مسا الجمال والدلال / TURKISH JOURNAL OF ISLAMIC STUDIES - PDF Ücretsiz indirin

مسا الجمال والدلال

مسا الجمال والدلال

1 Sayı / Issue: 35 Yıl / Year: ISSN TURKISH JOURNAL OF ISLAMIC STUDIES

2

3 İSLÂM ARAŞTIRMALARI DERGİSİ TURKISH JOURNAL OF ISLAMIC STUDIES Sayı / Issue 35 Yıl / Year Sahibi / Owner Yayın Kurulu / Editorial Board Yayın Danışma Kurulu / Advisory Board Editörler / Editors Kitâbiyat Editörü / Review Editor Yayın Sekreteri /Assistant Editor Tashih / Proofreading Tasarım / Graphic Design Baskı / Printed by TDV İslâm Araştırmaları Merkezi (İSAM) Prof. Dr. Raşit Küçük, Prof. Dr. Rahim Acar, Prof. Dr. M. Âkif Aydın, Prof. Dr. İsmail E. Erünsal, Prof. Dr. Feridun Emecen, Prof. Dr. Tahsin Görgün, Prof. Dr. Mustafa Sinanoğlu, Prof. Dr. Şükrü Özen, Doç. Dr. Casim Avcı, Doç. Dr. Tuncay Başoğlu, Doç. Dr. Salime Leyla Gürkan, Doç. Dr. M. Suat Mertoğlu, Doç. Dr. Halit Özkan, Doç. Dr. Cengiz Tomar, Doç. Dr. Ömer Türker, Dr. Ali Hakan Çavuşoğlu, Dr. Mustafa Demiray Prof. Dr. İbrahim Kâfi Dönmez (İstanbul 29 Mayıs Üniversitesi) Prof. Dr. Hayreddin Karaman (TDV İSAM) Prof. Dr. Anke von Kügelgen (Universität Bern) Prof. Dr. Oliver Leaman (University of Kentucky) Prof. Dr. Jorgen S. Nielsen (University of Copenhagen) Prof. Dr. Mustafa Kara (Uludağ Üniversitesi) Prof. Dr. Ahmet Yaşar Ocak (Hacettepe Üniversitesi) Prof. Dr. Ali Akyıldız (İstanbul 29 Mayıs Üniversitesi) Prof. Dr. Ali Köse (Marmara Üniversitesi) Prof. Dr. Talip Küçükcan (Marmara Üniversitesi) Prof. Dr. Recep Şentürk (Fatih Sultan Mehmet Vakıf Üniversitesi) Prof. Dr. M. Sait Özervarlı (Yıldız Teknik Üniversitesi) Doç. Dr. Salime Leyla Gürkan (İstanbul 29 Mayıs Üniversitesi), Doç. Dr. M. Suat Mertoğlu (TDV İSAM) Yrd. Doç. Dr. Mustakim Arıcı (İstanbul Üniversitesi) Bayram Pehlivan (TDV İSAM) İsa Kayaalp, Abdülkadir Şenel, Orhan Ençakar, Abdülkadir Yılmaz, İsmail Özbilgin, İnayet Bebek, Osman Sevim Ender Boztürk, Ali Haydar Ulusoy, M. Emin Albayrak TDV Yayın Matbaacılık ve Ticaret İşletmesi İslâm Araştırmaları Dergisi yılda iki sayı (Haziran ve Aralık) yayımlanan akademik bir dergidir. Dergide yer alan yazıların ilmî ve fikrî sorumluluğu yazarlarına aittir. Bu dergi ULAKBİM Ulusal Veri Tabanları, Index Islamicus ve Turkologischer Anzeiger tarafından taranmaktadır. İcadiye Bağlarbaşı caddesi 40, Bağlarbaşı Üsküdar-İstanbul Tel. () Fax. () İslâm Araştırmaları Merkezi (İSAM), ISSN

4

5 İSLÂM ARAŞTIRMALARI DERGİSİ TURKISH JOURNAL OF ISLAMIC STUDIES Sayı / Issue 35 Yıl / Year Makaleler /Articles Sahîh-i Buhârî Nüshalarına Dair Yeni Bulgular: Bulak Baskısı, Yûnînî Yazmaları ve Abdullah b. Sâlim el-basrî Nüshası / Some New Findings on Manuscript Copies of Sahīh al-buhkārī: The Bulak Printing, the Yūnīnī Manuscripts and the Ditto of Abdullah b. Sālim al-basrī 1 Arafat Aydin Al Albayrak İlâhî Fiillerin Nedenliliği Bağlamında Tefsir-Kelâm İlişkisi / The Relationship Between Tafsīr (Quranic Exegesis) and Kalām (Theology) in the Context of the Causality of Divine Acts Muhammed Co kun 1 تحقيق «حاشية على سورة الا خلاص لابن سينا» لا بي سعيد محمد ال خادمي 1 / The Critical Edition of Hāshiyah alā Tafsīr Sūrah al-ihlās li Ibn Sīnā by Abū Sa īd Muhammad al-hādimī هارون بكر أوغلو ت حقيق «بضاعة القاضي لاحتياجه إليه في ال مستقبل وال ماضي» ال منسوبة إلى شيخ الا سلام أبي السعود أفندي 1 / The Critical Edition of Bidā ah al-qādhī li ihtiyājihī ilayh fī al-mustaqbal wa al-mādhī, a Treatise Attributed to Sheikh al-islām Abussuūd Efendi آزا ر ع با سو ف

6 Kitâbiyat / Book Reviews İlker Dere, Tek Parti Döneminde Din Eğitiminin Yolunu Açan Bakan: Hasan Tahsin Banguoğlu Ker m Ayd n Muhammed Hasan Bekkâî, Kitâbnâme-i Büzürg-i Kur ân-ı Kerîm Zak r Dem r Mehmet Alıcı, Kadîm İran da Din: Monoteizm den Düalizm e Mecusi Tanrı Anlayışı M. Nes m Doru Zeynelab d n Hüseyn Kürşad Demirci, Yahudi Mistisizmi veya Kabalacılık: İnançlar ve Tarih Ravza Aydin Bahattin Akşit, Recep Şentürk, Önder Küçükural, Kurtuluş Cengiz, Türkiye de Dindarlık: Sosyal Gerilimler Ekseninde İnanç ve Yaşam Biçimleri Selda Gey k Yildirim Vefeyat / Obituary Bekir Topaloğlu ( ) İlyas Çeleb Ömer Faruk Akün ( ) Abdullah Uçman

7 İslâm Araştırmaları Dergisi, 35 (): Sahîh-i Buhârî Nüshalarına Dair Yeni Bulgular: Bulak Baskısı, Yûnînî Yazmaları ve Abdullah b. Sâlim el-basrî Nüshası* Arafat Aydın** Ali Albayrak*** Some New Findings on Manuscript Copies of Sahīh al-buhkārī: The Bulak Printing, the Yūnīnī Manuscripts and the Ditto of Abdullah b. Sālim al-basrī It is unclear whether the manuscript sent from Istanbul to Egypt to be used for the Bulak printing of Sahīh al-bukhārī, made on the order of Sultan Abdülhamid II, is the main Yūnīnī (d. /) copy. Nor is it clear what happened to the manuscript after the printing or what other copies were used. These uncertainties are due to the scarcity of works on Yūnīnī and the insufficiency of sources. In this paper we have tried to eliminate some of these uncertainties by using the rich collection of manuscripts in Turkey. It has been determined that the original copy of Yūnīnī does not exist in Turkey and that the Bulak printing made by scholars of al-azhar was based on the copy of Abdullah b. Sālim al-basrī (d. /), the most eminent copy of Yunini manuscript, as well as those of Muhammed al-mizzī, Bedrānī and Taqī al-dīn al-subkī and that of Muhammed b. Ilyas, revised by Hāfiz Yusuf al-mizzī. We have provided information about the copies by Abdullah b. Sālim and other Yūnīnī manuscripts found in Turkey. To show that there were similar efforts both before and after Yūnīnī, we have also mentioned the copy of Sagānī, which was praised by Ibn Hajar al-askalānī, as well as the gloss by Sehārenfūrī who made the first print of Sahīh al-bukhārī in the Muslim world. It is hoped that the copies and the information presented in this paper will lead to some further works on the topic. Key words: Bukhārī, al-jāmi al-sahīh, Yūnīnī, Abdullah b. Sālim al-basrī, Sultan Abdülhamid II, Bulak. * Bu araştırma kapsamında Topkapı Sarayı Müzesi ve Süleymaniye kütüphaneleri başta olmak üzere İstanbul ve Anadolu daki diğer yazma eser kütüphaneleri de dahil Türkiye de mevcut bulunan yaklaşık ün üzerindeki Sahîh-i Buhârî yazması incelemeye tâbi tutulmuştur. Yûnînî nüshası hakkındaki değerlendirmeler bu makalede, kalan diğer tetkik ve değerlendirmeler ise muhtelif çalışmalarımızda paylaşılacaktır. ** Yazma Eser Uzmanı, Türkiye Yazma Eserler Kurumu Başkanlığı ([email protected]). *** Araştırmacı. İSAM, İstanbul

8 İslâm Araştırmaları Dergisi, 35 (): Giriş Buhârî nin (ö. /) el-câmiu s-sahîh i, gerek yazma nüshalarının yoğun olarak kullanıldığı dönemlerde gerekse matbu hale geldiği son yılı kapsayan dönemde, nüshaları ve farklı rivayetleri üzerine yapılan çalışmalar itibariyle diğer İslâmî literatüre nasip olmayacak ölçüde ilgiye mazhar olmuştur. el-câmiu s-sahîh in yazma nüshalarının günümüze intikal sürecinde eserin farklı rivayetlerini bir araya getirme ve aralarındaki farkların tamamına işaret etme faaliyetini kusursuza yakın bir şekilde icra eden Şerefüddîn el-yûnînî (ö. /) özellikle dikkat çekmektedir. Gösterdiği ilmî titizlik ve gayret sayesinde Yûnînî nin bu çalışması Sahîh-i Buhârî nin temel müracaat metni olmuş ve bu nüsha Sultan II. Abdülhamid in emriyle basılmıştır. Bu baskının Ezher ulemâsından oluşan on altı kişilik bir heyet tarafından, o dönemde musahhihlerinin ilmî ehliyetiyle dikkatleri çeken Bulak Emîriyye Matbaası nda yapılmış olması ise hem bahsi geçen ihtimamın en büyük göstergelerinden biri olmuş hem de Yûnînî nin gayretinin büyük bir takdiri niteliğini kazanmıştır. Eserin basımının ilmî sorumluluğunu üstlenen Ezher ulemâsının, Yûnînî nin hangi yazma nüshalarını esas alarak eseri yayımladıklarına dair herhangi bir beyanda bulunmamış olmaları, böylesi bir neşirde olmaması gereken birtakım muğlaklıkları beraberinde getirmiştir. Ezherliler in hangi yazmadan ne oranda istifade ettikleri ve eserin yayınında nasıl bir emek sarfettikleri meselesi bir yana, konunun asıl sorgulanan ve merak uyandıran yönü, Sultan Abdülhamid tarafından İstanbul dan Mısır a gönderilen yazma nüshanın Yûnînî nin asıl nüshası olup olmadığı ve bu mühim nüshanın basıldıktan sonraki âkıbetidir. Bulak baskısında metnin hâşiyesinde Yûnînî nin rumuzlarla ifade ettiği nüsha farklarına dair açıklamaların yanında eser boyunca her iki-üç sayfada bir sıklıkla görülebilen Yûnînî nin asıl nüshasında burası şöyledir, fer nüshasında şöyledir tarzındaki açıklamaların mevcudiyeti dikkate alındığında, basım esnasında hem asıl nüshanın hem de bu asıldan istinsah edilmiş kopya nüshaların dikkate alındığı ve bu karşılaştırmaların Ezherli âlimler tarafından yapıldığı izlenimi edinilmektedir. Nitekim konuyla ilgili genel kanaat, İstanbul dan gönderilen ve baskıya esas kabul edilen nüshanın Yûnînî nin asıl nüshası olduğu yönündedir. Eserin girişinde heyet adına açıklamada bulunan Ezher şeyhi Hasûne en-nevâvî nin (ö. ), kendilerine Yûnînî nüshasının gönderildiğini 1 ifade etmesi de bu yöndeki kanaati pekiştirmiştir. 1 Âsitâne-i Aliyye deki Mülûkiyye Kütüphanesi nde (el-hizânetü l-mülûkiyye) mahfuz Yûnînî nüshası tabirini kullanmaktadır. Bk. Buhârî, el-câmiu s-sahîh (Bulak), Hasûne en-nevâvî nin mukaddimesi, s. 2. 2

9 Aydın - Albayrak: Sahîh-i Buhârî Nüshalarına Dair Yeni Bulgular Konu bu yönüyle birtakım araştırmacıların ilgisini çekmiş ve Mısır dan Ahmed Muhammed Şâkir 2 (ö. ), Fas tan Muhammed el-menûnî 3 (ö. ) ve Türkiye den Fuat Sezgin 4 Yûnînî nüshası ve Bulak (Sultâniye) baskısına dair açıklamalarda bulunmuşlardır. Son dönemde Buhârî nüshalarına dair en ayrıntılı çalışmayı yapan Cum a Fethî Abdülhalîm 5 de zikredilmesi gereken önemli bir isimdir. Bu araştırmalar içerisinde Ahmed Şâkir, Yûnînî nin aslının kullanılıp kullanılmadığı meselesini ayrıntılı bir şekilde sorgulamış ve kesin bir karara varabilmek için basımda kullanılan asla bakmak gerektiğini 6 vurgulamıştır. Temel hadis kaynaklarının yazma nüshaları üzerine yoğunlaşan ilmî çalışmalarımız çerçevesinde karşılaştığımız bazı Buhârî yazmalarında Yûnînî nin rumuz ve açıklamalarına ilâve olarak sadece Bulak baskısında yer alan ve Ezher ulemâsı tarafından Yûnînî nin aslı ile kopyaları arasında karşılaştırmalar yapıldığını hissettiren, mezkûr açıklamaların aynı lafızlarla bu yazmalarda da mevcut olması dikkatimizi çekmiştir. Matbu nüshadaki bu tarz açıklamalarla yazma nüshalardaki açıklamaları birbiriyle karşılaştırdığımızda bu ibarelerin tamamına yakınının bu yazmalardan alındığını tespit ettik. Devam eden araştırmalarımız neticesinde karşılaştığımız yazmaların Abdullah b. Sâlim el-basrî (ö. /) nüshası olduğu ve bu ilâve bilgilerin bizzat Abdullah b. Sâlim tarafından kendi nüshasının kenarına not edildiği kesinleşmiştir. Diğer yandan İstanbul dan gönderilen nüshanın Osmanlı arşiv vesikalarında nüsha-i asliyyenin esah rivayeti 7 şeklinde tasvir edilmiş olması başta olmak 2 Buhârî nin Bulak baskısının Dârü l-cîl tarafından yeniden yapılan ofset baskısına, yayınevi tarafından en-nüshatü l-yûnîniyye min Sahîhi l-buhârî başlığıyla mukaddime olarak konulan çalışmasında Ahmed Şâkir, kısa da olsa ilk sayılabilecek bir değerlendirme yapmıştır. Ancak ileride değineceğimiz üzere yüzeysel bir bilgiyle tanıttığı bir Yûnînî kopyasının gerçekte ne olduğunu farkedebilseydi, burada belirteceğimiz yeni bulguların bir kısmı daha o zamandan yazılmış olurdu. 3 Menûnî, Sahîhu l-buhârî fi d-dirâsâti l-magribiyye s Yazma eserleri kullanarak ve Bulak baskısındaki hâmişleri satır satır inceleyerek ilk ve belki de en doğru bilgileri vermekle öne çıkan Menûnî, bu makalemizde istifade ettiğimiz en önemli isimdir. 4 Sezgin, Buhârî nin Kaynakları Hakkında Araştırmalar. Çalışmasının asıl konusu Buhâ rî nin yazılı kaynakları olmasına rağmen Yûnînî nüshasına da ayrıntılı bir şekilde değinen Fuat Sezgin, yazma eserleri kullanma açısından takdire şayan bir tutum sergilemiş ve araştırmanın yapıldığı yılların imkânlarına rağmen sahaya önemli bir derinlik kazandırmıştır. 5 Abdülhalîm, Rivâyâtü l-câmii s-sahîh. İki cilt halinde yayımlanmış olan bu çalışma, Yûnînî nin er-rumûz/el-usûl olarak bilinen ve nüshasını doğru tanımak için elzem olan risâlesini içermesi bakımından da önem arzetmektedir. 6 Şâkir, s Başbakanlık Osmanlı Arşivi, Y. PRK. MK. 6/89 (Altuntaş, Osmanlı İlim Geleneğinde Buhârîhânlık, s. 22 den naklen). 3

