allaha yalvarma bulmaca / Tasavvuf Terimleri | İslam ve İhsan

Allaha Yalvarma Bulmaca

allaha yalvarma bulmaca

Tasavvuf Terimleri

Tasavvufta en çok kullanılan terimler nelerdir? Tasavvuf terimleri sözlüğü Tasavvuf terimleri ve anlamları.

Osman Nuri Topbaş Hocaefendi’nin Hazret-i Mevlana kitabında geçen tasavvuf terimleri ve anlamı.

TASAVVUF TERİMLERİ VE ANLAMLARI

Abes: Boş, gereksiz, saçma, hakîkate uymayan şey.

Abus: Somurtkan, ekşi, asık çehreli kimse.

Akîde: Îtikad, îman, dînî inanış.

Alâmet-i fârika: 1. Ayırt edici vasıf. 2. Karakteristik özellik.

Alenî: Açıkta, herkesin gözü önünde cereyân eden, açık, meydanda, âşikâr.

Aşkullah: Allah aşkı.

Ayân: Belli, açık, meydanda.

Ayine: Ayna.

Bâtınî: Dâhilî, sır ve hakîkatle ilgili.

Beis: Zarar, ziyan, mahzur.

Belâgat: Ede­bi­yat kâ­ide­le­ri il­mi. Söz ve ya­zı­da düz­gün, sa­nat­lı ve te­sir­li ifâ­de.

Benî İsrâil: İsrailoğulları, yahudîler.

Bîgâne: 1. Tanıdık olmayan, yabancı. 2. İlgisiz.

Bîzâr: Ra­hat­sız, bık­mış, usan­mış, şikâyetçi, küs­kün.

Buğz: Düşmanlık hissi, nefret, kin, içten düşmanlık göstermek.

Cârî: 1. Cereyân eden, akan, akıcı. 2. Geçerli, mûteber, yürürlükte. 3. Tedâvül eden.

Celâdet: Yiğitlik, kahramanlık, metânet.

Celbetmek: Çekmek, getirmek, dâvet etmek.

Cemâdât: Cansız varlıklar.

Cemâl: 1. Yüz güzelliği. 2. Güzellik, iç ve dış güzelliği. 3. Allâh’ın rahmetiyle tecellîsi, lûtuf, rızâ, ihsan vb. sıfatları. Celâl’in karşılığı.

Cemâlî sıfat: Allah Teâlâ’nın lûtuf, ihsan ve merhametine delâlet eden vasıfları.

Cemâlullâh: Hak Te­âlâ’nın son­suz gü­zel­li­ği.

Cevvâliyet: Çok ha­re­ket­li­lik, can­lı­lık, akış­kan­lık.

Cîfe: 1. Leş. 2. Pis ve iğrenç şey.

Cüzʼî: Az, pek az, az miktarda.

Dâvî: Dâvâ, iddiâ.

Delâlet: 1. Alâmet, işaret. 2. Yol gösterme, kılavuzluk etme.

Dersiâm: Ta­le­be­ye, med­re­se­li­ye ve her­ke­se ders ver­me­ye yet­ki­li bu­lu­nan kim­se.

Derûnî: İç­ten, gö­nül­den.

Diğergâmlık: Başkalarını düşünmek.

Dûçâr olmak: Mâruz kalmak, yakalanmak.

Empoze: Zorla, baskı ile kabul ettirilmiş.

Emr-i bi’l-mârûf, nehy-i ani’l-münker: İyiliği emretmek, kötülükten sakındırmak.

Evlâ: 1. Bi­rin­ci, da­ha ön­ce ge­len. 2. Da­ha iyi, da­ha uy­gun, da­ha lâ­yık, da­ha mü­nâ­sip.

Fârik: Fark eden, ayıran.

Farîza: 1. Şer‘î açıdan yapılmasında mecbûriyet bulunan şey, farz olan şey. 2. Mutlaka yapılması îcâb eden şey.

Farz-ı ayn: Mükellef olan herkes tarafından mutlaka yerine getirilmesi îcâb eden farz.

Farz-ı kifâye: Bir veya yeterli sayıda kişi tarafından yerine getirilmesi ile başkaları üzerinden kalkan farz. (Meselâ, cenâze namazı.)

Fazl u kerem: İyilik, fazîlet, lûtuf, cömertlik.

Fenâ filllâh: Maddî varlık ve benlikten sıyrılıp rûhen Allah Teâlâ’nın varlığında yok olma.

Ferâgat: 1. Hakkından isteyerek vazgeçme. 2. Dâvâdan vazgeçme. 3. Affetme.

Ferah-nâk: Sevinçli, mesut, şâd.

Feyz: 1. Mâ­ne­vî haz; gö­nül hu­zu­ru. 2. Bol­luk, bereket. 3. Ol­gun­laş­ma ve iler­le­me. 4. Su­yun ta­şıp ak­ma­sı.

Firâset: Mânen kavrama, an­la­ma, sez­me kâ­bi­li­ye­ti.

