik tezgah üstü su arıtma cihazı fiyatları şafi mezhebi cuma namazı nasıl kılınır ruhsal bozukluk için dua pvc iç kapı fiyatları işcep kartsız para çekme vga scart çevirici duyarsızlık sözleri samsung whatsapp konuşarak yazma palio şanzıman arızası