10 İslâm Araştırmaları Dergisi, 35 (): üzere, bunu teyit eder mahiyette, Bulak baskısının mukaddimesinde tashihe esas kabul edilen nüshanın çok net ve gayet sahih bir Yûnînî kopyası 8 olarak tanıtılması da dikkate alındığında bu baskıda kullanılan temel nüshanın Yûnînî nin aslı olmadığını, onun en sahih kopyası olarak kabul edilen 9 Abdullah b. Sâlim nüshası olduğunu artık kesin bir dille ifade etmemiz mümkün olmaktadır. Bu çalışmada Abdullah b. Sâlim nüshası ve ondan istinsah edilen nüshalar ayrıntılı olarak incelenmeden önce, Buhârî nin erken dönem nüshaları ve Yûnînî nin bunlar üzerinde tam olarak ne yaptığı konusu özetle ele alınacak ve İslâm âleminde pek bilinmeyen Yûnînî benzeri çalışmalar tanıtılacaktır. Ardından Yûnînî kopyaları ve Bulak baskısıyla ilgili ayrıntılara değinilecektir. Ağırlıklı olarak Türkiye deki yazma eserlerin kullanılacağı bu çalışma, Türkiye kütüphanelerindeki zengin yazma eser birikimini bir nebze de olsa yansıtacak mahiyettedir. 1. Buhârî Nüshaları Kendisinden önce yazılmış olan hadislerin sadece sahih olanlarıyla kitabını yazan Buhârî, kendisinden sonraki hadis edebiyatını şekillendirecek kadar haklı bir şöhrete kavuşmuştur. Onun Sahîh i daha çok iki râvisi aracılığıyla sonraki nesillere ulaştırılmıştır. Bunlardan Muhammed b. Yûsuf el-firebrî (ö. /) çok meşhur olmuş ve rivayeti çeşitli nüshalar şeklinde günümüze ulaşmıştır. Buhârî nin diğer önemli râvisi İbrâhim b. Ma kıl en-nesefî (ö. /) rivayeti ise nüsha şeklinde olmasa da içerik olarak şerhlerde nakledilmiştir. Firebrî den Sahîh i dinleyen ve kendileri için nüsha oluşturan en meşhur râviler Ebû Ali İbnü s-seken (ö. /), Ebû Zeyd el-mervezî (ö. /), Ebû İshak el-müstemlî (ö. /), İbn Hammûye es-serahsî (ö. /), Ebü l-heysem el-küşmîhenî (ö. /), Ebû Ahmed el-cürcânî (ö. /) ve İbn Şebbûye dir (ö. /). Kaynaklarda ayrıca Nu aymî (ö. /), Ahsîketî (ö. /) ve Kûşânî nin 10 (ö. /) isimleri de 8 ا. ا وع ا א ا ة Bk. Buhârî el-câmiu s-sahîh (Bulak), Mukaddime, s Kettânî, Fihrisü l-fehâris, I, Diğer ikisi gibi günümüze ulaşmadığı düşünülen Kûşânî rivayetinin İbnü l-imâd el- Kureşî tarafından te yazılmış bir kopyası (Süleymaniye Ktp., Ayasofya, nr. ) ile Muhammed b. Rıdvân el-mevsılî tarafından da yazılmış başka bir kopyası (Süleymaniye Ktp., Turhan Vâlide Sultan, nr. 67) mevcuttur. Fakat sıhhat dereceleri ve ilmî değerleri tartışmaya açıktır. 4

11 Aydın - Albayrak: Sahîh-i Buhârî Nüshalarına Dair Yeni Bulgular zikredilmekte olup bunlardan Nuaymî nüshası bir dönem kullanıldıktan sonra unutulmuştur. Firebrî ile Nesefî arasında ve Firebrî nin yukarıda belirtilen râvileri arasında bazı nüsha farklılıkları olduğundan bunları yansıtan çalışmalar çok erken dönemde başlamıştır. Küşmîhenî nin meşhur talebesi Kerîme el- Merveziyye (ö. /) nüshası ile Serahsî nin rivayetini nakleden ve zamanla Buhârî nin en meşhur rivayeti olan Ebü l-vakt (ö. /) nüshası müstakil olarak devam etmiş olsa da birden fazla rivayeti içeren nüshalar daha çok kabul görmüştür. Bunlardan Müstemlî, Serahsî ve Küşmîhenî rivayetlerini bir nüshada yansıtan Ebû Zer (ö. /) ile Mervezî ve Cürcânî rivayetlerini nakleden Asîlî (ö. /) nüshaları önemli çalışmalar olarak bilinmektedir. 2. Nüsha Farklarına Dair Çalışmalar Farklı nüshaları tek nüsha halinde yansıtan çalışmalar sonraki dönemlerde de devam etmiştir. Bunların içerisinde en önemliler olarak gördüğümüz üç nüsha mevcuttur. Bunlardan ilki Sagānî (ö. /) nüshası, en meşhuru ise Yûnînî (ö. /) nüshasıdır. XIX. yüzyılda yaşayan ve Buhârî nüshalarıyla ilgili en ayrıntılı çalışmayı yapan Sehârenpûrî ise (ö. /) bu tür bir çalışmayı yapan belki de en son kişidir. Asıl konumuz olan Yûnînî ye ayrıntılı olarak değinmeden önce İslâm dünyasında pek tanınmayan diğer iki çalışmadan kısaca bahsetmek yerinde olacaktır Sagānî Nüshası Dil konusunda otorite kabul edilen Lahorlu (Pakistan) Radıyyüddin Hasan b. Muhammed es-sagānî ( ) aynı zamanda fıkıh ve hadis âlimidir. Daha çok Meşâriku l-envâr ve el-mevzûât adlı eserleriyle tanınan Sagānî nin Buhârî nüshası, İbn Hacer in çok önem verdiği ve farklılıklarına muhakkak değindiği bir çalışmadır. 11 Sagānî bu çalışmasında İbnü l-husrî ( ) ve diğerlerinden dinlediği Ebü l-vakt nüshası ile Ebû Zer nüshası arasındaki farkları göstermekte, bunun yanında Bağdat nüshası olarak bilinen ve üzerinde Firebrî nin tashih 11 İbn Hacer in Sagānî den yaptığı bu nakillerin bir kısmı üzerine kaleme alınmış bir makale için bk. Sellûm, Nüshatü l-imâm es-sagānî min Sahîhi l-buhârî, s

12 İslâm Araştırmaları Dergisi, 35 (): kaydı bulunan bir nüshanın da farklarını belirtmektedir. 12 Fakat onun bir nüshayı esas alıp diğer nüshaların farkını gösterme şeklinde bir çalışma mı yaptığı, yoksa o dönemde pek görülmeyen bir şekilde nüshalar arasında kimi zaman bir tercihte mi bulunduğu net değildir. Başında zikretmiş olduğu Ebül- Vakt senedinin tamamen sembolik olup Bağdat nüshasını ana metin yaparak Ebû Zer nüshasının farklarını yansıtmış olması da mümkündür. Çok önemli olmasına rağmen pek bilinmeyen Sagānî nüshasının Türkiye de kopyaları mevcuttur. 13 Hindistan da Şeyh Ebü l-hasan en-nedvî Merkezi nde de bir nüshasının olduğu ifade edilmiştir. 14 Sagānî nüshasının meşhur olmamasında bize göre asıl etken Yûnînî nüshasının tanınmasında etkisi olan Kastallânî (ö. /) ve Abdullah b. Sâlim (ö. /) gibi bu nüshayı meşhur edecek isimlerin çıkmamış olmasıdır Sehârenpûrî Hâşiyesi Hindistanlı Ahmed Ali es-sehârenpûrî (ö. /), İslâm dünyasında Buhârî nin el-câmiu s-sahîh inin basımını yapan (/) ilk kişidir. Sehârenpûrî bu baskıda elindeki Yûnînî nüshasını temel almıştır. Bu nüsha Sehârenpûrî nin hocası Muhammed İshak ın rivayetidir ki Şah Veliyyullah ed-dihlevî nin de (ö. /) içinde bulunduğu bir senetle Abdullah b. Sâlim el-basrî ye, yani ileride bahsedeceğimiz, Yûnînî nin en sağlam kabul edilen kopyasına dayanmaktadır. 15 Sehârenpûrî nin bu baskıya yazdığı hâşiye, yukarıda bahsettiğimiz Sagānî nüshası ile Yûnînî nüshasını içerdiği gibi, ancak şerhlerde ulaşabileceğimiz Nesefî nüshasını, ayrıca Firebrî nin râvilerinden İbnü s-seken ve İbn Şebbûye 12 Sagānî, çalışmasında hangi nüshaları esas aldığını nüshasının sonunda bizzat kendisi ifade etmektedir. Bk. Süleymaniye Ktp., Damad İbrâhim Paşa, nr. , vr. a. 13 Türkiye kütüphanelerindeki Sagānî nüshaları üzerine yazma eser uzmanlık tezi hazırlanmıştır. Bk. Aydın, Sagânî nin Sahîh-i Buhârî Nüshası ve Türkiye Kütüphanelerindeki Yazmaları. 14 el-câmiu s-sahîh bi-hâşiyeti l-muhaddis es-sehârenfûrî, Takıyyüddin en-nedvî nin mukaddimesi, I, Sehârenpûrî, Mekke de yaşayan Muhammed İshak ı () yılında dinlemiştir. Muhammed İshak, dedesi Abdülazîz ed-dihlevî den ( /), o da babası Şah Veliyyullah ed-dihlevî den (ö. /) hadis dinlemiştir. Şah Veliyyullah ise hadisi, Abdullah b. Sâlim in (ö. ) talebeleri olan Şeyh Muhammed Efdal es-siyâlkûtî (ö. ), Ebû Tâhir el-kürdî (ö. ) ve Abdullah b. Sâlim in oğlu Sâlim den (ö. ) almıştır. Bk. el-câmiu s-sahîh bi-hâşiyeti l-muhaddis es-sehârenfûrî, Mukaddime, s. Sehârenpûrî hakkında bilgi için bk. Özşenel, Pakistan da Hadis Çalışmaları, s

13 Aydın - Albayrak: Sahîh-i Buhârî Nüshalarına Dair Yeni Bulgular rivayetlerini de içermektedir. Bu yönüyle çok zengin bir kaynak ve nüsha farklılıklarıyla ilgili en ayrıntılı çalışma olmaktadır. 16 Sehârenpûrî, çalışmasının ana metnini oluştururken tek nüshaya bağlı kalmamış, nüshalar arası tercihlerde bulunarak en doğru metni bulmaya çalışmıştır. Bu yönüyle onun ana metninde, Yûnînî nin ana metninde bulunan bazı hatalar bulunmamaktadır. 17 Şüphesiz bunda Sagānî nin nüshasının ve İbn Hacer in (ö. /) değerlendirmelerinin payı büyüktür. Nitekim Sehârenpûrî, bazı hadislerin takdim-tehirinde ve Sahîh i otuz cüze bölmede de Sagānî nüshasına uymuştur. Hindistan da yapılan iki ciltlik baskısı iç içe geçmiş hâşiyeler sebebiyle oldukça karışık ve istifadesi zor bir haldeyken son dönemde yapılan güzel bir tahkikle kenardaki açıklamalar dipnotlar şekline dönüştürülmüş ve eser yeni haliyle on beş cilt halinde basılmıştır Yûnînî Nüshası Yûnînî 19 nüshasının bir ana metni, bir de diğer nüshaların farklarına işaret edilen kenarlardaki notlar kısmı vardır. Bunları ayrı ayrı ele almak yerinde olacaktır Yûnînî nin Ana Metni Yûnînî nin nüshasını kendisi gibi Hanbelî mezhebine mensup olan İbn Zeyd yılında kaleme almıştır. 21 İbn Zeyd in yazdığı bu ana metin, 16 Bütün bu rivayetlere ayrı ayrı mı ulaştığı yoksa Buhârî şerhlerinden mi naklettiği net değildir. Şerhlere bakılarak yapılan çalışmanın bir örneği olarak, İbn Hacer in Fethu lbârî adlı eserinde bulunan nüshalara dair notların nüsha farkları olarak gösterildiği bir el-câmiu s-sahîh nüshası için bk. Millet Ktp., Feyzullah Efendi, nr Eserin ikinci/son cildi olmadığından çalışmayı yapan kişinin kaydına ulaşılamamıştır. 17 Yûnînî nin ana metninde, dolayısıyla bugünkü Buhârî baskılarında bulunan bu hatalarla ilgili olarak henüz neşredilmemiş bir çalışma bulunmaktadır: Albayrak, Sahîh-i Buhârî nin Tashihi. 18 el-câmiu s-sahîh bi-hâşiyeti l-muhaddis es-sehârenfûrî. Yukarıda naklettiğimiz bilgiler, kitabı tahkik eden Nedvî nin mukaddimesinden alınmıştır. 19 Aslen Ba lebek (Yûnîn) bölgesinden olup ailesiyle Dımaşk a yerleşen Muhammed b. Ali el-yûnînî hakkında ayrıntılı bilgi için bk. Kızıl, Yûnînî, s Ebû Abdullah Muhammed b. Abdülmecîd b. Ebü l-fazl b. Abdurrahman b. Zeyd için bk. Safedî, A yânü l-asr, IV, Anlaşılan o ki, nüshası üzerinde gösterdiği hassasiyeti yazı kısmında da gösteren Yûnînî, bu nüshayı yazısının güzelliğiyle tanınan İbn Zeyd e yazdırmıştır. Bu ve 7

14 İslâm Araştırmaları Dergisi, 35 (): Hanbelîliğin Dımaşk ta yerleşmesinde etkisi olan ve Cemmâîlî olarak tanınan Abdulganî el-makdisî nin 22 ( ) yazdığı Kerîme nüshasının kopyasıdır ki içerdiği senet şu şekildedir: Küşmîhenî (ö. ) Kerîme ( ) Ferrâ ( ) Ertahî ( ) Cemmâîlî. Cemmâîlî bu nüshayı Ferrâ nın aslıyla ve Kerîme nin diğer bir talebesi Ebû Sâdık 23 (ö. ) nüshasıyla mukabele etmiş ve kendi nüshasında olmayan kısımları kenarlara kırmızıyla yazmıştır. İbn Zeyd in yazdığı asılda da böyle olduğundan Yûnînî nüshasını aynen yansıtanlarda bu kırmızı yazılar kenarlarda mevcuttur. 24 Cemmâîlî nin bu nüshası Yûnînî nin daha çocuk yaşta bulunduğu bir mecliste Zebîdî ye 25 dinletilmiş, böylece onun Ebü l-vakt rivayeti de elde edilmiştir: İbn Hammûye es-serahsî ( ) Dâvûdî ( ) Ebü l-vakt ( ) Zebîdî ( ) Yûnînî ( ). Yûnînî hem nüshasının kenarlarında hem de rumuzlarını açıkladığı risâlesinde 26 semâ ettiği aslın (aslü s-semâ ) Hammevî 27 rivayeti olduğunu özellikle belirtmektedir. Fakat Yûnînî, ana metni Kerîme nüshası iken semâ ın nasıl Hammevî rivayeti olduğunu izah etmemektedir. Belki de nüsha farklarını bundan sonraki bilgiler ileride değineceğimiz gibi Yûnînî nin Nüveyrî kopyasının sonunda yer almaktadır. 22 el-kemâl fî esmâi r-ricâl isimli eserin müellifi olan Ebû Muhammed Abdülganî b. Abdülvâhid b. Ali b. Sürûr el-makdisî el-cemmâîlî için bk. Mizzî, Tehzîbü l-kemâl, I, Ebû Sâdık Mürşîd b. Yahyâ el-medînî için bk. Zehebî, A lâmü n-nübelâ, XIV, Şayet Yûnînî bu kısımları başka nüshalarda da tespit etmişse bunu kırmızı yazıların üstüne rumuzlar koymak suretiyle göstermiş, değilse öylece bırakmıştır. Yani üzerinde hiçbir işaretin bulunmadığı kırmızı yazılar Ebû Sâdık ın Kerîme nüshasını yansıtmaktadır. Ebû Sâdık ın Kerîme rivayeti Türkiye de mevcuttur (Konya Bölge Yazma Eserler Ktp., nr. ). 25 İbnü z-zebîdî olarak da bilinen Hüseyin b. Mübârek b. Muhammed b. Yahyâ el- Bağdâdî ez-zebîdî için bk. Fâsî, Zeylü t-takyîd, I, Türkiye deki birçok Yûnînî yazmasının başında özellikle de ileride tanıtacağımız Bedrânî nüshalarında nakledilen bu risâlenin tamamı Cum a Fethî Abdülhalîm in çalışmasında yer almıştır. Bk. Abdülhalîm, Rivâyâtü l-câmii s-sahîh, s Ayrıca Rosemarie Quiring-Zoche tarafından yazılan bir makalede Berlin deki Bedrânî nüshasının başında yer alan risâle neşredilmiş ve bu risâle üzerinden Yûnînî nin nüshasını oluşturma sürecine değinilmiştir. Bk. How al-buhari s Sahih was Edited in the Middle Ages, s İbn Hammûye ye (Serahsî) nispet Hammüvî, telaffuz kolaylığıyla Hammevî şeklindedir. Günümüz Arap araştırmacılarının tercih ettiği Hammûyî yanlış olmasa da kaynaklardaki yazılışa uymamaktadır. Türkçe akademik metinlerde tercih edilen Hamevî ise Hamalı anlamına geldiğinden yanıltıcı bir kısaltmadır. 8

15 Aydın - Albayrak: Sahîh-i Buhârî Nüshalarına Dair Yeni Bulgular zaten belirttiğinden bu durumu önemsememiştir. Şu bir gerçektir ki birçok nüshada başta yazan isnattan çok metnin hangi nüshadan yazıldığı önemlidir. Yûnînî, defalarca okuyup tashih etmek suretiyle nüshasının önemini arttırmıştır. Ama onun değerini asıl yükselten husus, bu nüsha ile diğer önemli nüshaların farklarını belirttiği ayrıntılı bir çalışma yapmış olmasıdır Yûnînî nin Kullandığı ve Farklarına İşaret Ettiği Nüshalar Yûnînî nin çok önem verdiği ve her biri hadis hâfızı olması yönüyle daha fazla itibar ettiği nüshalar şunlardır: Ebû Zer Nüshası Yûnînî, Ebû Zer (ö. /) rivayetinde yine bir Hanbelî olan İbn Hutay e 28 ( ) nüshasını kullanmıştır. Bu nüshanın çok titiz bir çalışma olduğunu risâlesinde belirten Yûnînî, bulunduğu bölgede Hanbelîler in şeyhi olarak kabul edilen Sarîfînî den 29 (ö. /) bu nüshayla ilgili övücü sözler nakletmektedir. Ebû Zerr in râvilerinden Abdülcelîl in (ö. /) rivayeti olan İbn Hutay e nüshasının kopyaları Fas ta ve Türkiye de mevcuttur. Daha önce bahsi geçtiği gibi Ebû Zer, Buhârî nin el-câmiu s-sahîh ini Firebrî nin üç ayrı râvisinden dinlemiş ve aralarındaki farkları nüshasında göstermiştir. Yûnînî kendi nüshasında bu farkların tamamına yakınını aynı rumuzlarla yansıtmıştır Asîlî Nüshası Asîlî de (ö. /) Firebrî nin diğer iki râvisinden (Cürcânî ve Mervezî) Buhârî yi semâ etmiş ve bunlar arasındaki farkları nüshasında göstermiştir. Asîlî nin dinlemiş olduğu Cürcânî (ö. /) pek kuvvetli bir râvi sayılmaz, ancak muteber bir Şâfiî fakihi olan ve Şâfiîler in Buhârî yi nakleden râvilerin en üstünü olarak niteledikleri Mervezî nin (ö. /) rivayeti önemlidir. Asîlî nüshası bu iki râvinin nüsha farklarını göstermesine rağmen 30 bu farklar zamanla gösterilmemeye başlamıştır. Yûnînî de bu farkları belirtmemiş, 28 Ebü l-abbas Ahmed b. Abdullah b. Ahmed b. Hişâm b. Hutay e el-lahmî el-fâsî. Bk. Süyûtî, Hüsnü l-muhâdara, I, Ebû İshak İbrâhim b. Muhammed b. Ezher el-irâkī es-sarîfînî el-hanbelî. Bk. Zehebî, A lâmü n-nübelâ, XVI, Kādî İyâz, el-ilmâ, s