Gâib: Bu­lun­ma­yan, ha­zır ol­ma­yan, ka­yıp, görünmeyen.

Ga­râ­ip: 1. Ga­rip, acâ­yip, şa­şı­la­cak şey­ler. 2. Tu­haf­lık­lar.

Gayb: 1. Göz önünde olmayan, alâmet ve emâre ile bilinemeyen, gizli olan. 2. His ve aklın ötesinde kalan, insanlar tarafından kavranamayan. 3. Mânevî âlem.

Gayretkeşlik: Tarafgirlik, yardakçılık.

Gıyâb: Bu­lun­ma­ma, ha­zır ol­ma­ma, uzak­ta ol­ma.

Hacc-ı ekber: 1. Farz olan hac ibadeti. 2. Hac sırasında Arafat’a çıkma günü Cuma gününe rastlayan hac.

Hâcet: İhtiyaç, lüzum, gereklilik, muhtaçlık.

Hâdisat: Hâ­di­se­ler, olaylar.

Hakşinas: Hak ve hakîkati tanıyıp kabûl eden, doğruya tâbî olan.

Hamâkat: Anlama kıtlığı, bönlük, ahmaklık.

Hasis: Elinde bulunduğu hâlde kimseye yardım etmeyen, vermeyen, cimri, pinti.

Hâzık: Hazâkatli, işinin ehli, usta, eli uz.

Hengâm: Za­man, çağ, sı­ra, va­kit, mev­sim.

Hevâ: 1. Nefse âit şeylere olan heves, istek. 2. Nefsânî zevkler, düşkünlükler.

Hezeyan: 1. Saçmalama, abuk sabuk konuşma, herze. 2. Sayıklama.

Hikmet: 1. Yüksek bilgi. 2. Sebep, gizli sebep. 3. Ahlâkî söz, öğüt verici, öğretici ahlâkî söz.

Himmet: Yardım, ihsan, mânevî yardım, rûhânî imdat.

Hodgâm: Hod­bin, ben­cil, sırf kendi menfaatini düşünen.

Husûmet: 1. Düş­man­lık. 2. Ha­sım­lık, ha­sım ol­ma hâ­li.

Huşû: 1. Allah Teâlâ’ya karşı korku ve sevgi ile boyun eğme; bu duygu ile meydana gelen hâl. 2. Alçak gönüllülük, tevâzu.

Hüsn-i hâl kağıdı: 1. Resmî dâirelerce verilen iyi hâl kağıdı. 2. Bir şey veya kişi hakkında güzel ve iyi şâhitlikte bulunmak.

Hüsn-i kabûl: İyi karşılayış, saygı ve sevgi gösterme.

Islahat: Islahlar; bozukluk, kötülük ve aksaklıkları düzeltmek için yapılan işler, reform.

İbâre: 1. İfade, tâbir. 2. Bir fikri ifade eden kısa söz topluluğu. 3. Cümle.

İcâzet: 1. İzin, ruhsat. 2. Diploma.

İdâme: Devam ettirme, sürdürme.

İdlâl: Da­lâ­le­te dü­şür­me, doğ­ru yol­dan çı­kar­ma, az­dır­ma.

İfnâ: Yok etme, tüketme, bitirme.

İğvâ: Az­dır­ma, yol­dan çı­kar­ma, ayart­ma.

İhâta: 1. Bir şeyi kuşatma, çevirme, kavrama. 2. Zihnen, aklen, bilgiyle kavrama; tam ve mükemmel bir şekilde anlama.

İhtilâç: 1. Çar­pın­tı, çar­pın­ma. 2. Se­ğir­me. 3. Kas­la­rın gayr-i ih­ti­yâ­rî ka­sıl­ma­sı.

İhtilât: Karışıp görüşme, beraber yaşama.

İhtiras: Aşırı hırs, şiddetli arzu.

İhyâ: 1. Yeniden hayat kazandırma, canlandırma, uyandırma, diriltme, güçlendirme, tâzeleme, onarma, şenlendirme, îmâr. 2. Bir geceyi ibadetle geçirme.

İkāme: 1. Yerine koyma. 2. Oturtma. 3. Ayağa kaldırma. 4. Namazı hakkıyla kılma.

İkrar: 1. İnancını, fikrini açıkça söyleme. 2. Tasdîk, kabul. 3. Îtiraf. 4. Kararlaştırma.

İlhâk: 1. Katma, ilâve etme, ekleme. 2. Hâkimiyeti altına alma.

İlticâ: 1. Sı­ğın­ma. 2. Gü­ven­me, da­yan­ma. 3. Duâ ve yakarış.

İmtizâc: 1. Karışabilme. 2. Birbirini tutma, uygunluk. 3. İyi geçinme, uyuşma.

İn’ikâs: Akislenme, yansıma.

İnd: Kat, huzûr.

İnkişaf: 1. Açılma. 2. Büyüme, gelişme. 3. Meydana çıkma.

İrşad: 1. Hak yolu, doğru yolu gösterme, uyarma. 2. Tasavvufta, mürşidin Allah yolunu göstermesi.

İrtikâb: Kötü, fenâ, günah teşkil edecek bir şey yapma.

İstiâb: 1. İçine alma, içine sığma. 2. Kapasite.

İstîdat: 1. Bir şeyin kabûlüne, kazanılmasına olan tabiî meyil, kâbiliyet. 2. Akıllılık. 3. Anlayışlılık.

İstifham: Zihni ve gönlü meşgul eden soru.

İstiğrak: 1. Dalma, içine gömülme. 2. Kendinden geçip dünyayı unutma.

İstihzâ: Alaya alma, eğlenme, zevklenme, ince alay.

İtidâl: 1. Aşırı olmama, orta hâlde bulunma. 2. Yumuşaklık, mülâye­met.

İtiyad: Âdet hâline getirme, alışma, alışkanlık.

İttibâ: Tâ­bî ol­ma, uy­ma, ar­dı ­sı­ra git­me.

İzzet: 1. Kıymet, değer. 2. Yücelik, ululuk. 3. Saygı, kerem.

Kāl: Söz, lâf.

Kalb-i münîb: Allâh’a yönelen kalp.

Kalb-i selîm: Allâh’ın râzı olduğu temiz gönül, fıtrî sâfiyeti bozulmamış kalp.

Kapitalist: Sermâye sahiplerinin iktisâdî sahada serbest faaliyet etmeleri esasına dayanan, sermâyedarlar rejimini benimseyen.

Kasvet: İç sıkıntısı, gam keder, tasa.

Kelp: Köpek.

Kerahat: 1. İğrenme, nefret etme, tiksinme. 2. Bir işi zorla mecbûriyet yüzünden yapma. 3. Dinî bakımdan haram sayılmamış olmakla beraber, harama yakın sayılan fiil veya şey.

Kesif: Yoğun, koyu, sık, tok, kalın.

Keyfiyet: Bir şeyin nasıl olduğu, hâl, durum, nitelik, kalite.

Kıstas: Ölçü, miyar, nisbet, mîzan.

Kinâye: 1. Maksadı kapalı ve dolaylı anlatan söz. 2. Üstü örtülü, dokunaklı söz.

Küllî: 1. Bütünle ilgili, bütüne âit, umûmî, hepsi, tamamı. 2. Çok miktarda.

Lâhûtî: Ulû­hi­yet âle­miy­le il­gi­li, ulû­hiye­te âit, İlâhî, Rabbânî.

Latîf: 1. Hoş, yu­mu­şak, nâ­rin. 2. Cis­mâ­nî ol­ma­yan, rû­hâ­nî.

Ledünnî: 1. Allah bil­gi­si­ne ve sır­la­rı­na âit. 2. Allah katından bildirilen.

Liberalist: Kişi hürriyetlerine taraftar olan, liberalizm taraftarı.

Mâhî: Balık.

Mahkeme-i kübrâ: Büyük mahkeme, ölümden sonra çıkılacak ilâhî mahkeme.

Mahviyet: 1. Be­şe­rî ve dün­ye­vî noksanlık­lar­dan kur­tul­ma hâ­li. 2. Tevâzu.

Mâkes: Akis ye­ri, bir şe­yin yan­sı­dı­ğı yer.

Mâlâyânî: Mânâsız, faydasız, boş söz.

Mâlik: 1. Sa­hip, efen­di. 2. Ta­sar­ruf eden, elin­de bu­lun­du­ran.

Mâlikiyet: Mâlik olma, sahip bulunma, tasarruf ve temellük hakkı.

Mâlûl: İllet­li; ken­di­sin­de bir has­ta­lık bu­lu­nan.

Maraz: Hastalık, dert, belâ.

Mârifetullah: Allah -celle celâlühû-’yu kalben ve yakînen tanıma, bilme.

Mâsıyet: 1. İs­yan. 2. Kö­tülük. 3. Gü­nah şey­ler.

Mâsivâ: 1. Allah’tan gayrı bütün varlıklar. 2. Dünya ile ilgili olan şeyler.

Maslahat: 1. Yerine göre îcâb eden iş, söz, davranış. 2. İyilik, düzen, âsâyiş.

Mass: Emme, emerek çekme, soğurma.

Materyalist: Mad­de­den baş­ka var­lık ve kuv­vet ta­nı­ma­yan fel­se­fî ekolü, mad­de­ci­liği benimseyen kimse.

Mazhariyet: Mazhar olma hâli, nâil olma, kavuşma, şereflenme.

Med-cezir: 1. De­ni­zin Ay çe­ki­mi tesi­ri ile al­ça­lıp yük­sel­me­si, gel-git. 2. İniş-çı­kış.

Meftûn: 1. Gö­nül ver­miş, vur­gun, müp­te­lâ, düş­kün. 2. Şaş­kın­lık de­re­ce­sin­de be­ğen­miş, hay­ran.

Meknuz: Yere gömülü, hazinede saklı.