16 İslâm Araştırmaları Dergisi, 35 (): sadece Asîlî ismiyle bu nüshayı nakletmiştir. Farkların belirtilmemeye başlamasında Asîlî nin kullandığı rumuzların Kādî İyâz ın ifade ettiği üzere çok karışık olması da muhtemelen etki etmiştir. Yûnînî nin kullandığı Asîlî nüshası, İbn Abdülber (ö. ) tarafından nakledilen ve üzerinde hâşiyeleri olan bir nüshadır İbn Asâkir Nüshası Çok övülen bir hadis hâfızı olması yönüyle İbn Asâkir in ( ) nüshası da Yûnînî nin önemsediği diğer bir kaynaktır. İbn Asâkir in bu nüshası Küşmîhenî ve İbn Şebbûye rivayetlerini içermektedir. 31 Yûnînî nin risâlesinde zikri geçmediği için pek bilinmeyen bu bilgi, Yûnînî nin bir kopyasını yazan Nüveyrî tarafından bizzat Yûnînî nüshasından aktarılmıştır. 32 Yûnînî nin kenarda kaydettiği notların birinde İbn Asâkir in kendi nüshasında düşmüş olan bir yeri Hammevî (ö. /) ve Nuaymî (ö. /) rivayetlerinden tamamladığını belirtmesi 33 de yukarıdaki bilgiyi teyit etmektedir. İbn Asâkir nüshasında farklar diğerlerinde olduğu gibi ayrıntılı bir şekilde belirtilmemiş olmalı ki Yûnînî çok fazla olmayan bu farkları İbn Asâkir de belirtilen bir nüshada şeklinde yorumlanabilecek sin harfi üzerinde hı şeklindeki işaretle yansıtmıştır Sem ânî Nüshası Hâfızlığıyla meşhur olan Abdülkerîm es-sem ânî 35 ( ), Kerîme rivayetinin olduğu bir nüshayı Ebü l-vakt e okumuş ve böylece iki rivayeti birleştirmiştir. Dımaşk taki Şümeysâtiyye Hankahı na vakfedilen bu nüsha çok meşhur olmuştur. Yûnînî, hâfızlığıyla ve sağlam iş yapmasıyla meşhur olan 31 Küşmîhenî (ö. ) Habbâzî ( ) ve Hafsî (ö. ) rivayeti ile İbn Şebbûye (ö. ) Ayyâr (ö. ) rivayeti Furâvî ( ) İbn Asâkir. 32 Köprülü Ktp., Fâzıl Ahmed Paşa, nr. , vr. b. Yûnînî nin risâlesinde buna değinmeyişi herhalde nüshasında belirtmiş olması sebebiyledir. 33 Bk. Buhârî, el-câmiu s-sahîh (Bulak), III, Yûnînî nin elinde birden fazla Asîlî ve Ebû Zer nüshasının olduğu kesindir. Fakat İbn Asâkir nüshasıyla ilgili ikinci bir nüsha açıklaması mevcut değildir. Bu sebeple söz konusu işaretin İbn Asâkir nüshasının bir kopyasında anlamına gelmesi zayıf bir ihtimaldir. 35 Doğrusu İbnü s-sem ânî şeklindedir. Zira müfessir Mansûr es-sem ânî nin (ö. ) torunudur. Fakat torun daha meşhur olduğundan ona da Sem ânî denilmiştir. 10

17 Aydın - Albayrak: Sahîh-i Buhârî Nüshalarına Dair Yeni Bulgular Sem ânî ye işaret etmek üzere (ظ) 36 rumuzunu kullanmıştır. Kerîme ile Ebü l- Vakt karışımı olan kendi nüshasının durumuna çok benzediğinden Yûnînî bu nüshayı ayrıca önemsemektedir. Ama bu nüshada Kerîme Ebü l-vakt ayırımı net değildir, daha çok bir nüsha şeklinde nakiller mevcuttur. Yûnînî bütün bu nüshalar arasındaki farkları, çoğu zaman bir harf farkı da dahil olmak üzere büyük bir emekle göstermiş ve böylece aynı anda beş nüshayı birden aktarmıştır. Bunun yanında, kritik yerlerde senetlerle ilgili değerlendirmeleri Ebû Ali el-ceyyânî ( ) ve Kādî İyâz dan ( ), dille ilgili değerlendirmeleri de Cevherî (ö. /) ve İbn Sîde den (ö. /) nakletmek suretiyle nüshasının önemini arttırmış ve haklı bir şöhrete kavuşmuştur. 4. Yûnînî Nüshasının Kopyaları (Fürû ) Yûnînî nin asıl nüshasının günümüzdeki âkıbeti bilinmemektedir. En son kopyasını yazan Abdullah b. Sâlim den sonraki bilgiler Hindistan bölgesini işaret ettiğinden, eğer günümüze ulaşabilmişse bu nüshanın Hindistan da olması mümkündür. Yûnînî nin kopyalarına geçmeden önce kopya/fer ifadesi üzerinde durmamız gerekmektedir. Fer denilen ve asl dan yapılan çoğaltmalar, doğrudan asıl nüshadan yapılanlar ve diğer kopyalardan yapılanlar olmak üzere ikiye ayrılır. Önemli olan, doğrudan asıldan yapılan çoğaltmalardır. Bu çalışmada tanıtılacak olan kopyalar/fürû, bir istisna dışında asıldan yazılmış olan ve nüshalar arası farklarla beraber kenarlardaki diğer izahları da tamamıyla ya da neredeyse tamamıyla aktaran nüshalardır. Bunlardan özellikle titiz bir şekilde yazılmış olanlar asıl olma özelliğini kazanmış ve biraz sonra tanıtacağımız gibi Yûnînî nüshası (asl) demeyi haketmiş kopyalardır. Bunlardan farklı olarak bir de Yûnînî nüshasındaki rumuzları kullanarak nüsha farklarını yansıtan nüshalar vardır. Özellikle Ebü l-vakt rivayetini içeren nüshalarda bu durum yaygındır. Bu nüshalar Yûnînî den kopya edilerek yazılmış değillerdir. Ancak Ebü l-vakt rivayeti olduklarından, Yûnînî nin herhangi bir kopyasından nüsha farklarını aynı rumuzlarla aktarmışlardır. Yûnînî nüshasının kopyası veya kopyasının kopyası olduğuna dair herhangi bir açıklama içermeyen bu tür nüshalar bu çalışmaya dahil edilmemiştir. Asıl olma özelliği kazanan nüshalardan Abdullah b. Sâlim nüshası bu çalışmanın temel konularından birini teşkil ettiğinden bir sonraki ana başlıkta 36 Bu rumuzun başka bir rumuzla karışma tehlikesi olmadığı için olsa gerek Yûnînî nüshasının çoğu yerinde (ط) şekline dönüşmüştür. 11

18 İslâm Araştırmaları Dergisi, 35 (): müstakil olarak ele alınacak ve diğerlerine göre daha ayrıntılı bir değerlendirmeye tâbi tutulacaktır. Abdullah b. Sâlim nüshası dışındaki diğer fer nüshalar şunlardır: Nüveyrî Nüshası Ahmed b. Abdülvehhâb b. Muhammed el-bekrî en-nüveyrî 37 ( ), Yûnînî nin hem talebesi olması hem de nüshasını asıldan yazması yönüyle önem arzetmektedir. Tespit edebildiğimiz kadarıyla Türkiye de biri , 38 diğeri tarihli olmak üzere Nüveyrî nin yazdığı iki nüsha mevcuttur. Ana metni açısından Abdullah b. Sâlim nüshası kadar açık ve net yazılmamış olsa da, İbn Zeyd in kaleme aldığı asıl nüshanın sonunda bulunan ve bu asıl nüshayla ilgili tanıtıcı bilgiler içeren notları 40 ve kenardaki kırmızı yazıları 41 aynen nakletmesi açısından bu nüsha eşsiz konumdadır. Nüveyrî, Zebîdî (Ebü l-vakt) rivayetini hocası Yûnînî den başka iki meşhur isimden 42 daha semâ etmiş ve bu isimleri nüshasının başındaki isnatta zikretmiştir Mekkî Nüshası İbrâhim el-mekkî b. Ali el-kaysarî el-hanefî nin yılında Mekke de, İbn Zeyd in yazdığı asıl nüshadan doğrudan naklettiği bu kopya Fas tadır. 43 Bu nüshayı satın alıp Fas a götüren Ahmed b. Nâsır ed-dir î nin de 37 Bk. Süyûtî, Hüsnü l-muhâdara, I, Edirne Selimiye Ktp., nr Köprülü Ktp., Fâzıl Ahmed Paşa, nr Bu nüsha M. Mustafa el-a zamî tarafından tıpkıbasım yapılmak suretiyle neşredilmiştir (Riyad: Dârü l-a zamî, /). 40 Bu bilgiler içerisinde, İbn Zeyd in yazdığı nüshanın tek cilt olduğu haberi de geçmektedir. Ama bunun kendi içinde iki cilt şeklinde olduğu, Yûnînî nin ilk cildinin bittiği yerdeki (Buhârî, el-câmiu s-sahîh [Bulak], IV, = Buhârî, el-câmiu s-sahîh [A zamî], s. ) Yûnînî nin aslındaki ilk cildin sonudur ifadesinden anlaşılmaktadır. Bu durumda Kastallânî nin şerhinde anlattığı ayrı iki cilt durumu (İrşâdü s-sârî, I, ) herhalde nüshanın zamanla ikiye bölünmesiyle oluşmuştur. 41 Aslın aslıyla ilgili olan kırmızı yazılar konusu Yûnînî nin ana metniyle ilgili bölümde geçmişti. 42 Sittü l-vüzerâ adıyla mâruf Vezîra bint Ömer b. Es ad b. Müneccâ et-tenûhiyye ( ) ve el-haccâr adıyla mâruf Şehâbeddin Ebü l-abbas Ahmed b. Ebû Tâlib b. Ebü n- Niam es-sâlihî ( ) için bk. Fâsî, Zeylü t-takyîd, I, ; II, Rabat, el-hizânetü l-âmme, nr. ق Bk. Menûnî, Sahîhu l-buhârî fi d-dirâsâti lmagribiyye, s

19 Aydın - Albayrak: Sahîh-i Buhârî Nüshalarına Dair Yeni Bulgular bu nüshadan yazdırdığı bir kopya da yine Fas ta mevcuttur. 44 Abdullah b. Sâlim in kaynaklarından biri olma ihtimali sebebiyle ileride bu kopyadan tekrar bahsedilecektir Muhammed el-mizzî Nüshası Şemseddin Muhammed b. Ahmed b. Safî b. Kāsım el-mizzî el-harîrî el- Gazûlî 45 ( ) tarafından yazılan bu kopya, Kastallânî nin esas aldığı ve neredeyse aslını geçmiş 46 diyerek övdüğü bir nüshadır. Yûnînî nin aslından ve iki kopyasından 47 yazılan bu nüsha da her ayrıntıyı aktarmakla meşhurdur. Mısır da Tenkīziyye Medresesi ne vakfedildiği için Tenkīziyye kopyası (el-fer u t-tenkīzî) adıyla da bilinen bu nüshanın II. cildi Mısır dadır ve Menûnî nin naklettiğine göre bu yazma Gazûlî nin yılında yazdığı nüshadır. 48 Türkiye de nüshanın tamamını içeren bir kopyası mevcuttur Muhammed b. İlyâs Nüshası yılında Muhammed b. İlyâs b. Osman el-mutasavvıf tarafından yazılan bu nüshanın Yûnînî nin bir kopyası olduğu belirtilse de asıldan kopya edilmediği kesindir. Çünkü nüshada Yûnînî nüshasıyla mukabele edilmiş bir nüshayla karşılaştırıldığı notu mevcuttur. 50 Ayrıca Mizzî (ö. /) ve Zehebî nin (ö. /) tashih ettiği bir nüsha ile Ahmed es-sübkî nin (ö. /) ve Alâeddin İbnü t-türkmânî nin (ö. /) tashih ettiği başka bir nüshayla da mukabele edildiği belirtilmektedir. Asıldan kopya edilmeyen bu nüshayı burada özellikle zikretmemizin sebebi ileride göreceğimiz gibi Bulak baskısında bu nüshanın da kullanılmış olmasıdır. Bu nüsha Kahire de mevcuttur Hizânetü Temgrut, nr Bk. Menûnî, Sahîhu l-buhârî fi d-dirâsâti l-magribiyye, s Bk. Fâsî, Zeylü t-takyîd, I, Kastallânî, İrşâdü s-sârî, I, Hacı Mâlik Medresesi nde vakfedilen bu iki kopya hakkında bilgi verilmemiştir. 48 Dârü l-kütübi l-mısriyye, nr Bk. Menûnî, Sahîhu l-buhârî fi d-dirâsâti lmagribiyye, s Süleymaniye Ktp., Kılıç Ali Paşa, nr İleride değineceğimiz gibi, bu nüshaya başka nüsha bilgileri de eklenmiştir. Bu nüshadaki kayda göre Muhammed el-mizzî asıl nüshayı yılında yazmıştı. Bu kayıtta bir yanlışlık yoksa Mizzî nin de benzerlerinde görüldüğü gibi birkaç nüsha yazdığı anlaşılmaktadır. 50 Menûnî, Sahîhu l-buhârî fi d-dirâsâti l-magribiyye, s Dârü l-kütübi l-mısriyye, nr

20 İslâm Araştırmaları Dergisi, 35 (): Bedrânî Nüshası Muhammed b. Hasan el-bedrânî 52 ( ), Ebû Zür a el-irâkī den (ö. /) Sahîh-i Buhârî yi semâ etmiştir. Ondan dinlediği bu nüshayı de Yûnînî nin aslıyla karşılaştırmış ve onun notlarını kendi nüshasına eklemiştir. Böylece nüshası da Yûnînî kopyası olmuştur. 53 Bu nüshanın başında, Yûnînî nin Usûl/Rumûz ismiyle bilinen ve kullandığı nüshalarla sembolleri açıklayan risâlesi de bulunmaktadır. Aslı Mısır da bulunan bu nüshanın Türkiye kütüphanelerinde kopyaları mevcuttur. 54 Bedrânî nüshasının, başında bulunan ve hocası Ebû Zür a dan dinlediği üç ayrı rivayeti (Ebü l-vakt, Kerîme, Ebû Zer) zikreden senet sebebiyle bu üç rivayeti içerdiği zannedilse de 55 gerçekte tek bir nüshadır ve o da Yûnînî nin rumuzlarını kullanmaya müsait olan Ebü l-vakt rivayetidir. Yalnız Ebû Zür a nın tashih ettiği yerler de mevcuttur. Bedrânî nüshası İbn Ebû Râfi 56 nüshasıyla mukabele edilmiş olup ileride örneklerini göreceğimiz gibi, nüsha içerisinde İbn Ebû Râfi nüshasının farkları belirtilmektedir. Yûnînî nin en önemli fer i olan Abdullah b. Sâlim el-basrî nüshasına geçmeden, diğer bir Yûnînî nüshasından daha bahsetmek gerekmektedir. Yûnînî rumuzlarını / nüsha farklılıklarını aktaran bu nüsha İbn Hacer in övdüğü 57 İsmâil b. Ali el-bikāî (ö. /) nüshasıdır. Aslının Mısır da olduğu belirtilen 58 bu nüshanın bir kopyası Türkiye dedir. 59 Bikāî nüshası, başında verilen 52 Bk. Ziriklî, el-a lâm, VI, Türkiye deki bir nüshasının sonunda şu ifade geçmektedir: ا ا א. 54 Âtıf Efendi Ktp., nr ; Süleymaniye Ktp., Hacı Beşir Ağa, nr. ; Yazma Bağışlar, nr Abdülhalîm, Rivâyâtü l-câmii s-sahîh, s Nüshanın sonundaki açıklamada İbn Ebû Râfi olarak geçerken, nüsha içerisindeki bazı notlarda İbn Râfi olarak zikredilmektedir. Bize göre bu isim, İbn Râfi diye meşhur olan Kahireli Ebü l-meâlî Takıyyüddin Muhammed b. Râfi es-sellâmî es- Sümeydî ( /) olabilir. Her ne kadar tarihçi kimliğiyle öne çıksa da aynı zamanda hadis hâfızıdır. Konumuz olan Bedrânî nin Sahîh i dinlediği hocası Ebû Zür a el-irâkī ( ) çocuk yaşta İbn Râfi den hadis dinlemiş, babası Zeynüddin el-irâkī ( ) ise onun talebesi olmuştur (bk. Kandemir, İbn Râfi, s. ). Fakat izah kısmında İbn Ebû Râfi olarak geçtiğinden biz de bu şekilde naklettik. 57 ا. و وا ة ة ا אري ا א כ : ا אل Bk. el-câmiu s-sahîh (Kahire), I, el-câmiu s-sahîh (Kahire), I, Köprülü Ktp., Fâzıl Ahmed Paşa, nr Bu nüshanın kopya olduğuna dair hiçbir kayıt yoktur. Aslının Mısır da olduğu bilgisi doğruysa, elimizdeki nüsha kopya olduğu belirtilmeyen bir kopya olmaktadır. 14

21 Aydın - Albayrak: Sahîh-i Buhârî Nüshalarına Dair Yeni Bulgular senet de dahil İbnü s-serrâc ın ( ) Yûnînî nin aslından yazdığı nüshasının kopyasıdır. 60 Doğrudan asıldan aktarılmadığından ve Yûnînî nin önemli notlarını içermediğinden burada bir başlık yapmadığımız bu nüshaya ileride tekrar temas edilecektir Abdullah b. Sâlim (Basrî) Nüshası Mekke de yaşayan ve Yûnînî nüshasını aslından yazan Abdullah b. Sâlim el-basrî 62 ( /), ulaşabildiği Yûnînî kopyalarını da dikkate almış ve kimi zaman oluşan asıl ile kopyalar arasındaki farkları veya bu kopyalardaki kayıtları da nüshasında aktarmıştır. Bunun yanında, Yûnînî nin kritik yerlerde yaptığı nakilleri aynen yansıttığı gibi kendisi de ihtilâflı veya yanlış olma ihtimali bulunan yerlerde şeyhülislâm olarak çokça zikrettiği İbn Hacer den ve Kastallânî den nakillerde bulunmuş, bu yönüyle Yûnînî nüshasına değer katmıştır. Hakkında nakledilen bilgilerden ve Türkiye deki kopyalarından anladığımız kadarıyla güzel bir yazıyla yazdığı nüshasındaki bu bilgileri hiçbir karışıklığa mahal vermeden büyük bir titizlikle nakletmesi de nüshanın önemini arttıran diğer bir husustur. Abdullah b. Sâlim, Yûnînî nin aslıyla karşılaştırdığı iki kopyadan birine hiçbir isim vermemekte, 63 diğerine ise Mekkî kopyası (el-fer u l-mekkî) demektedir. Bunun, bir önceki bölümde bahsettiğimiz ve Mekkî nüshası diye isimlendirdiğimiz İbrâhim el-mekkî nin Yûnînî kopyası olması kuvvetle muhtemeldir. 64 Abdullah b. Sâlim, Sahîh-i Buhârî ye yazmış olduğu ama ta- 60 İbnü s-serrâc olarak tanınan İmâdüddin Ebû Bekir b. Ahmed ed-dımaşkī, Haccâr ın ve Hâfız Mizzî nin talebesidir. Bk. İbn Hacer, İnbâü l-gumr, I, A zamî nin naklettiğine göre Şeyh Nizâm Ya kūbî, Türkiye deki Bikâî nüshasının tıpkıbasımını yapmıştır. Bk. el-câmiu s-sahîh (A zamî), s Sahîh-i Buhârî metni başta olmak üzere Kütüb-i Sitte metinleri üzerine yaptığı çalışmalarıyla tanınan Abdullah b. Sâlim el-basrî nin hangi ilim ve eserden icâzetli olduğunu ve kimlerin eğitiminden geçtiğini, el-imdâd bi-ma rifeti ulüvvi l-isnâd isimli sebet türünde kaleme alınan eserde oğlu Sâlim ifade etmektedir. Bk. Sâlim b. Abdullah b. Sâlim el-basrî, el-imdâd bi-ma rifeti ulüvvi l-isnâd, Haydarâbâd Bu çalışma üzerinden Abdullah b. Sâlim in hadisçiliği ve XVIII. yüzyılda hadis ilmi üzerine yapılan birtakım değerlendirmeler için bk. Woll, Abdullah b. Sâlim el-basrî, s İleride göreceğimiz gibi Abdullah b. Sâlim in doğrudan Muhammed el-mizzî den nakil yaptığı bir yeri dikkate alırsak, ismini zikretmediği bu kopyanın Mizzî nüshası olabileceğini düşünebiliriz. 64 Fas taki bu nüsha ile Abdullah b. Sâlim in Mekkî kopyası notları arasında yapılacak bir karşılaştırma bu durumu netleştirecektir. 15

22 İslâm Araştırmaları Dergisi, 35 (): mamlayamadığı şerhte de Yûnînî nin aslı, Yûnînî nin kopyası ve birçok asıl ifadelerini kullanmaktadır. 65 Kettânî ( ), Basrî nin Yûnînî aslına nasıl ulaştığına dair şu bilgiyi kaydetmektedir: Yûnînî nin asıl nüshası bir şekilde, Mağribli olup Mekke de yaşayan Rûdânî nin (ö. /) eline geçmiştir. 66 Ondan bu nüshayı Hintli olup Mekke de yaşayan Muhammed Ekrem b. Muhammed almış, Abdullah b. Sâlim de bu nüshayı ödünç alıp istinsah etmiştir. Aynı yerde, Basrî nüshasının âkıbetiyle ilgili bazı bilgiler de aktaran Kettânî, Şeyh Tâhir Sünbül le 67 ( /) Medine de karşılaştığını, onun elinde Basrî nüshasını gördüğünü ve onun bu nüshayı Bulak (Sultâniye) baskısının tashihi için Âsitâne ye (İstanbul) götürmüş olduğunu nakletmektedir. 68 Bu bilgiden çıkardığımız sonuç, Abdullah b. Sâlim in asıl nüshasının Bulak baskısı için getirildiği ve büyük bir ihtimalle bu baskıda kullanıldığıdır. Bu nüshanın geri gittiği de çünkü Kettânî nüshayı bizzat gördüğünü söylemektedir bu nakilden anlaşılmaktadır. Fakat nüshanın Türkiye de kaldığı süre içerisinde ve Hicaz da epey sayıda kopyası yazılmıştır. Türkiye deki Basrî nüshalarının çoğunda Abdullah b. Sâlim le ilgili hiçbir kayıt mevcut değildir. Bu nüshaların Abdullah b. Sâlim nüshasının kopyaları olduğunu netleştiren husus, Yûnînî nin aslı ile kopyaları arasında çokça yapılan karşılaştırmalar ve ileride örneklerini vereceğimiz gibi Bulak baskısının bu nüshadan belirterek veya belirtmeden yaptığı nakillerle bu nüshadaki notların uyumudur. Çünkü bu ifadeler, Yûnînî nin aslında bulunan ve herhangi bir Yûnînî kopyasında da bulunabilecek yorumlar değildir; bilakis kopya sahibinin, hem de Kastallânî den (ö. /) sonra yaşamış bir kopya sahibinin ifadeleri ve nakilleridir. Bazı nüshalarda ise durum daha nettir ki ilk bulduğumuz nüsha ile son bulduğumuz nüsha bu kabildendir. Konya Yûsuf Ağa Kütüphanesi ndeki 69 nüsha, ilk bulduğumuz ve bir süre Basrî nin asıl nüshası zannettiğimiz fakat Ezherliler in yaptığı bazı nakillerle uyum göstermediğinden bir kopya olduğuna karar kıldığımız 65 Basrî, Ziyâü s-sârî, I, , ; XV, Muhammed b. Süleyman er-rûdânî, hadisle ilgili senetlerinde Yûnînî tarikini de zikretmektedir. Bk. Sılatü l-halef, s Bilgi için bk. Nesebü âileti Âli Sünbül, php/thtml ( ). 68 Kettânî, Fihrisü l-fehâris, I, nr

23 Aydın - Albayrak: Sahîh-i Buhârî Nüshalarına Dair Yeni Bulgular nüshadır. Bu nüsha da diğerleri gibi Ebü l-vakt senediyle 70 başlamaktadır ama zahriyede diğerlerinden farklı olarak Abdullah b. Sâlim in oğlu Sâlim in (ö. /) babası aracılığıyla Buhârî ye ulaşan ve dünyadaki en kısa senet olarak kabul edilen ama bu nüsha açısından ilmî bir değeri olmayan senet zikredilmektedir Basrî nüshasının başında ve Yûnînî nin II. cildine denk gelen yerde (Konya Yûsuf Ağa Ktp., nr. , vr. a ) Ebü l-vakt ile başlayan senet vardır. Ezherliler sadece II. cilttekini aktarmışlardır. Bk. Buhârî, el-câmiu s-sahîh (Bulak), IV, Yazılı bir nüshayı naklederken kapağa yakın bir yerde ayrıca bir senedin zikredilmesi tamamen bir formalitedir. Fakat bu geleneği önemseyenler, naklettiği nüshanın başka bir tarik olduğuna bakmaksızın kendi semâ ettiği senedi zikretmeyi tercih etmişlerdir. Ebû Zer senediyle başlayan kimi nüshaların ilk sayfasına müstensih tarafından Ebü l-vakt senedi konması bundandır. Basrî nin oğlunun aktardığı senet de ne Yûnînî ne de Ebü l-vakt ile alâkalıdır. Zaten Sâlim, Birçok senedimiz var deyip en kısasını nakletmeyi tercih etmiştir. 17

24 İslâm Araştırmaları Dergisi, 35 (): En son bulduğumuz nüsha 72 ise daha nettir. Çünkü bu nüshanın son kısmında önce Yûnînî nüshasının sonunda ne yazdığı aktarılmakta, ardından da Şeyhlerimizin şeyhi Şeyh Abdullah b. Sâlim in Yûnînî nüshasının (Yûnîniyye) aslından naklettiği kopyanın sonunda şu metin vardır diyerek Abdullah b. Sâlim in bu nüshayı yılında yazdığı kaydı nakledilmektedir. 73 Ahmed Muhammed Şâkir in bahsettiği ama Basrî nüshası olduğunu farkedemediği diğer bir kopya Muhammed es-sâbir isimli bir müstensih tarafından de yazılmıştır. 74 Bu nüshanın giriş kısmında nüshaya bazı hâşiyeler ekleyen Abdullah Mîrganî (?) isimli şahıs Abdullah b. Sâlim in ve diğerlerinin Yûnînî nüshasıyla ilgili olarak nahiv kaidelerine uymayan bazı nakillerde bulunduğu açıklamasını yapmaktadır. Bu nüshada Basrî nin notları da kimi zaman Basrî kaydıyla bitmektedir. Abdullah b. Sâlim in izahlarını eksiksiz içeren Topkapı Sarayı Müzesi Kütüphanesi nde tespitini yaptığımız bir başka kopya nüsha ise henüz Abdullah b. Sâlim in hayatta olduğu bir döneme tekabül eden istinsah tarihi ile dikkat çekmektedir. 75 Ancak müstensihi hakkında bilgi bulunmamaktadır. Abdullah b. Sâlim in birkaç kopyasını da Menûfî isimli bir şahıs Mekke de yazmıştır. Tarih olarak Abdullah b. Sâlim in yaşadığı devrin hemen sonrasına tekabül eden bu kopyalardan hem Menûfî nin istinsah ettiği hem de Menûfî den istinsah edilmiş olan nüshalar Türkiye de mevcuttur Konya Bölge Yazma Eserler Ktp., nr Bu bilgi elimizdeki bütün Basrî nüshalarının birer kopya olduğunu ortaya koyan diğer bir husustur. Çünkü erişebildiğimiz nüshaların hiçbiri bu kayıtta ifade edildiği gibi sona ermemektedir. 74 Bursa İnebey Ktp., Ulucami, nr Antepli olan bu müstensih altı tane Basrî nüshası yazmıştır. Ahmed Muhammed Şâkir in elinde olan, te yazılan nüshanın II. cildidir. 75 Topkapı Sarayı Müzesi Ktp., III. Ahmed, nr Menûfî nin istinsah ettiği tarihli Abdullah b. Sâlim nüshasının bir kopyası için bk. Süleymaniye Ktp., Ayasofya, nr Bu şahsın ayrıca Basrî nin notlarını içermeyip 18

25 Aydın - Albayrak: Sahîh-i Buhârî Nüshalarına Dair Yeni Bulgular Bazı Basrî kopyalarında nâdiren geçen notlarda da Abdullah b. Sâlim nüshasında böyledir açıklaması mevcuttur. 77 Abdullah b. Sâlim in açıklamalarını kısmen içeren nüshalar da vardır. 78 Abdullah b. Sâlim kopyalarından aktaracağımız diğer bilgiler, Bulak Baskısında Kullanılan Nüshalar kısmında gelecektir Yûnînî Nüshasının Bulak ta Basılması (en-nüshatü s-sultâniyye) Sultan II. Abdülhamid, 4 Şâban (1) tarihli bir tahrirat ile Ezher meşâyihine bir emirnâme eşliğinde Yûnînî nüshasını göndermiş, 80 onlar da titiz bir çalışma ve tashihle Emîriyye Matbaası nda bu basımı gerçekleştirmişlerdir ( ). Sonraları Sultâniyye nüshası (en-nüshatü s-sultâniyye) diye anılacak olan bu baskı, Osmanlı ve Ezher sebebiyle en meşhur Buhârî neşri olmuştur. Hemen akabinde yine Osmanlı Devleti eliyle İstanbul da basılan nüsha bile 81 Bulak baskısının gerisinde kalmıştır. Abdülhamid in, Yûnînî nüshasının aslını gönderdiği söylense de 82 onun Mısır a gönderdiği nüsha, daha önce belirttiğimiz gibi Abdullah b. Sâlim in Yûnînî kopyasıdır. Baskıda kullanılan nüshanın Yûnînî aslı değil de Abdullah b. Sâlim kopyası olduğu hem bu neşirdeki mukaddimeden 83 hem de kenardaki notlardan anlaşılmaktadır. Biraz sonra yapacağımız karşılaştırmalı nakillerle bu durum net olarak ortaya konacaktır. sadece Yûnînî rumuzunu / nüsha farklarını içeren Yûnînî kopyaları da mevcuttur. Bk. Râgıb Paşa Ktp., nr Bk. Süleymaniye Ktp., Ayasofya, nr. , vr. b. 78 Süleymaniye Ktp., Denizli, nr. 52; Amasya Beyazıt Yazma Eser Ktp., nr. ; Beyazıt Yazma Eser Ktp., Veliyyüddin Efendi, nr Kettânî nin Şeyh Tâhir Sünbül ün elinde gördüğünü ifade ettiği Basrî nüshasının aslıyla ilgili kullandığı şu ifade, Türkiye deki Konya Yûsuf Ağa (nr. ); Konya Bölge Yazma Eserler (nr. ); Süleymaniye (Hamidiye, nr. ; Fâtih, nr. ) kütüphanelerindeki nüshalardaki durumu da aynen yansıtmaktadır: ا א وا א وا وا ا ا. 80 Başbakanlık Osmanlı Arşivi, Y. PRK. MK. 6/ Haz. Mehmed Zihni Efendi, İstanbul: Matbaa-i Âmire, Bk. Sezgin, Buhârî nin Kaynakları, s. ; Menûnî, Sahîhu l-buhârî fi d-dirâsâti lmagribiyye, s ا. ا وع ا א ا ة ن Bk. Mukaddime, s

26 İslâm Araştırmaları Dergisi, 35 (): Baskıda Kullanılan Yûnînî Yazmaları ve Diğer Nüshalar Bulak baskısını yapanlar, kullandıkları Yûnînî kopyalarını ve diğer nüshaları belirtmemişlerdir. Bu sebeple, kullanılan nüshalar konusu kenarlardaki notlardan anlaşılmaya çalışılmaktadır. Biz daha önceki çalışmalarda zikredilen bilgileri tekrarlamak yerine, kenardaki notları ayrıntılı bir şekilde incelemeyi ve eldeki yazma nüshalarla karşılaştırma yapmayı tercih ettik. Çünkü Ezherliler in kendi ifadeleriymiş gibi yaptıkları açıklamalardan yanlış sonuçlar çıkarmak mümkündür. Bir hâmişte Elimizdeki üç kopyada da yoktur denilmektedir. 84 Bu, ellerinde en az üç kopyanın olduğunu göstermektedir. Kopya / fer kelimesinin kullanıldığı diğer notlara baktığımızda ise toplamda dört fer çıkmaktadır. Ancak bu dördüncüsünü Yûnînî kopyası mı yoksa ayrı bir nüsha mı olarak gördükleri net değildir. Çünkü Ezherliler Elimizdeki kopyada ve güvenilir nüshalarda ifadesini de sıkça kullanmakta ve birazdan aktaracağımız gibi kimi zaman bu nüshalardakini metne almaktadırlar. Aşağıda bu dört nüshadan ve tespit edebildiğimiz diğer nüshalardan yapılan nakiller incelenecektir Abdullah b. Sâlim Nüshası Ezherliler özellikle II. ve IX. ciltlerde, esas aldıkları nüshanın Abdullah b. Sâlim nüshası olduğunu belli eden ifadeler kullanmışlardır. 85 Örnek 1: Bulak baskısı, IX, 84 Konya Yûsuf Ağa Ktp., nr. , vr. b Açıklama: Ezherliler in belirttiği gibi elimizdeki Basrî nüshasında هذا kelimesinin üzeri çizilidir ve kenarda da bunu açıklayan not vardır. 84 Buhârî, el-câmiu s-sahîh (Bulak), I, Abdullah b. Sâlim nüshasından vereceğimiz örnekler, makale boyutunu aşmamak için sınırlı sayıda tutulmuştur. 20