Melce: Sı­ğı­nı­la­cak yer, il­ti­câ edi­le­cek yer, ba­rı­nak.

Melekût: 1. Saltanat, hükümdarlık, padişahlık. 2. Melekler ve ruhlar âlemi. 3. Melekler ve ruhlar, semâvî şeyler.

Menşe: Neş’et edi­len yer, çı­kış ye­ri, kök, kay­nak.

Menzil: 1. Konaklanılan mekân, ev. 2. Hedef, gâye.

Merci: 1. Müracaat edilecek makam. 2. Dönülecek yer.

Mesâbe: Değer, hüküm, derece, mertebe, misil.

Meşrep: 1. Bir kim­se­nin ya­ra­tı­lış­tan ge­len mi­zâ­cı, ta­bi­at, huy. 2. Âdet. 3. Gi­diş, ha­re­ket, ta­vır, tu­tum.

Meşrû: 1. Şerîate uygun, dînin müsaade ettiği şey. 2. Hukuka, kanuna uygun.

Metâ: Mal, ser­vet, ti­câ­rî de­ğe­ri bu­lu­nan var­lık.

Metânet: Me­tin­lik, muh­kem­lik, da­ya­nık­lı­lık, sağ­lam­lık.

Meziyet: Bir kim­se­yi baş­ka­la­rın­dan ayı­ran ve yü­cel­ten va­sıf, üs­tün­lük, de­ğer­li­lik.

Muâfiyet: 1. Af­fe­dil­miş, ba­ğış­lan­mış ol­ma. 2. İs­tis­nâ, im­ti­yaz.

Muâheze: 1. Bi­ri­nin hâl ve dav­ra­nış­la­rı­nı be­ğen­me­ye­rek çı­kış­ma, azar­la­ma. 2. Tâ­riz, ten­kid.

Muâmelât: Muâmeleler, davranışlar; iş, alışveriş vs. sûretiyle yaşanan her türlü beşerî münâsebetler.

Muâşeret: Bir arada hoşça geçinerek yaşama, âdâb-ı muâşeret, görgü.

Muayyen: Tâ­yin edil­miş, bel­li, be­lir­li.

Muhabbetullah: Al­lah sev­gi­si.

Muharref: Tahrif edilmiş, bozulmuş, özünden uzaklaştırılmış.

Mukâbele: Kar­şı­lık, ce­vap.

Mukâbil: 1. Karşı, bedel. 2. Karşılık olarak, muâdil.

Mukadder: Al­lah ta­ra­fın­dan ezel­de tak­dîr olun­muş ka­zâ, ka­der, alın­ya­zı­sı.

Mukaddesat: Mukaddes şeyler; kudsî, mübârek varlıklar.

Mukâvemet: 1. Bir gücün tesirine karşı koyan güç, direnç. 2. Karşı durma, direnme, karşı tarafın irâdesine boyun eğmeme.

Muktezâ: 1. İk­ti­zâ eden şey­ler, ge­re­ken­ler. 2. So­nuç­lar.

Musaffâ: Tas­fi­ye edil­miş, arı­tıl­mış, te­miz­len­miş, sâ­fi­yet ka­zan­mış.

Musallâ: 1. Na­maz kıl­ma­ya mah­sus açık yer. 2. Câ­mi ci­vâ­rın­da ce­nâ­ze na­ma­zı kı­lı­nan yer.

Muvâfık: Uy­gun, ye­rin­de.

Muvâzene: İki şeyin eşit olma hâli, denk, denklik.

Mücellâ: Ci­lâ­lan­mış, ci­lâ­lı, par­lak, par­la­tıl­mış.

Mücrim: 1. Günahkâr. 2. Kabahatli, suçlu.

Müekked: Kuvvetlendirilmiş, sağlamlaştırılmış.

Müessir: 1. Te’sir eden, eser bırakan. 2. Hüzün veren, kederlendiren, dokunaklı.

Mülâkat: Gö­rü­şmek, ko­nu­şmak, bu­lu­şmak.

Mün’akis: Çarpıp geri dönmüş, aksetmiş, yansımış.

Münâdî: 1. Nidâ eden, bağıran, duyurmaya çalışan, tellâl. 2. Müezzin.

Münevver: 1. Işık­lı, ay­dın, par­lak. 2. Ten­vir edil­miş, ay­dın­lan­mış. 3. Bil­gi­li, kül­tür­lü.

Münezzeh: 1. Bir şe­ye ih­ti­ya­cı bu­lun­ma­yan, muh­taç ol­ma­yan. 2. Arın­mış, te­miz, be­rî, sâ­lim.

Münzevî: Herkesten uzaklaşıp inzivâya çekilmiş bulunan.

Mürâî: Riyâkar, ikiyüzlü, başkalarına gösteriş yapan.

Mürebbî: Ter­bi­ye edi­ci.

Müsâmaha: Göz yum­ma, hoş gör­me, al­dır­ma­ma.

Müstağnî: 1. Minnetsiz, ihtiyacı olmayan. 2. Tenezzül etmeyen. 3. Tok gözlü, kanâatkâr.

Müstefîd: İstifade eden, fayda elde eden, kazanan.

Müsterih: 1. Huzur içinde, gönlü rahat. 2. Emin.

Müsteşrik: Doğu milletlerinin dil, kültür ve tarihi ile uğraşan kimse, oryantalist.

Müşâhede: 1. Bir şe­yi göz­le gör­me. 2. Mâ­ne­vî se­yir.

Müşahhas: 1. Şa­hıs­lan­dı­rıl­mış, ci­sim­len­di­ril­miş, şe­kil­len­di­ril­miş. 2. Göz­le gö­rü­lüp, el­le tu­tu­lur hâl­de bu­lu­nan.

Müşkül: 1. Güç, zor, çetin. 2. Güçlük, zorluk, engel.

Mü­te­fek­kir: Te­fek­kür eden, dü­şü­nen.

Mütekâmil: Tekâmül etmiş, kemâle ermiş, gelişmiş.

Mü­te­veccih: Teveccüh eden, yönelen, bir yere gitmeye hazırlanan.

Müttakî: 1. Sakınan, çekinen. 2. Allah’tan korktuğu ve O’nu sevdiği için günahlardan uzak duran.

Müyesser: 1. Ko­lay olan, ko­lay­lık­la ger­çek­le­şen. 2. Na­sib olan. 3. Ko­lay­laş­tı­rıl­mış.

Müzâyede: Daha yüksek bedel verene satmak üzere artırmaya çıkarma.

Müzeyyen: Tez­yîn edil­miş, be­zen­miş, süs­len­miş.

Nâçizâne: Nâçiz olana yakışır tarzda, değersizce mânâsında bir tevâzu ifadesi.

Nâdan: 1. Bil­mez, câhil. 2. Ka­ba, ter­bi­ye­si kıt. 3. Dost ol­ma­yan.

Nâiliyet: Nâil olma, erişme.

Nâkıs: Nok­san, ek­sik, yetersiz.

Nazargâh: Bakılan yer, bakma yeri.

Necâset: 1. Pislik, murdarlık. 2. Ters, kazûrat.

Nedâmet: Nâdim olma, pişman olma.

Nefsâniyet: 1. Kin, garez, husûmet. 2. Nefsin menfî hâlleri. 3. Gurur, kibir, enâniyet.

Nefs-i mutmainne: İyiliği kötülükten ayıran, huzura ulaşan nefs.

Neşriyat: Yayımlanmış şeyler, yayım.

Neşve: Se­vinç, ke­yif, mut­lu­luk.

Nezih: 1. Temiz. 2. Güzel, kibar.

Nifak: 1. Münâfıklık, iki yüzlülük. 2. Müslüman görünüp kâfir olma.

Numûne-i imtisal: Misal getirilecek örnek.

Nutfe: 1. Döl suyu. 2. Duru, saf su.

Nübüvvet: Ne­bî­lik, pey­gam­ber­lik.

Perspektif: 1. Eşyayı belli bir noktaya göre uzaklıklarını ve konumunu belirtecek şekilde resmetme usûlü. 2. Görüş tarzı.

Rahîm: Merhametli, esirgeyen, koruyan, acıyan.

Rahle-i tedrîs: Bir muallimin veya mürebbînin terbiyesinden geçme. Eğitim, terbiye ve düşünce bakımından feyz ve bereketine nâil olma.

Rakik: 1. Çok ince, yufka, nâzik, nârin. 2. Yumuşak kalpli, yufka yürekli, hisli.

Râm olmak: İtaat et­mek, bo­yun eğ­mek, bütün varlığıyla bağlanmak, ken­di­ni baş­ka­sı­nın em­ri­ne bı­rak­mak.

Raûf: Son derece şefkatli, esirgeyici.

Râyiha: Koku, güzel koku.

Reformist: Düzeltmeci, ıslahatçı, değişim taraftarı.

Rikkat: 1. İn­ce­lik, yuf­ka­lık. 2. Ne­zâ­ket. 3. İfâ­de­de in­ce­lik. 4. Mer­ha­met et­me.

Riyâ: İki yüzlülük, gösteriş, sahte davranış.

Rûhâniyet: 1. Rûha âit mânevî atmosfer, rûhu takviye eden mânevî hâller. 2. Ve­fât et­miş olan bir şah­si­ye­tin de­vam eden mâ­ne­vî kuv­ve­ti.

Ruhsat: 1. İzin, müsâade. 2. Serbest bırakma, müsâade etme, kolaylık gösterme. 3. Azîmetin zıddı.

Rücû: 1. Geri dönme. 2. Vazgeçme, sözünü geri alma.

Sabr-ı cemîl: Halka şikâyet etmeyerek ihtiyatkâr olunan sabır.

Sadaka-i câriye: Kişinin vefatından sonra da sürekli ecir ve sevâba vesîle olmaya devam eden hayır-hasenât.