27 Aydın - Albayrak: Sahîh-i Buhârî Nüshalarına Dair Yeni Bulgular Örnek 2: Bulak baskısı, IX, 84 Konya Yûsuf Ağa Ktp., nr. , vr. b قول ب kelimesi olduğu halde Açıklama: Basrî burada kelimesinin merfû okunuşunu izah etmektedir. الفرع) kopya Bununla beraber Ezherliler daha çok itimat edilen/esas alınan dipnottan-kopya- ya da asıldaki (الفرع الذي بيد ) elimizdeki kopya,(الذي يعو ل عليه daki dipnottan هامش الا صل من هامش الفرع) (من türü ifadelerle Basrî nüshasından nakillerde bulunmuşlardır. Örnek 3: Bulak baskısı, II, 73 Konya Yûsuf Ağa Ktp., nr. , vr. 99 b Açıklama: Yûnînî nüshasında bir kelimenin hem tekil hem de çoğul hali beraber kaydedildiğinden Basrî, asılda böyle olduğunu belirtmektedir. Örnek 4: Bulak baskısı, 2/ Yusuf Ağa Ktp., nr. , vr. a Açıklama: Basrî burada Fethu l-bârî deki ifadeleri de dikkate alarak وزاد محمد diye başlayan mütâbaatın Yûnînî nin asıl nüshasında yanlış yerde olduğunu belirtmektedir. Burada görüldüğü gibi Ezherliler Basrî nüshası için asl ifadesini kullanmaktadırlar. 21

28 İslâm Araştırmaları Dergisi, 35 (): Ezherliler, Basrî nin İbn Hacer, Kastallânî ve diğerlerinden naklettiği bilgileri ya doğrudan nakletmekte ya da asıl kaynaklara dönerek oradan aktarmaktadırlar. Örnek 5: Bulak baskısı, IX, Konya Yûsuf Ağa Ktp., nr. , vr b Açıklama: Abdullah b. Sâlim nüshasındaki durumdan bahsettikten sonra İbn Hacer den naklettikleri açıklamayı Basrî den değil, doğrudan Fethu lbârî den (XIII, ) almışlardır. Çünkü Basrî de نص olarak geçen kelimeyi elimizdeki Fethu l-bârî nüshasına uygun olarak تفطن şeklinde nakletmişlerdir. Basrî nin, Yûnînî nin kopyaları başlığı altında tanıttığımız Muhammed el- Mizzî kopyasından ve Münzirî nin (ö. /) Buhârî nüshasından yaptığı nakiller de aynen yansıtılmıştır. 22

29 Aydın - Albayrak: Sahîh-i Buhârî Nüshalarına Dair Yeni Bulgular Örnek 6: Bulak baskısı, IV, Konya Yûsuf Ağa Ktp., nr. , vr. a Açıklama: Bu ifadeler, daha önce tanıttığımız Mizzî nin kendi nüshasında da aynen mevcuttur. Bk. Süleymaniye Ktp., Kılıç Ali Paşa, nr. , vr. b. Örnek 7: Bulak baskısı, IV, 63 Konya Yûsuf Ağa Ktp., nr. , vr. b Ezherliler in Basrî nüshasını yansıtmadıkları yerler de mevcuttur ve buralarda muhakkak bir açıklama yapmışlardır. 23

30 İslâm Araştırmaları Dergisi, 35 (): Örnek 8: Bulak baskısı, VIII, Konya Yûsuf Ağa Ktp., nr. , vr. a Örnek 9: Bulak baskısı, V, Konya Yûsuf Ağa Ktp., nr. , vr. a Açıklama: Tercih etmedikleri yazım şekli, görüldüğü gibi, Basrî nüshasında mevcuttur. Nakletmeyi tercih ettikleri güvenilir nüshanın hangisi olduğu ise ileride zikredilecektir. Abdullah b. Sâlim in asıl (Yûnîniyye) ile kopyalar (fer ayn, el-fer u l-mekkî vb.) arasında yaptığı karşılaştırmalar da aynen yansıtılmış ve alıntı olduğu çoğu zaman belirtilmemiştir. 24

31 Aydın - Albayrak: Sahîh-i Buhârî Nüshalarına Dair Yeni Bulgular Örnek Bulak baskısı, IV, Konya Yûsuf Ağa Ktp., nr. , vr. b Örnek Bulak baskısı, IV, Konya Yûsuf Ağa Ktp., nr. , vr. a Basrî Nüshasına Uymayan Yerler: Bulabildiğimiz Basrî nüshalarının birer kopya olduğunu belirtmiştik. Asıllarda olabileceği gibi, sağlam kopyalarda da bazı kusurların bulunması veya bir kopyanın asıldaki her şeyi yansıtamaması çok normaldir. Bu sebeple, Ezherliler in Basrî nüshasından yaptıkları nakil ile elimizdeki Konya (Yûsuf Ağa) nüshasının uyumlu olmadığı yerler de mevcuttur. 86 Elimizdeki diğer Basrî nüshalarından uyumlu olanı da ayrıca belirterek tespit edebildiğimiz örnekler şunlardır: 86 Bunun tam tersi de yani Konya nüshasının uyduğu ama diğer bazı Basrî nüshalarının uymadığı yerler de mevcuttur. 25

32 İslâm Araştırmaları Dergisi, 35 (): Örnek Bulak baskısı, IX, Konya Yûsuf Ağa Ktp., nr. , vr. b Süleymaniye Ktp., Fâtih, nr. , vr. b Açıklama: Burada ekleme sonrasında oluşan tek vecih yansıtılmıştır. Açıklama: İki vecih de yansıtılmış ve sonradan eklenen elif ile sükûn kırmızıyla yazılmış, üzerine de tashih işareti konulmuştur. Örnek Bulak baskısı, IX, Konya Yûsuf Ağa Ktp., nr. , vr. b Süleymaniye Ktp., Ayasofya, nr. , vr. b Açıklama: Burada büyük bir ihtimalle ana metindeki sükûn, öncesinde iki defa geçen aynı kelimede olduğu gibi, tenvin olarak yorumlanmış gözükmektedir. Örnek Bulak Baskısı, 1/ Konya Yûsuf Ağa Ktp., nr. , vr a Süleymaniye Ktp., Fâtih, nr. , vr. 69 b Açıklama: Burada Ebû Zer işareti atlanmıştır. 26

33 Aydın - Albayrak: Sahîh-i Buhârî Nüshalarına Dair Yeni Bulgular Abdullah b. Sâlim den Aktarılmayan Yerler: Ezher baskısında Basrî nin bütün notları aktarılmamıştır. Bunların bir kısmı önemlidir; çünkü ya Yûnînî nin kendi metniyle ilgili uyarılarını ya da anlaşılmayan bazı yerlerin izahını veya nüsha farklarına dair işareti içermektedir. Örnek Konya Yûsuf Ağa Ktp., nr. , vr. a Bulak baskısı, II,92 Açıklama: Yûnînî nin Kādî İyâz dan yaptığı bu nakil, metindeki bir yanlışla ilgili açıklamayı içermektedir; ama Ezherliler bunu nakletmemişlerdir. Örnek Konya Yûsuf Ağa Ktp., nr. , vr. 75 a Bulak baskısı, II, 16 Açıklama: Üstü çizili ifade ve onunla ilgili açıklama nakledilmemiştir. 27

34 İslâm Araştırmaları Dergisi, 35 (): Örnek Açıklama: Bulak baskısında aktarılmayan bu bilgi sayesinde İbn Hacer in Yûnînî nüshasının aslını okuduğunu ve bazı değerlendirmeler ilâve ettiğini öğrenmekteyiz. Örnek Konya Yûsuf Ağa Ktp., nr. , vr. a حبر Açıklama: Bulak baskısında (IX, ) aktarılmayan bu notta metinde geçtiği halde kenarda da جبر yazıp üzerine Ebû Zer işareti konulması gibi bir garipliğin izahı Basrî tarafından yapılmaktadır. Asıl metin جبريل iken sonradan حبر kelimesine dönüştürülmüş, böylece kenarda nüsha farklılığını yansıtan hâmiş boşa çıkmıştır. 28

35 Aydın - Albayrak: Sahîh-i Buhârî Nüshalarına Dair Yeni Bulgular Bedrânî Nüshası Daha önce tanıttığımız Bedrânî nüshasını Ezherliler in, özellikle İbn Ebû Râfi (İbn Râfi ) nüshasını yansıtırken kullandıkları kesindir. Bedrânî kopyalarıyla karşılaştırarak, genellikle cümle düşüklükleri ve kelime eksikliklerini telafi eden notlar şeklindeki bu nakiller aşağıda yer almaktadır. Örnek Bulak baskısı, I, Âtıf Efendi Ktp., nr. , vr. 75 a Örnek Bulak baskısı, III, 6 Süleymaniye Ktp., Yazma Bağışlar, nr. , vr. a Ezherliler in muteber bir nüshadan veya kopyadan diyerek aktardıkları notlar da bazan Bedrânî nüshasıyla uyuşmaktadır: 29

36 İslâm Araştırmaları Dergisi, 35 (): Örnek Bulak baskısı, II, 27 Konya Yûsuf Ağa Ktp., nr. , vr. 79 a Âtıf Efendi Ktp., nr. , vr. b Açıklama: İkinci hâmişi aldıkları muteber nüshanın Bedrânî nüshası olduğu yandaki nakillerden anlaşılmaktadır. Açıklama: Basrî nüshasında sadece tek hâmiş vardır. Açıklama: Görüldüğü gibi Bedrânî nüshasında ikinci hâmiş de mevcuttur. Örnek Bulak baskısı, V, 31 Açıklama: İsim vermeden iki fer arasındaki farkı anlatmaktadırlar. Ama hâmişte النبي kelimesinin üzerine şüpheyi ifade eden tadbîb işareti koymakla yanılmışlardır. Diğer nüshalarda görüldüğü üzere bu işaret Hammevî nin sembolü olan hâ harfidir. Konya Yûsuf Ağa Ktp., nr. , vr. b Açıklama: Ezherliler in belirttiği gibi tam tersidir. Âtıf Efendi Ktp., nr. , vr. a Açıklama: Ezherliler in tercih ettiği nüsha budur. 30

37 Aydın - Albayrak: Sahîh-i Buhârî Nüshalarına Dair Yeni Bulgular Muhammed el-mizzî Nüshası Yûnînî nin kopyaları kısmında bahsettiğimiz ve Tenkīziyye denilen yere vakfedildiği için el-fer u t-tenkīziyye diye anılan bu nüshanın Ezherliler tara- و fından kullanıldığının en açık delili, hâmişte yaptıkları şu açıklamadır: ا ع ا כ ي א א אء و ا אء و א أ ذر א א Türkiye de mevcut olan Mizzî nüshasında, üzerindeki kırmızı mürekkeple Ebû Zer işareti ve tashih kaydı dahil olmak üzere, kelimenin فا ل ف ي ها şeklinde yazıldığı görülmektedir. 88 Ezherliler, ا ي و א ا כ ا (Bulak baskısı, IX, 11) diyerek ifade ettikleri 89 و א bir örnekte de metnin أ أو şeklinde olduğunu belirtmektedirler. Elimizdeki Mizzî nüshasında da aynen bu şekildedir. 90 Yukarıdaki ifadeler Ezherliler in bu nüshayı gördüklerini göstermektedir. Ama Kastallânî nin çokça övdüğü ve şerhinde kullandığı bu nüshayı niçin yoğun olarak kullanmadıkları anlaşılmamaktadır. Şu an Mısır daki nüshada olduğu gibi onların elindeki nüshanın da eksik olması ya da Türkiye deki nüsha gibi Yûnînî kopyası olmayan nüshaları da içeriyor olması bunda etkili olmuş olabilir Muhammed b. İlyâs Nüshası Yukarıda Yûnînî kopyalarını sıralarken ismini zikrettiğimiz Muhammed b. İlyâs ın, nüshasını mukabele ettiği nüshalardan birinin de Mizzî nin ve Zehebî nin tashih ettiği nüsha olduğunu zikretmiştik. Dolayısıyla Mizzî ve Zehebî nin konuyla ilgili mülâhazaları Muhammed b. İlyâs ın nüshasına da yansımıştır. Buna binaen Ezherliler in Hâfız Mizzî nüshası derken kastettikleri nüshanın bu olduğunu düşünüyoruz. 91 Kahire de bulunan bu 87 Buhârî, el-câmiu s-sahîh (Bulak), III, Süleymaniye Ktp., Kılıç Ali Paşa, nr. , vr. b. Türkiye deki bu nüsha Tabnâvî nin (Ali b. Muhammed b. Ahmed el-heysemî) yazdığı bir kopyadır. Birmâvî nin (ö. /) talebesi olan bu şahıs, Yûnînî rumuzları yanında Dimyâtî (ö. ) nüshasını ve başka bir nüshayı da rumuzlarla göstermiş, böylece nüshası biraz daha karışık bir hal almıştır. 89 Ezherliler nüshatü l-mizzî ifadesiyle bu nüshayı kastederken, ileride geleceği gibi nüshatü l-hâfız el-mizzî ve Aslün sahhahahu z-zehebî ve l-mizzî ifadeleriyle başka nüshaları kastetmektedirler. 90 Süleymaniye Ktp., Kılıç Ali Paşa, nr. , vr. b. 91 א ا و ا ي ا א و اכ ا Bk. Buhârî, el-câmiu s-sahîh (Bulak), IX, Yûnînî nin talebesi olan Hâfız Yûsuf el-mizzî nin kendisine ait bir 31

38 İslâm Araştırmaları Dergisi, 35 (): nüshaya 92 henüz ulaşamadığımızdan bu bölümde herhangi bir karşılaştırma yapamıyoruz. Nüshayı bizzat inceleyen Menûnî nin belirttiğine göre bu nüsha Ezherliler tarafından kullanılmıştır Takıyyüddin es-sübkî Nüshası Meşhur âlim Ali es-sübkî ( ) nüshası da bir Yûnînî kopyası değildir. Ama o da hocası Dimyâtî nin ( ) Ebü l-vakt nüshası 94 ile Ebû Mektûm b. Ebû Zer rivayeti olan Ebû Zer nüshası arasındaki farkları göstermiştir. Zehebî ile Mizzî nin tashihini içerdiğinden 95 ayrıca dikkate alınması gereken bu nüsha Türkiye de mevcuttur. 96 Ezherliler bu nüshadan bahsederken صل صح حه المز ي والذهبي ifadesini kullanmaktadırlar. Aşağıda Ezherliler in bu nüshayla ilgili ifadelerinin, elimizdeki Sübkî nüshasıyla karşılaştırması yapılacaktır. Örnek Ezherliler kullandıkları rumuzlarla ilgili daha önce yaptıkları bir açıklamayı düzeltirlerken VII. cildin en başında bu nüshadan da bahsetmekte- وكذا امش نسخة مقابلة على أصول معتمدة منها النسخة التي صححها شيخ الا سلام جمال الدين dirlerالمزي و شيخ الا سلام شمس الدين الذهبي في ورقة نمرة (٩) وهي وقف الا شرف والا ن لكتبخانة المصرية Burada Yûnînî nüshasında bulunan Ş harfinin daha önce Kābisî olabileceğini söylediklerini ama Kastallânî de ve söz konusu nüshada bu harfin Ebü l-vakt e işaret ettiği açıklamasının bulunduğunu belirtmektedirler. 97 Yanda görüldüğü üzere elimizdeki nüshanın rumuzla ilgili izahı aynen naklettikleri gibidir. Yûnînî nüshanın varlığı bilinmemektedir. Zaten müstakil bir nüshası olup da bunun bilinmemesi veya konuyla ilgili çalışma yapanların böylesi önemli bir nüshadan haberdar olmamaları garip bir durum ortaya çıkarırdı. 92 Dârü l-kütübi l-mısriyye, nr Menûnî, Sahîhu l-buhârî fi d-dirâsâti l-magribiyye, s Dimyâtî nin kendisi için yazdığı ve tashih ettiği bir nüsha olduğundan, önemlidir. İbnü l-mulakkın ın Buhârî şerhinde kullandığı nüshanın Dimyâtî nüshası olma ihtimali vardır. Bk. et-tavzîh, X, (müstensihin notu). 95 Bir önceki nüsha ile aynı olmadığı birazdan vereceğimiz örneklerden anlaşılacaktır. 96 Nuruosmaniye Ktp., nr Yûnînî deki Ş harfinin Ebü l-vakt e veya Kābisî ye işaret ettiğine dair herhangi bir delil yoktur. 32

39 Aydın - Albayrak: Sahîh-i Buhârî Nüshalarına Dair Yeni Bulgular Örnek Ezherliler bir hâmişte, âyetteki ال رش يد kelimesiyle ilgili olarak bunun hangi nüshada bulunup bulunmadığı açıklamasını yaparken bu nüshadan da كذا في هامش اليونينية لفظ «الرشيد» محكوك ا. وكذا ليس في أصل مص حح على bahsetmektedirler: 98 Bu ibare, Basrî nüshasında olduğuما صح حه الذهبي والمزي. نعم هو في أصل gibi, elimizdeki Sübkî nüshasında da kenarda mevcuttur. 99 Nuruosmaniye Ktp., nr. , vr. b. Ezherliler bazan isim vermeden de bu nüshadan alıntı yapmaktadırlar: Metinde geçen ألا منوني ifadesi için Güvenilir bir nüshada tashih kayıtlı olarak bu şekildedir demektedirler. Sübkî nüshasında da aynen belirttikleri gibidir. Daha önce naklettiğimiz gibi, Basrî nüshasında ve diğerlerinde ise iki nûn ile yazılmıştır. Diğer bir hâmişte ise metinde geçmeyen ع م ر lafzının iki önemli nüshada geçtiğini belirtmektedirler. Elimizdeki yazma nüshalara göre (في نسختين جليلتين) bunların biri Bedrânî nüshası diğeri de bahsettiğimiz Sübkî nüshasıdır. Basrî de geçmeyen bu kelime (Konya Yûsuf Ağa Ktp., nr. , vr. a ), olması muhtemel Bikāî nüshasında da yoktur (Köprülü Ktp., Fâzıl Ahmed Paşa, nr. , vr. b ). Daha önce geçen nüshada değindiğimiz gibi nüshatü l-hâfız el-mizzî dedikleri nüsha farklı olduğundan, bu isimle aktardıkları bilgiler Sübkî nüshasıyla uyuşmamaktadır. Meselâ في ظ ل ع ل ي ة ifadesinin Kastallânî ve Hâfız Mizzî nüshasında ayın harfinin zammeli ve kesreli olduğunu belirtmekte, Basrî 98 Buhârî, el-câmiu s-sahîh (Bulak), IV, Bedrânî nüshasında (Âtıf Efendi Ktp., nr. , vr. a ) ve Yûnînî kopyalarının sonunda tanıttığımız Bikāî nüshasında (Köprülü Ktp., Fâzıl Ahmed Paşa, nr. , vr. b ) bu kelime metinde geçmektedir. Buhârî, el-câmiu s-sahîh (Bulak), V, Nuruosmaniye Ktp., nr. , vr. b. Konya Yûsuf Ağa Ktp., nr. , vr. a (Basrî nüshası); Âtıf Efendi Ktp., nr. , vr. 68 b (Bedrânî nüshası); Süleymaniye Ktp., Kılıç Ali Paşa, nr. , vr. a (Mizzî nüshası). Buhârî, el-câmiu s-sahîh (Bulak), IV, Âtıf Efendi Ktp., nr. , vr. b. Nuruosmaniye Ktp., nr. , vr. b. 33