Saded: Ka­sıt, ni­yet, mak­sat, esas ko­nu.

Sefih: 1. Kendi malını alabildiğine israf ederek kullanan. 2. Zevk, eğlence ve süse aşırı derecede düşkün olan.

Sekînet: 1. Sâ­kin ol­ma, sü­kû­net. 2. Hu­zur, gö­nül ra­hat­lı­ğı.

Selâtîn: 1. Sultanlar. 2. Sultanların yaptırdığı câmi vs…

Selef: 1. Bir hâl ve işte daha önce bulunmuş olan, eski. 2. İlk örnek müslüman nesil.

Serzeniş: Başa kakma, çıkışma, azarlama, sitem.

Sevi: Sevgi, muhabbet.

Seyr u sülûk: Ta­rî­kat­te tâ­kip olu­nan usûl. Ta­rî­ka­te gi­ren kim­se­nin Hakk’a vus­lat için yap­tı­ğı mâ­ne­vî yol­cu­luk.

Sırât-ı müstakîm: 1. Allah -celle celâlühû-’nun râzı olduğu dosdoğru yol. 2. Sırat köprüsü; üstünden geçip Cennet’e gitmek üzere Cehennem’in üzerine kurulacak olan çok dar ve güç geçilir köprü.

Sîret: 1. Bir şah­sın mâ­ne­vî du­ru­mu, hâl, ha­re­ket ve ta­bi­ati, ah­lâk ve ka­rak­te­ri. 2. Haz­ret-i Pey­gam­ber’in hâl ter­cü­me­si.

Sûret-i hak: Zâhiren doğru ve samîmî görüntü.

Süfliyat: Dün­ya ile il­gi­li ba­ya­ğı iş­ler.

Sünnet-i müekkede: Peygamber Efendimiz’in çok az terk edip sürekli olarak yaptığı sünnet.

Sürûr: Se­vinç.

Şân-ı ulûhiyet: İlâhlığın şânı.

Şârih: Şerh eden, açıklayan.

Şek: Tereddüt, gizli îtiraz.

Şemâil: 1. Huylar, tabiatler, ahlâklar. 2. Güzelliğin ve büyüklüğün bir araya gelmesi.

Şerâre: Kıvılcım.

Şerîf: 1. Şeref sahibi, ulu, yüce. 2. Kutlu, mübarek, mukaddes. 3. Hazret-i Muhammed -sallâllâhu aleyhi ve sellem-’in soyundan gelen, Mekke emirlerine verilen unvan.

Şi‘riyyet: Şiire âit, şiire has özellik.

Şiâr: Ni­şan, eser, işâ­ret, alâ­met.

Taaccüb: Acayip karşılama, şaşma, hayret etme.

Tâat: Allâh’ın emir­le­ri­ni ye­ri­ne ge­tir­me, ibadet.

Tâbiîn: Sahâbîlere erişip onlardan hadis nakledenler.

Tâdil-i erkân: İbadetleri esaslarına riâyet ederek düzgünce edâ etmek; namazı usûlüne uygun kılmak.

Tafsîlât: 1. Etraflıca açıklamalar, izahat. 2. Ayrıntılar, teferruat.

Tahassüs: His­len­me, duy­gu­lan­ma.

Takvâ: Al­lah’tan kork­ma, Al­lâh’ın rızâ ve muhabbetini kaybetme kor­ku­suy­la dî­nin ya­sak­la­rın­dan titizlikle kaçınıp emirlerini yerine getirme.

Tamah: 1. Hırs, açgözlülük. 2. Şiddetle isteme, ifrat derecesinde arzu.

Tarihselci: Kur’ânî hükümlerin inzâl buyrulduğu zamana âit olduğunu iddiâ eden sapkın görüşü benimseyip savunan.

Tasallut: Mu­sal­lat ol­ma, sa­taş­ma, ba­şı­na ek­şi­me.

Tasarruf: 1. Kul­lan­ma yet­ki­si. 2. Sa­hip ol­ma. 3. İda­re ile kul­lan­ma. 4. Velîlerin eşya ve varlıklar üzerindeki mânevî tesiri.

Tasavvur: Zihinde canlandırma, tahayyül etme, göz önüne getirme.

Tasfiye: Saflaştırma, arıt­ma, boşaltma.

Tazarrû: Tevâzu ve huşû ile Allâh’a yalvarma.

Tâzîm: Hür­met, say­gı, yü­celt­me.

Tâziye: Ölenin yakınlarına baş sağlığı dileme.

Te’yid: 1. Doğ­ru­la­ma, des­tek­le­me. 2. Kuv­vet­len­dir­me, sağ­lam­laş­tır­ma.

Tebaa: Bir devletin idaresi altında bulunanlar, tâbî olanlar.

Tebe-i Tâbiîn: Hazret-i Peygamber’le görüşen sahâbe nesline yetişemeyip de sahâbîleri gören tâbiîn nesline yetişip onlardan nakil ve rivâyette bulunanlar.

Teberrüken: Bereket sayarak, vesîlesiyle bereketlenme ümîd ederek, mübârek addederek.

Tecâhül-i ârifâne: Bilinen bir şeyi, edebî bir nükte ile bilinmiyormuş veya başka türlü biliniyormuş gibi gösterme sanatı.

Tecellî: 1. Gö­rün­me, be­lir­me. 2. Al­lâh’ın lût­fu­na nâ­il ol­ma.

Tecellîgâh: Tecellî yeri, bir şeyin göründüğü yer.

Tecerrüd: 1. Her şey­den vaz­ge­çip sade­ce Al­lâh’a yö­nel­me. 2. Sıy­rıl­ma, so­yun­ma.

Tecessüs: 1. Bir şe­yin iç yü­zü­nü araş­tı­rıp sır­rı­nı çöz­me­ye ça­lış­ma. 2. Me­rak. 3. Ayıp arama.

Tecezzî: Cüzlere ayrılma, parçalanma.

Techiz: Lü­zum­lu şey­le­ri ta­mam­la­ma, do­nat­ma.

Tedâvül: 1. Elden ele geçme, kullanılma. 2. Geçerli olma.

Tedrîcî: De­re­ce de­re­ce, ya­vaş ya­vaş ilerleyen.

Teessür: Üzün­tü, ka­ram­sar­lık.

Tekfin: Kefen sarma, kefenleme.

Tekfir: Kâ­fir say­ma, kü­für is­nâd et­me.

Teksîf: Sı­kış­tır­ma, yo­ğun­laş­tır­ma, ko­yu­laş­tır­ma.

Telâkkî: 1. An­la­yış, gö­rüş. 2. Şah­sî an­la­yış, şah­sî gö­rüş.

Te’lif: 1. Uz­laş­tır­ma, bağ­daş­tır­ma; alış­tır­ma. 2. Eser yaz­ma, top­la­ma, dü­zen­le­me. 3. Ya­zıl­mış eser. 4. Bir ibâ­re­nin dü­ze­ni.

Telkin: 1. Fik­ri­ni ka­bûl et­tir­me, aşı­la­ma. 2. Öl­mek üze­re olan kimse­nin ba­şın­da ke­li­me-i şe­hâ­det ge­ti­re­rek tek­rar­la­ma­sı­nı sağ­la­ma­ya ça­lış­ma.

Temâşâ: 1. Bakıp seyretme. 2. Gezme.

Tenvir: 1. Ay­dın­lat­ma. 2. Bilgilendirme.

Terakkî: 1. Art­ma, iler­le­me, yük­sel­me. 2. Da­ha iyi hâ­le gel­me.

Teselsül: Ard arda gelme, birbirini takip etme, zincirleme.

Teslîmiyet: Teslîm olma, boyun eğme, rızâ gösterme, itaat etme.

Teşbih: Ben­zet­me, kı­yas­la­ma.

Teşebbüs: 1. Bir işi yapmak için harekete geçme. 2. Kalkışma.

Teşne: 1. Su­suz, su­sa­mış. 2. Ar­zu­lu, is­tek­li.

Tevdî: 1. Emâ­net et­me. 2. Tes­lîm et­me.

Tevekkül: 1. Vekil kılma, başkasına havâle etme. 2. Allah -celle celâlühû-’ya güvenme, gücünün yetmediği yerde Allah -celle celâlühû-’dan bekleme.

Teʼyid: 1. Kuvvetlendirme, sağlamlaştırma. 2. Doğru olduğunu kabul etme, doğrulama.

Tezellül: Kendini aşağı ve hor görme.

Tezkiye: Nef­si, her tür­lü kö­tü sı­fat­lar­dan ve men­fî te­mâ­yül­ler­den te­miz­le­me, ak­la­ma ve gü­zel ah­lâk ile tez­yîn et­me.

Tezyîn: Süsleme, ziynetlendirme.

Türâbî: 1. Toprağa mensup, topraktan. 2. Alçak gönüllü, mütevâzı.

Ubûdiyet: 1. Kulluk, kölelik. 2. Mensûbiyet.

Uhrevî: Âhirete âit, âhiretle alâkalı.

Ukbâ: Âhiret.

Ulemâ: Âlimler.

Ünsiyet: Alış­kan­lık, ül­fet, dost­luk

Vecd: 1. Ken­di­ni kay­be­der­ce­si­ne ilâ­hî aş­ka dal­ma. 2. Şid­det­li dî­nî duy­gu ve he­ye­can hâ­li.

Vehmetmek: Kuruntulanmak, yersiz korkuya düşmek, evhamlanmak.

Vukuât: Vukû bulan şeyler, olan­ bitenler.

Vukuf: Derinlemesine anlama, bilme, haberli olma.

Yakîn: Şüp­he­den kur­tul­muş, doğ­ru, sağ­lam ve ke­sin bil­gi; doğ­ru ve kuv­vet­le bil­me, mut­lak ka­na­at ve tam bir it­mi’nân.