40 İslâm Araştırmaları Dergisi, 35 (): nüshasında ise ظل kelimesinin tenvinli olduğunu eklemektedirler. Konumuz olan Sübkî nüshasında ayın harfinde sadece zamme işareti vardır. Ezherliler in daha önce bahsettiğimiz ve Yûnînî nüshasının kopyasının kopyası فرع الفرع) ) olan Bikāî (ö. ) nüshasını kullanma ihtimalleri de yüksektir. Fakat biz bu hususta henüz kesin delil tespit edebilmiş değiliz. Ezherliler in bunlardan başka nüshalar kullandıkları da kesindir. Çünkü bu çalışmada zikredilen nüshaların hiçbirisinde bulunmayan nüsha bilgileri de nakletmektedirler. Değerlendirme Buhârî nin el-câmiu s-sahîh adlı eserinin çeşitli nüshaları arasında mevcut olan farkları tek nüshada yansıtma işi Asîlî (ö. /) ve Ebû Zer (ö. /) dönemine kadar uzanmaktadır. Daha fazla nüshayı içeren çalışmaların ise ilkini Sagānî (ö. /), en meşhurunu Yûnînî (ö. /), en sonuncusu ve kapsamlısını da Sehârenpûrî (ö. /) yapmıştır. Sultan II. Abdülhamid in emriyle Bulak Emîriyye Matbaası nda gerçekleştirilen baskıda da çok meşhur olması sebebiyle Yûnînî nüshası kullanılmıştır. el-câmi u s-sahîh in Sultâniye baskısı diye bilinen ve Ezherli âlimlerin nezaretinde yapılan bu baskıda, neşre esas kabul edilen yazma nüshalar yönüyle muğlak ve cevapsız bırakılan birtakım hususlar mevcuttur. Bu belirsizlikleri gidermeyi amaçlayan bu çalışmada Türkiye deki yazma eser birikiminin Buhârî nüshalarını ilgilendiren yönünün oldukça zengin olması sayesinde birçok yeni bilgiye ve sonuca ulaşılmıştır. Eseri baskıya hazırlayanların hangi yazma nüshaları kullandıklarına dair bir beyanda bulunmamış olmaları ve esere yazdıkları mukaddimede net olmayan ibarelerle konuyu geçiştirmiş olmaları, bizi metnin kenarında yapılan izahlara yönlendirmiş ve ancak buradan yapılan çıkarımlar neticesinde sağlıklı sonuçlara erişebilmek mümkün olmuştur. İstanbul dan gönderilen nüshanın mahiyeti ve bu nüshanın baskıda kullanıldıktan sonraki âkıbeti meselesi, konunun belki de en çok cevap bekleyen vechesidir. Eserin herhangi bir yerinde Yûnînî nin asıl nüshasının kullanıldığına dair sarih bir beyan bulunmamaktadır. Sadece dönemin Ezher şeyhi Hasûne en-nevâvî nin esere yazdığı takrirde kendilerine emirnâme eşliğinde Buhârî, el-câmiu s-sahîh (Bulak), IX, Basrî de aynen belirttikleri gibidir (Konya Yûsuf Ağa Ktp., nr. , vr. a ). Nuruosmaniye Ktp., nr. , vr. b. 34

41 Aydın - Albayrak: Sahîh-i Buhârî Nüshalarına Dair Yeni Bulgular İstanbul dan bir Yûnînî nüshası gönderildiğini ifade etmiş olması, konuyla ilgili genel kanaatin Yûnînî ye ait asıl nüshanın gönderildiği yönünde şekillenmesine zemin hazırlamıştır. Oysa bu ibareden, asıl nüsha sonucu elde edilebileceği gibi asıl nüshadan istinsah edilmiş fer nüsha sonucunu elde etmek de mümkündür. Eserde Yûnînî nin asıl nüshasının kullanıldığı izlenimini veren açıklamaların peşine düşüldüğünde ise, yapılan nüsha taramaları neticesinde eriştiğimiz Abdullah b. Sâlim el-basrî nüshasının da aynı açıklamaları Abdullah b. Sâlim in dilinden içeriyor olması Yûnînî nin aslını kullananların musahhihler değil Abdullah b. Sâlim olduğunu ortaya koymuştur. Osmanlı arşiv vesikaları arasında bulunan emirnâme tetkik edildiğinde de aynı sonuca ulaşmak mümkündür. Zira gönderilen nüsha nüsha-i aslıyyenin esah rivayeti denilmek suretiyle tasvir edilmektedir. Bu durum Nevâvî nin yazısından birkaç sayfa sonra gelen mukaddimede, tashihe esas kabul edilen nüshanın gayet sahih ve net bir Yûnînî kopyası olduğu ifade edilerek de dile getirilmiştir. Ulaştığımız sonucu teyit eden bir başka durum ise Kettânî nin li yıllarda Mekke de karşılaştığı Şeyh Tâhir Sümbül Efendi nin elinde Abdullah b. Sâlim nüshasını gördüğünü ve Tâhir Sümbül ün daha önce Bulak baskısında kullanılmak üzere bu nüshayı İstanbul a götürdüğünü söylediğini nakletmesidir. Bütün bunlar İstanbul dan gönderilen nüshanın Yûnînî nin asıl nüshası olmadığını ve dolayısıyla basım esnasında Ezherliler in elinde Yûnînî aslının olmadığını açık bir şekilde ortaya koymaktadır. Ayrıca yapılan mukayeseler neticesinde Yûnînî nin açıklamalarına ilâveten eserde yoğun bir şekilde yer alan Yûnînî nin aslı ve kopyaları arasındaki karşılaştırmalar ve İbn Hacer ile Kastallânî den yapılan çok sayıda alıntılar Abdullah b. Sâlim nüshasındakilerle birebir benzerlik gösterdiğinden bu durum baskıya esas kabul edilen nüshanın Abdullah b. Sâlim el-basrî nüshası olduğunu netleştirmektedir. Ancak Ezherliler in Basrî den almadıkları yerler olabildiği gibi Basrî nüshasına uymayan yerlerin de mevcut olduğu yine bu mukayeseler neticesinde ortaya çıkan bir başka sonuçtur. Ezherliler in Basrî nüshası dışında da nüshalar kullandıkları tespit edilmiştir. Bir kısmı ilk defa bu çalışmada dile getirilen tespitler olmak üzere Muhammed el-mizzî, Muhammed b. İlyâs, Muhammed b. Hasan el-bedrânî ve Takıyyüddin es-sübkî ye ait nüshaların da kullanıldığı, örnekleriyle birlikte sunulmaktadır. Yûnînî benzeri çalışmalar olan ve İslâm dünyasında neredeyse hiç bilinmeyen Sagānî ve Sehârenpûrî ye ait nüshaları da bir nebze tanıttığımız bu 35

42 İslâm Araştırmaları Dergisi, 35 (): çalışma sayesinde bir defa daha ortaya çıkmıştır ki Türkiye de tahminlerimizin çok ötesinde zengin bir yazma eser külliyatı mevcuttur. Ne var ki üzerinde en fazla emek sarfedilmiş eserler olması beklenilen Buhârî nüshaları bile gerektiği gibi tasnif edilmemiş ve yeterince tanıtılmamıştır. Bu çalışmada mukayeseli olarak künye bilgilerini verdiğimiz yazma nüshaların bir kısmı araştırmacıların elinde olmasına rağmen mahiyeti ve önemi farkedilememiş, büyük bir kısmı ise hiç bilinmemiştir. Konuyla ilgili yeni çalışmalara vesile olabileceğini düşündüğümüz bu makalenin, yazma eserlerle ilgili tasnif ve tanıtım çalışmalarının hızlandırılmasına da katkıda bulunmasını ümit ederiz. Bibliyografya Abdülhalîm, Cum a Fethî, Rivâyâtü l-câmii s-sahîh ve nüsahuhû, I-II, Katar: Dâru l-felâh, / Albayrak, Ali, Sahîh-i Buhârî nin Tashihi (yayımlanmamış çalışma). Altuntaş, M. Celil, Osmanlı İlim Geleneğinde Buhârîhânlık (yüksek lisans tezi), Selçuk Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, Konya, ). Aydın, Arafat, Sagânî nin Sahîh-i Buhârî Nüshası ve Türkiye Kütüphanelerindeki Yazmaları (uzmanlık tezi), Türkiye Yazma Eserler Kurumu Başkanlığı, İstanbul Basrî, Abdullah b. Sâlim, Zıyâü s-sârî fî mesâliki Sahîhi l-buhârî, haz. Nûreddin Tâlib, I-XVIII, Katar: er-rakīm li l-buhûs ve d-dirâsât, / Buhârî, el-câmiu s-sahîh, I-IX, Bulak: el-matbaatü l-kübrâ el-emîriyye, , el-câmiu s-sahîh bi-hâşiyeti l-muhaddis es-sehârenfûrî, I-XV, haz. Takıyyüddin en-nedvî, I-XV, Beyrut: Dârü l-beşâiri l-islâmiyye, / , el-câmiu s-sahîh, haz. M. Mustafa el-a zamî, Riyad: Dârü l-a zamî, / , el-câmiu s-sahîh, haz. Merkezü l-buhûs ve takniyyetü l-ma lûmât, I-X, Kahire: Dârü t-te sîl, , el-câmiu s-sahîh, I-IX, Dâru l-cîl, Beyrut, t.y. Fâsî, Takıyüddin, Zeylü t-takyîd, haz. Kemâl Yûsuf el-hût, I-II, Beyrut: Dârü lkütübi l-ilmiyye, /

43 Aydın - Albayrak: Sahîh-i Buhârî Nüshalarına Dair Yeni Bulgular İbn Hacer el-askalânî, Fethu l-bârî, I-XIII, Beyrut: Dâru l-ma rife, , İnbâü l-gumr bi-enbâi l-umr, haz. Hasan Habeşî, I-III, Kahire: Lecnetü İhyâi t-türâsi l-islâmî, / İbnü l-mulakkın, et-tavzîh li-şerhi l-câmii s-sahîh, haz. Nûreddin Tâlib, I-XXXVI, Katar : Dâru l-felâh, Kādî İyâz, el-ilmâ ilâ ma rifeti usûli r-rivâye, haz. Seyyid Ahmed Sakr, Kahire: Dârü t-türâs, / Kandemir, M. Yaşar, İbn Râfi, TDV İslâm Ansiklopedisi (DİA), XX, Kastallânî, Ahmed b. Muhammed, İrşâdü s-sârî, I-X, Beyrut: y.y., Kettânî, M. Abdülhay, Fihrisü l-fehâris, haz. İhsan Abbas, I-III, Beyrut: Dârü lgarbi l-islâmî, / Kızıl, Fatma, Yûnînî, DİA, XLIII, Menûnî, Muhammed, Sahîhu l-buhârî fi d-dirâsâti l-magribiyye min hilâli ruvâtihi l-evvelîn ve rivâyâtihî ve usûlih, Mecelletü l-mecmai l-lugati l- Arabiyye bi-dımaşk, 4/3 (): Mizzî, Tehzîbü l-kemâl, haz. Beşşâr Avvâd Ma rûf, I-XXXV, Beyrut: Müessesetü r-risâle, / Özşenel, Mehmet, Pakistan da Hadis Çalışmaları, İstanbul: Marmara Üniversitesi İlâhiyat Fakültesi Vakfı, Quiring-Zoche, Rosemarie, How al-buhari s Sahih Was Edited in the Middle Ages: Ali al-yunini and His Rumuz, Bulletin d Studes Orientales, 50 (): Rûdânî, Sılatü l-halef bi-mevsûli s-selef, haz. Muhammed Haccî, Beyrut: Dârü lgarbi l-islâmî, / Safedî, A yânü l-asr, haz. Ali Ebû Zeyd v.dğr., I-VI, Beyrut: Dârü l-fikri lmuâsır, Sellûm, Ahmed b. Fâris, Nüshatü l-imâm es-sagānî min Sahîhi l-buhârî ve kıymetühü l-ilmiyye, Mecelletü l-cündî el-müslim, 39 (/): Sezgin, Fuat, Buhârî nin Kaynakları, Ankara: Kitâbiyât, Süyûtî, Hüsnü l-muhâdara fî târîhi Mısr ve l-kāhire, haz. M. Ebü l-fazl İbrâhim, I-II, Kahire: Dâru ihyâi l-kütübi l-arabiyye, / Woll, John Obert, Abdullah b. Sâlim el-basrî ve Yüzyılda Hadis İlmi, çev. Nail Okuyucu, Batı Gözüyle Tecdid : İslâm Dünyasında Tecdid Hareketleri, ed. Nail Okuyucu, İstanbul: Klasik, , s

44 İslâm Araştırmaları Dergisi, 35 (): Zehebî, Siyeru a lâmi n-nübelâ, I-XXV, Beyrut, Müessesetü r-risâle, / Ziriklî, el-a lâm, haz. Züheyr Fethullah, I-VIII, Beyrut: Dârü l-ilm li l-melâyin, Kullanılan Yazma Nüshalar Amasya Beyazıt Yazma Eser Ktp., No Âtıf Efendi Yazma Eser Ktp., No. , Başbakanlık Osmanlı Arşivi, Y. PRK. MK. 6/ Beyazıt Yazma Eser Ktp., Veliyyüddin Efendi, No Bursa İnebey Ktp., Ulucami, No Dâru l-kütübi l-mısriyye, No. , , Edirne Selimiye Ktp., No Konya Bölge Yazma Eser Ktp., No. , Konya Yûsuf Ağa Ktp., No Köprülü Ktp., Fâzıl Ahmed Paşa, No. , Millet Ktp., Feyzullah Efendi, No Nuruosmaniye Ktp., No. , ق No. Rabat, el-hizânetü l-âmme, Râgıb Paşa Ktp., No Süleymaniye Ktp., Ayasofya, No, Süleymaniye Ktp., Damat İbrahim, No Süleymaniye Ktp., Denizli, No. Süleymaniye Ktp., Fatih, No Süleymaniye Ktp., Hacı Beşir Ağa, No Süleymaniye Ktp., Hamidiye, No Süleymaniye Ktp., Kılıç Ali Paşa, No. Süleymaniye Ktp., Turhan Vâlide Sultan, No. Süleymaniye Ktp., Yazma Bağışlar, No Yazma Bağışlar Topkapı Sarayı Müzesi Ktp., III. Ahmed Kitaplığı, No

45 Aydın - Albayrak: Sahîh-i Buhârî Nüshalarına Dair Yeni Bulgular Sahîh-i Buhârî Nüshalarına Dair Yeni Bulgular: Bulak Baskısı, Yûnînî Yazmaları ve Abdullah b. Sâlim el-basrî Nüshası Sahîh-i Buhârî nin Sultan II. Abdülhamid in emriyle yapılan Bulak baskısında İstanbul dan Mısır a gönderilen ve baskıya esas kabul edilen yazma nüshanın Yûnînî nin (ö. /) asıl nüshası olup olmadığı, bu mühim nüshanın basıldıktan sonraki âkıbeti, bu baskıda başka hangi yazmaların kullanıldığı ve Yûnînî nüshasının kopyaları hakkında, Yûnînî ye dair çalışmaların azlığı ve kaynakların yetersizliği sebebiyle belirsizlikler mevcuttur. Bu belirsizlikleri gidermek amacıyla Türkiye deki zengin yazma eser külliyatını kullanarak yaptığımız bu çalışmada Yûnînî nin aslının Türkiye de olmadığını, Ezher ulemâsı tarafından yapılan Bulak baskısında Yûnînî nin en önemli kopyası kabul edilen Abdullah b. Sâlim el-basrî (ö. /) nüshasının esas alındığını, bunun yanında Muhammed el-mizzî, Bedrânî ve Takıyyüddin es-sübkî nüshaları ile Hâfız Yûsuf el-mizzî nin tashih ettiği Muhammed b. İlyâs nüshasının kullanıldığını tespit ettik. Türkiye de bulunan Abdullah b. Sâlim nüshalarını ve Yûnînî nin diğer kopyalarını tanıttık. Konuyla ilgili olarak Yûnînî öncesi ve sonrası benzer gayretlerin olduğunu ortaya koymak amacıyla İbn Hacer in çok önemsediği Sagānî nüshasından ve İslâm âleminde Buhârî nin ilk baskısını gerçekleştiren Sehârenpûrî nin hâşiyesinden bahsettik. Bir kısmı araştırmacıların elinde olan ama ne olduğu farkedilemeyen, bir kısmı ise hiç bilinmeyen bu nüshaların ve bu makalede yer alan bazı bilgilerin yeni çalışmalara kapı aralamasını ümit ediyoruz. Anahtar kelimeler: Buhârî, el-câmiu s-sahîh, Yûnînî, Abdullah b. Sâlim el-basrî, Sultan II. Abdülhamid, Bulak. 39

46

47 İslâm Araştırmaları Dergisi, 35 (): İlâhî Fiillerin Nedenliliği Bağlamında Tefsir-Kelâm İlişkisi* Muhammed Coşkun** The Relationship Between Tafsīr (Quranic Exegesis) and Kalām (Theology) in the Context of the Causality of Divine Acts Throughout its long history, the works of tafsīr (Qur anic exegesis) have been substantially influenced by discussions carried out within the discipline of kalām (theology). Particularly, this influence might be observed in post-classical tafsīr texts. To a certain extent, this is understandable. However, to understand the Qur anic text in its own context, in its integrity as a text and in an extra-textual context (nuzūl), it seems necessary to consider it through a perspective that is free of other considerations. In this paper we evaluate the influence of kalām on the tafsīr works within the context of the commentaries made on Surah Anbiyā 21/23 in particular; this verse is associated with the cause of the divine acts. We also designate alternative meanings given to this particular verse within the textual and extra-textual contexts, and finally discuss the possibility of associating these interpretations with contemporary discussions of kalām. Key words: Quranic exegesis/tafsīr, theology/kalām, cause, divine acts. 1. Konu ve Çerçeve Kelâm tartışmalarının sonucu olarak teşekkül eden temel kabullerin tefsirdeki güçlü etkisi, müfessirler tarafından satır aralarında sıklıkla ifade edilmektedir. Fahreddin er-râzî (ö. /), kelâm mezheplerinin muhkem ve müteşâbihleri belirlerken temel kabulleri uyarınca hareket edip bu kabullere uyan âyetleri muhkem, diğerlerini ise müteşâbih saydıklarını ve bunun hem Mu tezile hem de Ehl-i sünnet tarafından benimsenen ortak bir tavır * Yaptıkları değerlendirmelerle makaleye katkıda bulunan kıymetli dostlarım Ercan Alkan a ve Hayrettin Nebi Güdekli ye teşekkür ederim. ** Yrd. Doç. Dr., Marmara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi ([email protected]). İSAM, İstanbul

48 İslâm Araştırmaları Dergisi, 35 (): olduğunu kaydetmektedir. 1 Bu çerçevede Mu tezilî müfessir Ebû Müslim el- İsfahânî yi (ö. /), mezhebine muvafık âyetleri muhkem, diğerlerini ise müteşâbih addetmekle suçlayan ve yadırgayan Fahreddin er-râzî, 2 tartışmanın sonunda, bunun aslında herkes (cumhûrü n-nâs) tarafından sergilenen ortak bir tavır olduğunu ifade etmektedir. 3 Fahreddin er-râzî nin sözünü ettiği husus, daha önce Gazzâlî (ö. /) tarafından da gerekçeleriyle birlikte dile getirilmiştir. el-müstasfâ nın başında kelâm ilmini bütün dinî ilimler içinde en kapsamlı ve aslî konuma yerleştiren ve tefsir dahil bütün ilimlerin kelâma tâbi olduğunu kaydeden 4 Gazzâlî, kelâm ilminin dindeki küllî kaideleri belirlemesi açısından kuşatıcı ve tümel konumda olduğunu, diğer ilimlerin ise kelâm tarafından çizilen çerçeve içerisinde hareket ettiklerini ifade etmektedir. Gazzâlî nin bu ifadeleri, kelâm ilmine sahip olmadığı bir yetkiyi atfetmek ya da tefsir ve diğer disiplinlerin alanını daraltmak şeklinde değil, açık bir durum tespiti olarak anlaşılmalıdır. Çünkü tarihsel gerçeklik içerisinde kelâm ilminin dinî ilimler arasında, küllî kaideleri belirleyici, dinî düşüncenin genel çerçevesini inşa edici bir konuma sahip olduğu açıktır. 5 Bununla beraber kelâmın bu konumu, onun tefsir üzerinde belirleyici bir işlev görmesini gerektiren ya da bunu mantıksal olarak zorunlu kılan bir durum değildir. Kelâm, İslâm düşüncesinin ontolojik ve epistemolojik çerçevesini çizmesi açısından tefsir ve diğer disiplinlerden daha üst düzeyde konumlanmış olsa da, başka bir açıdan ilimler arasındaki hiyerarşide tefsir ve hadis gibi ilimlerin öncelenmesi de mümkündür. Tefsir ve hadis disiplinleri, Kur an da ve Hz. Peygamber in ifade ya da uygulamalarında içkin olan mâna ve maksadı başka herhangi bir kabulün etkisi altında olmadan salt tefsir (anlama) faaliyeti çerçevesinde tespit etmeye çalışması, nüzûl ve vürût bağlamı içerisinde ilk muhataplar tarafından idrak edilmiş olan otantik anlamı araması ve elde ettiği sonucu kelâm ve fıkıh gibi disiplinlere veri olarak sunması açısından, kelâm ve fıkıh disiplinlerini belirleyici/önceleyici konumda olabilir. En azından tefsir ve hadis alanlarının birer veri kaynağı olarak kelâm ve fıkıh üzerinde böyle bir belirleyiciliğinin olmasını beklemek, kelâmın bu iki alan üzerindeki belirleyiciliği kadar mâkul görünmektedir. 6 Ancak bu ilimlerin arasındaki hiyerarşide bilfiil ta- 1 Bk. Fahreddin er-râzî, Mefâtîhu l-gayb, VII, ; benzer ifadeler için ayrıca bk. Kādî Abdülcebbâr, Müteşâbihü l-kur ân, I, 8. 2 Bk. Fahreddin er-râzî, Mefâtîhu l-gayb, VII, Bk. Fahreddin er-râzî, Mefâtîhu l-gayb, VII, Bk. Gazzâlî, el-müstasfâ, I, Bk. Seyyid, Asâletü ilmi l-kelâm, s Tefsir ve hadis disiplinlerinin, kelâm tartışmalarından bağımsız bir şekilde, nasları salt hermenötik bir kaygıyla yorumlayabilmesi, bunu sağlayacak bir usul geliştirebilmesi durumunda, kelâmın naslardan istinbat ettiği ön kabulleri belirlemesi 42

49 Coşkun: İlâhî Fiillerin Nedenliliği Bağlamında Tefsir-Kelâm İlişkisi hakkuk eden durum daha çok bunun aksidir. Önce kelâm ilminde mezheplerin temel kabulleri belirlenmekte, ardından naslar bu kabuller çerçevesinde yorumlanmaktadır. Bu kabullerin belirleniş sürecinde dış etkilerden bağımsız bir tefsir faaliyetinin yapıldığını söylemek de zordur. Meselâ, yukarıda Râzî den aktardığımız üzere, hangi âyetin muhkem, hangisinin müteşâbih kabul edileceğinin belirlenmesi, tefsir disiplininin iç gereklerinden yani nesnel anlama ulaşmaya ilişkin kriterlerden değil, kelâmî tartışmalara özgü kaygılardan yani mezhebî kabullerden hareketle yapılmıştır. Kelâm ilminin bu belirleyiciliğinin ötesinde, müfessirlerin kendilerine özgü bir tefsir anlayışına ya da kelâmî kabullerden bağımsız bir Kur an tasavvuruna sahip olup olmadıklarının araştırılması büyük önem arzetmektedir. Diğer bir ifadeyle, müfessirin tefsir faaliyetinde esas alacağı ilkeleri belirleyen özgün bir tefsir usulünün bulunup bulunmadığı tartışmalıdır. Klasik tefsir usulünde hangi âyetin muhkem, hangisinin müteşâbih sayılacağı, tefsirde esbâb-ı nüzûlün ne ölçüde ve hangi şartlar altında belirleyici kabul edileceği ya da dil bilimi açısından birden fazla ve hatta birbirine zıt anlamlara gelmesi mümkün olan lafızların bu anlamlardan hangisine ve hangi gerekçeyle hamledileceği gibi birçok önemli husus, fıkıh usulünde, ağırlıklı olarak literal yoruma meyyal kaideler çerçevesinde ele alınmıştır. Benzer şekilde Kur an karşısında müfessirin, yazılı metni anlama çabası gösteren bir yorumcu gibi mi, yoksa canlı/şifahî bir konuşmaya tanık olan ve konuşmanın ardındaki esas gündemi anlamaya çalışan bir dinleyici gibi mi hareket edeceği noktasında temel bir Kur an tasavvuru geliştirmek adına ilk seçeneğe ağırlık verilmiş, böylelikle çoğu zaman Kur an ın yazılı belge gibi okunması metodolojik bir yöntem olarak benimsenmiş görünmektedir. büyük oranda mümkündür. Meselâ rü yetullah meselesinde nasların, şu ya da bu kelâmî paradigmadan bağımsız olarak yorumlanması durumunda elde edilecek veri, kelâmcının tanrı anlayışı nı önemli ölçüde belirleyebilir. Diğer bir ifadeyle, tefsir ve hadisin, kelâmın kullanacağı verileri, kelâm tartışmalarını önceleyen bir perspektif üzerinden oluşturabilmesi, kelâmın kullanacağı önemli bazı verilerin kelâm dışından belirlenmiş olması anlamına gelecektir. Hâlihazırda kelâmcının önceden sahip olduğu tanrı tasavvuru üzerinden nasları yorumluyor veya yorumlayabiliyor olması, başka pek çok etkenin yanı sıra, tefsir ve hadis disiplinlerinin hesabı verilmiş birer yorum metodolojisi geliştirememiş olmalarından kaynaklanıyor görünmektedir. Nitekim hangi âyetlerin muhkem, hangilerinin müteşâbih kabul edileceği dahi tefsir usulünde yeterince tartışılmamış, bu konuda genel geçer tasniflerin ötesinde incelikli ayırımlar yapılmamış olduğundan, kelâmcı tabii olarak kendi mezhebinin ana ilkelerine zâhiren uyan nasları muhkem, diğer nasları müteşâbih kategorisine yerleştirebilmektedir. 43

50 İslâm Araştırmaları Dergisi, 35 (): Klasik tanımlamada Kur an ın mushafın iki kapağı arasında bulunan bir metin olduğunun ifade edilmesi 7 Kur an algısının belli ölçüde mushaf merkezli olduğu intibaını vermektedir. Gerçi klasik Kur an tanımlarında onun Hz. Peygamber e inzal edilen vahiy olduğu da söylenmiştir; ancak mushaf vurgusunun öne çıkması Kur an ın canlı bir ortamda inzal edilmesinden kaynaklanan diyalojik yönünün en azından tanım ve tasavvur düzeyinde ikinci plana düşmesine sebebiyet vermiş görünmektedir. Böyle bir durum ise netice itibariyle Kur an ın yazılı bir metin şeklinde değerlendirilip mushaf olarak (salt dilsel bir metin olarak) okunmasına ve nüzûl şartları içerisindeki orijinal anlamını belirleyecek en önemli unsur olan sünnet/sîret çerçevesinden bağımsızlaştırılmasına, 8 ayrıca lafızların dil bilimi açısından muhtemil bulunduğu bütün anlam ihtimallerinin metnin anlam alanına dahil edilmesine sebep olabilmektedir. Klasik tefsirde aynı âyetle ilgili birbirine taban tabana zıt yorumların ardarda zikredilmesi ve böylece âyetin bütün bu anlam ihtimallerine açık olduğunun îmâ edilmesi bu tespitimizi desteklemektedir. 9 İbn Âşûr bunu, Kur an cümlelerinin taşıyabileceği muhtemel أن المعاني) değerlendirilir anlamlar, o cümlelerden kastedilen anlam olarak be- şeklinde ifade etmektedir. 10 Bununla (التي تتحملها جمل القرآن تعتبر مرادة بها raber klasik tefsirin metin (mushaf) merkezli temayülün yanı sıra, Kur an ı nüzûl dünyasında ve diyalojik ortamında anlamaya çalışan bir temayülü de ihtiva ettiği açıktır. Bu yazıda konuyu örneklendirmek üzere merkezî bir yer vereceğimiz Enbiyâ sûresinin âyetinin tefsirinde de bu iki temayülün eşgüdümlü bir mevcudiyet arzettiğini görmekteyiz. Ancak biz burada bu temayüllerden ikincisini tercih edecek ve incelediğimiz âyetin bu çerçevede yorumunu yapmaya çalışacağız. Enbiyâ sûresinin âyeti لا ي س ا ل ع ما ي ف ع ل و ه م ي س ا ل ون genellikle Allah, yaptıklarından sorulmaz, ama kullar sorulurlar şeklinde anlaşılmakta ve kelâm ilminde ilâhî fiillerin bir illete mebni olup olmadığına ilişkin tartışma çerçevesinde ele alınmaktadır. Hatta bu âyet yer yer, katı cebrî yaklaşım karşısında 7 Bk. Gazzâlî, el-müstasfâ, II, ; Serahsî, el-muharrer, I, ; İbn Haldûn, Mukaddime, s Fıkıh usulünde sünnet temel bir teşrî kaynağı olarak kabul edilmiş olmakla beraber, sünneti nakleden rivayetler de salt birer metin olarak ele alınmaktadır. Bu konuda önemli bir eleştiri için bk. Görmez, Sünnet ve Hadisin Anlaşılmasında Metodoloji Sorunu, s. vd. 9 Meselâ Mâtürîdî nin sıklıkla kullandığı, Bu âyetin şu anlama gelme ihtimali de vardır şeklindeki ifadeleri, yukarıdaki değerlendirmemize imkân tanıyacak işaretler içerir. Râzî, Kurtubî, Âlûsî gibi pek çok müfessirin yöntemleri de, yorumlar arasında tercihte bulundukları, eleştiri ve analiz yaptıkları yerler istisna sayılırsa, buna yakındır. 10 İbn Âşûr, et-tahrîr, I,

51 Coşkun: İlâhî Fiillerin Nedenliliği Bağlamında Tefsir-Kelâm İlişkisi akla gelen itirazların bertaraf edilmesi için 11 bir argüman olarak da devreye sokulmaktadır. 12 Fiillerinden dolayı Allah ı hesaba çekmenin ya da O na bu amaçla soru yöneltmenin itikadî açıdan imkânsız görülmesi, bütün mezheplerin ittifak ettiği bir husus olmakla beraber, 13 Mu tezile ye göre bu durumun sebebi Allah ın bütün fiillerinin güzel ve O nun çirkin şeyleri yapmaktan münezzeh olması, Eş arîler e göre ise ilâhî fiillerin ardında herhangi bir amaç (illet/garaz) bulunmamasıdır. Mu tezile nin bu konudaki görüşü (ilâhî fiilleri tâlil etme düşüncesi) Eş arîler dışında hemen bütün mezheplerce, Allah a zorunluluk atfetme konusundaki itiraz kaydı haricinde, kabul görmüştür. 14 İbn Kayyim el-cevziyye (ö. /) Şifâü l-alîl adlı risâlesinde konuyu genişçe ele alıp ilâhî fiillerin illetsiz olduğunu savunanlara cevap vermiş ve Ehl-i İslâm ın cumhurunun, nazar ehlinin ve fukahanın görüşünün, tâlili kabul etme istikametinde olduğunu ifade etmiştir. 15 Meselenin bu yazıda ele alınacak yönü, müşriklere hitap ettiği hem nüzûl döneminden hem de metin içi siyakından belli olan bir âyette, ilâhî fiillerin illeti meselesinin konu edilmesinin mümkün olup olmadığıdır. Çünkü lâ yüs elü ammâ yef al ifadesiyle, Allah ın fiilleri illetsizdir, dolayısıyla O nun fiilleri hakkında Niçin böyle yaptı? gibi sorular soramazsınız! şeklinde bir anlamın kastedilmiş olabilmesi için, muhatapların birtakım ilâhî fiilleri anlamsız bulup çeşitli itirazlar seslendirmiş yahut başka saiklerle Allah ın fiillerinin ardında illet aramış olmaları icap etmektedir. Allah ın fiilleri illetsizdir, dolayısıyla O nun fiilleri hakkında niçin böyle yaptı? gibi sorular soramazsınız! cümlesi, ancak bu tür itirazların seslendirildiği bir ortamda anlamlı bir karşılık sayılabilir. Oysa âyetin nüzûl ortamındaki muhatapları olan müşrikler, Allah ı sorguya çekebilme düşüncesini ihtiva edebilecek bir inanca sahip değildiler. Onların Allah tasavvurları Allah ın kudretinde, ilminde ya da diğer herhangi bir vasfında eksiklik olduğunu içermemekte- 11 Bk. Nizâmeddin en-nîsâbûrî, Garâibü l-kur an, V, 15; Derveze, et-tefsîrü l-hadîs, V, Meselâ İbn Hazm gerek el-muhallâ da gerek el-ihkâm da bu âyeti bolca kullanmaktadır. Bu kullanımların genelinde, muhatabın muhtemel itirazlarına cevap verme arzusu söz konusudur. Bk. İbn Hazm, el-muhallâ, I, 38, ; IV, ; V, 38; VI, ; VII, 93, , ; VIII, 70, ; IX, ; X, ; el-ihkâm, I, 85, ; III, , ; IV, 74; VII, 15, 61; VIII, 85, , , , , Bu referanslara bakıldığında, İbn Hazm ın bu âyeti kullanımının çoğunlukla konuyla ilgisiz olduğu görülecektir. 13 Bk. Fahreddin er-râzî, Mefâtîhu l-gayb, XXII, Bk. Âlûsî, Rûhu l-meânî, XVII, Âlûsî yukarıdaki tespiti yapmış ve Mâtürîdî mezhebinin görüşünün, Şerhu l-makāsıd da ifade edildiği üzere tâlil istikametinde olduğunu belirtmiş olmakla beraber, Teftâzânî nin söz konusu eserde ilâhî fiillerin genel anlamda tâlil edilemezliğini savunduğunu, ancak şer î hükümleri bundan istisna ettiğini görmekteyiz. Bk. Teftâzânî, Şerhu l-makāsıd, IV, Bk. İbn Kayyim el-cevziyye, Şifâü l-alîl, II,