Zâhirî: Görünürdeki, görünüşteki.

Zevât: Zatlar, şahıslar, kişiler.

Zımnen: Açıktan olmayarak, üstü kapalı, dolayısıyla.

Zuhur: Meydana gelme, görünme, hâsıl olma.

Zuhurât: 1. Zâhir olanlar, meydana gelenler, hâsıl olanlar. 2. Beklenmedik, hesapta olmayan hâller.

Zühd: Dünyaya, maddeye ve menfaate hak ettiğinden fazla değer vermeme, rağbet etmeme, kanaatkâr olma, her türlü dünyevî ve nefsânî zevke karşı koyarak kendini ibadete verme.

Kaynak: Osman Nuri Topbaş, Hz. Mevlana, Erkam Yayınları

İslam ve İhsan

10 Maddede Tasavvuf Nedir?

Dini ve Tasavvufi Kıssalar

PAYLAŞ:                

Dua Sözleri - Dualı Sözler, Allah’a (C.C) Ve Sevdiklerinize Edeceğiniz En Güzel Dualar

Giriş Tarihi: Güncelleme Tarihi:

Dua, kelime olarak ''çağırmak, seslenmek, istemek ve yardım talep etmek'' anlamlarını taşır. Bir kulun tüm içtenliğiyle yüce yaratana yönelerek ondan istek ve dilekte bulunmasıdır. Dua etmenin ana hedefi Allah'a (C.C) halini arz etmek ve O'na niyazda bulunmaktır. Müslüman âlemi için de dua etmek çok mühim bir yere sahiptir. Dua sözleri, dualı sözler ve en güzel dualar da bu noktada sıkça araştırılan konulardan birisi olarak dikkat çeker. Sevdiklerinize edebileceğiniz en güzel dualar, dua sözleri, dualı sözler ile mesajları ve Allah'a (C.C) edilecek en güzel dualar için ayrıntıları inceleyebilirsiniz.

Dua Sözleri - Dualı Sözler, Allah’a C.C Ve Sevdiklerinize Edeceğiniz En Güzel Dualar
Dua Sözleri - Dualı Sözler, Allah’a C.C Ve Sevdiklerinize Edeceğiniz En Güzel Dualar
Dua Sözleri - Dualı Sözler, Allah’a C.C Ve Sevdiklerinize Edeceğiniz En Güzel Dualar
Dua Sözleri - Dualı Sözler, Allah’a C.C Ve Sevdiklerinize Edeceğiniz En Güzel Dualar
Dua Sözleri - Dualı Sözler, Allah’a C.C Ve Sevdiklerinize Edeceğiniz En Güzel Dualar
SON DAKİKA

nest...

çamaşır makinesi ses çıkarması topuz modelleri kapalı huawei hoparlör cızırtı hususi otomobil fiat doblo kurbağalıdere parkı ecele sitem melih gokcek jelibon 9 sınıf 2 dönem 2 yazılı almanca 150 rakı fiyatı 2020 parkour 2d en iyi uçlu kalem markası hangisi doğduğun gün ayın görüntüsü hey ram vasundhara das istanbul anadolu 20 icra dairesi iletişim silifke anamur otobüs grinin 50 tonu türkçe altyazılı bir peri masalı 6. bölüm izle sarayönü imsakiye hamile birinin ruyada bebek emzirdigini gormek eşkiya dünyaya hükümdar olmaz 29 bölüm atv emirgan sahili bordo bereli vs sat akbulut inşaat pendik satılık daire atlas park avm mağazalar bursa erenler hava durumu galleria avm kuaför bandırma edirne arası kaç km prof dr ali akyüz kimdir venom zehirli öfke türkçe dublaj izle 2018 indir a101 cafex kahve beyazlatıcı rize 3 asliye hukuk mahkemesi münazara hakkında bilgi 120 milyon doz diyanet mahrem açıklaması honda cr v modifiye aksesuarları ören örtur evleri iyi akşamlar elle abiye ayakkabı ekmek paparası nasıl yapılır tekirdağ çerkezköy 3 zırhlı tugay dört elle sarılmak anlamı sarayhan çiftehan otel bolu ocakbaşı iletişim kumaş ne ile yapışır başak kar maydonoz destesiyem mp3 indir eklips 3 in 1 fırça seti prof cüneyt özek istanbul kütahya yol güzergahı aski memnu soundtrack selçuk psikoloji taban puanları senfonilerle ilahiler adana mut otobüs gülben ergen hürrem rüyada sakız görmek diyanet pupui petek dinçöz mat ruj tenvin harfleri istanbul kocaeli haritası kolay starbucks kurabiyesi 10 sınıf polinom test pdf arçelik tezgah üstü su arıtma cihazı fiyatları şafi mezhebi cuma namazı nasıl kılınır ruhsal bozukluk için dua pvc iç kapı fiyatları işcep kartsız para çekme vga scart çevirici duyarsızlık sözleri samsung whatsapp konuşarak yazma palio şanzıman arızası