52 İslâm Araştırmaları Dergisi, 35 (): dir. Kur an açısından onların tasavvurundaki sorun, O na ortak koşmalarıdır. O na ortak koşmak ise, ilk bakışta akla gelebilecek olanın aksine, başka varlıkların gerçekten Allah la aynı kudrete sahip olduklarını ve bu itibarla Allah a ortak olduklarını düşünmek, bu çerçevede bir çoktanrıcı anlayışa inanmak değil, 16 bizzat Kur an ın ifade ettiği üzere, 17 bazı varlıkları Allah nezdinde değerli telakki edip onların yardımını ummak ve bu sebeple onlara ibadet derecesinde tâzim göstermektir. Dolayısıyla müşriklerin Acaba Allah şu fiili niçin yaptı? şeklinde bir teolojik tartışmaya girmiş olduklarını yahut Allah a karşı itiraz anlamına gelebilecek bir temerrüt tavrı içinde olduklarını düşünmek, vâkıaya uygun olmayacaktır. Bu durumda, âyetin ilâhî fiillerin illeti meselesiyle tek ilgisi, lafız benzerliğinden ibaret görünmektedir. İlk dönem tefsirlerinde işaret edildiği ve İbn Âşûr un (ö. ) detaylıca üzerinde durduğu üzere, 18 âyetin nüzûl dönemindeki muhtevası, meleklerin Allah ın kızları olduğuna, dolayısıyla ilâhî bir nitelik taşıdıklarına inanan ve onlara ibadet eden müşriklere cevap mahiyetindedir. Buna göre âyet, Melekler yaratılmış ve âhirette hesaba çekilecek iken onlara nasıl kulluk edersiniz; kulluk edilmeye lâyık yegâne ilâh, hesaba çekilemeyecek olan mutlak kudret sahibi Allah tır mesajını iletmektedir. Bu yazıda tercih edilecek görüş en genel hatlarıyla bu istikamette olup Kur an âyetlerini nüzûl şartları içerisinde anlamayı esas almakta 19 ve sonraki 16 Bk. Fahreddin er-râzî, Mefâtîhu l-gayb, II, Nitekim Kur an, müşriklerin, putların kendilerini Allah a yakınlaştıracaklarına inandıklarını ve bu yüzden onlara taptıklarını ifade etmektedir (bk. ez-zümer 39/3). Yine onların Allah ın yaratıcılığını ve kudretini kabul ettikleri de birçok âyette açıkça ifade edilmiştir (bk. el-ankebût 29/61, 63; Lokmân 31/25; ez-zümer 39/38; ez-zuhruf 43/9, 87). 18 Bk. İbn Âşûr, et-tahrîr, XVII, Nüzûl şartlarını belirlemenin zorluğu, metnin anlamının orada öylece duran bir huzur (presence) arzetmediği ve nüzûl şartlarının tespitine yönelik her çabanın yorumcunun içinde bulunduğu tarihsel-kültürel koşullarla belirlenmiş olacağı açıktır. Gadamer, herhangi bir tarihî döneme ait verilerin değerlendirilmesinin, bu değerlendirmeyi yapan yorumcudan bağımsız olamayacağını, her yorumun ancak okuyucunun etkin tarihi eşliğinde mümkün olduğunu yeterli açıklıkla göstermiştir. Dahası Heidegger, insan aklının her türlü faaliyetinin, zaten önceden içerisinde konuşlanmış, yetişmiş ve o ana kadar yaşamış olduğu ortam tarafından belirlenmiş olduğunu, dolayısıyla her türlü etkiden bağımsız (salt/pure) bir akıldan bahsetmenin mümkün olmadığını, böylesi bir (Kartezyen) salt akıldan söz etmenin metafiziksel bir kabulden ibaret olduğunu göstermiştir. Bk. Sheehan, Dasein, s ; Heidegger, Varlık ve Zaman, s. 40 vd. Ancak Heidegger-Gadamer çizgisinin, her türlü objektif değerlendirmeyi yadsıyan Derridacı dekonstrüksiyon stratejilerine dönüştüğü postmodern yaklaşımların sağduyuya yakın olmadığı da açıktır. Yorumcu her ne kadar kendi şartları tarafından belirlenmiş olsa da, insan aklı bir şekilde kendi şartlarını aşabilme ve başkasını anlayabilme, bir başka tarihsel-kültürel ortamı kavrayabilme 46

53 Coşkun: İlâhî Fiillerin Nedenliliği Bağlamında Tefsir-Kelâm İlişkisi asırların paradigmalarıyla yapılan anakronik yorumlara işaret etmeyi hedeflemektedir. Burada ilgili âyet çerçevesinde, tefsir literatüründe yer alan fikirler klasik ve çağdaş birçok tefsir eserinden takip edilecek olmakla beraber özellikle Fahreddin er-râzî, Âlûsî (ö. /) ve İbn Âşûr gibi, konuyu daha teferruatlı bir şekilde ele alan müfessirlerin yorumlarına ağırlık verilecektir. Müfessirlerin değerlendirmeleri özet olarak verildikten sonra âyetin metin içi bağlamı (siyak ve sibak) ve nüzûl şartları incelenecek, bu çerçevede lâ yüs elü ammâ yef alü ve hüm yüs elûn cümlesinin ilk muhataplar nezdinde nasıl bir anlama tekabül ettiği (etmiş olabileceği) tespit edilmeye çalışılacak, tefsirde kelâm tartışmalarının etkisi bu âyet örneğinden hareketle değerlendirilecek ve tefsir disiplininin aslî görevinin, yer yer ifade edildiği üzere, kelâm ve fıkıh ilimlerine veri sağlamak değil, Kur an âyetlerinin nüzûl çağında ne anlama geldiklerini tespit etmeye çalışmak olduğu şeklindeki yaklaşım savunulacaktır. 2. Enbiyâ Sûresinin Âyetinin Tefsirlerdeki Yorumu Erken dönem müfessirlerinden Mukātil b. Süleyman (ö. /) bu âyetin tefsirinde Allah ın melekleri hesaba çekeceğini ifade etmekte, konuyu bu çerçevede değerlendirmektedir ki onun bu yorumu, ileride göreceğimiz üzere, İbn Âşûr tarafından tafsilâtlı olarak izah edilmiştir. Mukātil e göre ve hüm yüs elûn (onlar sorulur) ifadesiyle kastedilen, kıyamette meleklere, Sizler mi bu kullarımı saptırdınız, yoksa onlar mı yoldan saptılar? 20 ve Yoksa bunlar sizlere mi ibadet ediyorlardı? 21 âyetlerinde ifade edildiği şekliyle sorulacak olan sorulardır. 22 Taberî (ö. /), ve hüm yüs elûn ifadesinin hesaba çekilmek le ilgili gönderimine işaret etmekte, fakat âyetin başındaki lâ yüs elü ammâ yef al ifadesini, Katâde (ö. /), İbn Cüreyc (ö. /) ve Dahhâk ten (ö. /) üç ayrı rivayete dayandırarak; Allah a, hayat, ölüm, izzet verme, zillete düşürme gibi fiilleri konusunda soru soracak kimse yoktur kendisine herhangi bir fiili konusunda bunu niçin yaptın ya da niçin yapmadın diye soracak kimse yoktur şeklinde tefsir etmektedir. 23 Tâbiîn rivayetlerinde ve Taberî nin yorumunda ilâhî fiilleimkânına da sahiptir. Gadamer in ufukların kaynaşması tabiriyle kastettiği şey buna yakındır. Dolayısıyla Kur an yorumcusunun nüzûl çağına dair, kendi dünyasının verilerinden kısmen bağımsız bir tasavvur geliştirebilmesi ve Kur an ı, sahâbe neslinin anladığına mümkün mertebe yakın bir tarzda anlamayı başarabilmesi, en azından teorik olarak mümkündür. 20 el-furkān 25/ Sebe 34/ Mukātil b. Süleyman, Tefsîru Mukātil b. Süleymân, II, Bk. Taberî, Câmiu l-beyân, XVI,

54 İslâm Araştırmaları Dergisi, 35 (): rin bir illete mebni olup olmadığı meselesine henüz girilmemiş olması ve olduk- ifadesinin, kulların kendi amellerinden hesaba çekilecek و ه م ي س ا ل ون ları şeklinde anlaşılması dikkate değerdir. İleride görüleceği üzere bu ifadenin tefsirindeki merkezî nokta, sonraki asırlardaki kelâm tartışmalarıyla birlikte, konunun âhiretle ilgili yönünden ziyade, fiillerin illeti meselesine dönüşecektir. Taberî ile birlikte başlamış görünen bu dönüşüm sürecinin onunla yaklaşık aynı asırda yaşamış olan Mâtürîdî nin (ö. /) ifadelerinde görülmesi mümkündür. Mâtürîdî, ilgili ifadenin muhtemel üç anlamını vermekte, fakat birbirine kısmen yakın olan bu anlamlar arasında herhangi bir tercih yapmamaktadır. Ona göre âyetin muhtemel ilk anlamı, Allah bütün fiillerini kendi mülkünde ve saltanatında yaptığı için kendisine bunlar sorulmaz. Çünkü sadece başkasının mülk ve saltanatında bir fiil işleyen kimseye o fiil ile ilgili soru sorulur şeklindedir. Bu anlam ihtimali çerçevesinde âyet, sahibinin emir ya da izni olmaksızın hiçbir şey üzerinde tasarrufta bulunmanın câiz olmadığına delâlet etmektedir. Bundan dolayı, Eşyada asıl olan ibâhadır, başkasının mülkünde tasarruf, mutlak anlamda câizdir görüşünü savunanların iddiaları geçersizdir. 24 Mâtürîdî nin verdiği bu ilk yorum Eş arîler e ait olmalıdır. İlerleyen dönemlerde Eş arî âlimlerin eserlerinde, Kendi mülkünde tasarrufta bulunan kimse, bu tasarrufundan mesul olmaz şeklindeki argümanı görmek mümkündür. 25 Haddizatında Eş arî kelâmının, Tanrı-insan ve Tanrı-âlem ilişkilerine taalluk eden bahisler (irade, tâlil, sebeplilik vb.) söz konusu olduğunda en hassas olduğu noktalardan biri hudûs fikri ise, bir diğeri de kādir-i muhtar tanrı anlayışının muhafazasıdır. Bununla beraber kādir-i muhtar tanrı düşüncesinin sadece Eş arîler e mahsus olmadığı, filozoflar karşısında bütün kelâmcıların ortak refleksi olduğu da unutulmamalıdır. 26 Dolayısıyla tâlil meselesindeki Eş arî yaklaşım ile kādir-i muhtar tanrı düşüncesi arasında bir lâzım-melzum ilişkisi bulunmamaktadır. Mâtürîdî nin kendi görüşü, muhtemelen ikinci sırada verdiği görüştür. Buna göre Allah ın yaptığından sorulmaz oluşunun sebebi, O nun zatı itibariyle hikmet sahibi olmasıdır. Bu yüzden O nun fiilleri hikmet dairesinin dışına çıkmaz. Dolayısıyla ancak fiillerinde bir anlamsızlık/ hikmetsizlik ve abeslik (sefeh) bulunması muhtemel kimselere, Bunu niçin yaptın? gibi bir soru sorulabilir; fiillerinin hikmet dairesi dışına çıkması muhtemel olmayan zata değil. 27 İlerleyen dönemlerde Mâtürîdî mezhebine 24 Mâtürîdî, Te vîlâtü l-kur ân, IX, Meselâ bk. Gazzâlî, el-iktisâd, s. ; Şehristânî, Nihâyetü l-ikdâm, s Bk. Türker, Mukaddime de Aklî İlimler Algısı, s Mâtürîdî, Te vîlâtü l-kur ân, IX,

55 Coşkun: İlâhî Fiillerin Nedenliliği Bağlamında Tefsir-Kelâm İlişkisi mensup âlimlerin eserlerinde bu argümanı görmek mümkündür. 28 Bu görüş Mu tezile nin görüşüyle paralellik arzediyor olsa da, hem meseleyi hüsün-kubuh konusuna çekmemesi hem de ilâhî fiilleri zorunluluk/vücûb kavramıyla ilişkilendirmemesi sebebiyle, Mâtürîdî mezhebinin tutumunu yansıtmaktadır. Üçüncü yorum olarak Mâtürîdî, kulun Allah a emir kipiyle hitap etmesinin ancak dua anlamında mümkün olabileceğini, kendisinden daha üst makamdakine emir kipiyle konuşan kimsenin bu emir kipiyle ancak bir ihtiyacını ifade etmek isteyebileceğini söylemektedir. 29 Mâverdî (ö. /) bu âyetle ilgili dört görüşe yer vermektedir. İbn Cüreyc den naklettiği ilk görüşe göre âyet kulların Allah ın fiillerini sorgulayamayacaklarını, Allah ın ise onları sorgulayacağını söylemektedir. İkinci görüşte bunun sebebi açıklanmaktadır; buna göre ilâhî fiillerin mahzâ doğru ve hikmetli olmasına karşılık kulların fiillerinin yanlış olma ihtimali vardır, bu yüzden de ilâhî fiiller sorgulanamaz. Üçüncü görüşe göre âyetin anlamı, Allah fiillerinden hesaba çekilemez, kullar ise hesaba çekilirler şeklindedir. Dördüncü görüş Mâverdî nin kendisine aittir, buna göre anlam, Allah fiillerinden sorgulanamaz (muâhaze edilemez), kullar ise sorgulanırlar şeklindedir. 30 Burada sadece İbn Cüreyc den nakledilen ilk görüş, ilâhî fiillerin illetsizliği tartışmalarına kapı açacak türden gözükmektedir. Dikkat edileceği üzere diğer üç görüşün ortak noktası, fiillerin sebebinin ya da illetinin bulunup bulunmaması ya da sorulması değil, bu fiillerden hesaba çekilme konusudur. 31 Buradaki hesaba çekilme ifadesi, âhirete ilişkin gönderimi dikkate alındığı ve bu husus, sorgulanacak kullardan maksadın melekler olduğuna dair Mukātil in ifadeleriyle birlikte düşünüldüğünde, âyetteki vurgunun melekleri Allah ın kızları olarak görüp onlara ibadet eden müşriklere cevap şeklinde olduğunu göstermektedir. Mâverdî nin aktardığı görüşlerden üçü, bu yoruma imkân tanımaktadır. Buna göre âyet müşriklere, Bizzat kendileri hesaba çekilecek olan varlıklara ibadet edilmez, ibadete lâyık yegâne kudret, hesaba çekilemeyecek olan Allah tır demiş olmaktadır. Bu çerçevenin dışında kalabilecek İbn Cüreyc rivayeti ise Kurtubî tarafından şu önemli kayıtla izah edilmiştir: 28 Pezdevî, Usûlü d-dîn, s. ; Beyâzîzâde Ahmed Efendi, İşârâtü l-merâm, s Mâtürîdî, Te vîlâtü l-kur ân, IX, Bk. Mâverdî, en-nüket, III, Âyetteki sual kelimesini hesaba çekmek olarak anlayınca, konunun ilâhî fiillerin illetleriyle ilgisi kalmamakta, müşriklerin melekleri Allah a ortak koşmalarına cevap mahiyetinde olması ön plana çıkmaktadır. 49

56 İslâm Araştırmaları Dergisi, 35 (): بين بهذا أن من يسا ل غداعن أعماله كالمسيح والملاي كة لايصلح للا لهية. Böylece (İbn Cüreyc) şu hususu beyan etmiş olmaktadır ki mesih ve melekler gibi yarın (âhirette) amellerinden hesaba çekilecek olan varlıklar ilâhlık vasfını haiz olamazlar. 32 Görüldüğü gibi Kurtubî nin izahları çerçevesinde okunduğunda, İbn Cüreyc in görüşünün de tâlil meselesiyle ilgili olmadığı anlaşılmaktadır. Benzer bir değerlendirme, Celâleyn şârihlerinden Cemel (ö. /) ve Sâvî (ö. /) tarafından da yapılmıştır. 33 Kaldı ki âyetin Kaderiyye/ Mu tezile mezhebine kesin bir cevap olduğunu ifade etmesine ve konuyu tâlil ile ilişkilendirmesine rağmen Kurtubî, İbn Cüreyc in ifadesini bu şekilde yorumlamıştır. Bu durum, Mâverdî de yer alan nakillerin hiçbirinin tâlil meselesiyle ilişkilendirilemeyeceğini, dolayısıyla âyetin tefsirinde girişilen kelâm tartışmalarının ilk dönem tefsirlerinde herhangi bir kökeninin bulunmadığını göstermesi açısından önem arzetmektedir. Mâverdî gibi sahâbe ve tâbiîn âlimlerinin görüşlerini derlemesiyle meşhur bir diğer müfessir olan İbnü l- Cevzî de (ö. /), âyetin tefsirinde hiçbir rivayete yer vermemiştir. 34 Âyetin önemli ölçüde kelâm tartışmalarının merkezine yerleştirildiği tefsir metinlerinden biri, Zemahşerî nin (ö. /) el-keşşâf ıdır. Zemahşerî lâ yüs elü ammâ yef al ifadesini yorumlarken Allah ın kudretiyle kralların kudretini mukayese etmekte, kralın kendi tebaası tarafından sorguya çekilememesiyle Allah a soru sormanın imkânsızlığını mukayese etmekte, buna ilâve olarak ilâhî fiillerin ardındaki hikmet gerekçesine vurgu yapmakta ve insan aklında ilâhî fiillerde herhangi bir hatanın var olamayacağı hakikatinin sabit olduğunu ifade etmektedir. 35 Diğer bir ifadeyle Zemahşerî ilâhî fiillerin sorguya çekilemez oluşunu iki sebebe bağlamaktadır. Bunlardan birincisi, o fiillerin sahibi olan zatın (Allah), fiilleri sorgulanamayan krallardan çok daha yüce olması, bütün mahlûkatın yaratıcısı ve sonsuz kudret sahibi olmasıdır. Bu argüman, ileride göreceğimiz üzere, Mu tezilî olmayan âlimler tarafından da kullanılacaktır. İkincisi ise ilâhî fiillerin muhakkak bir hikmet gerekçesiyle yapılmış olduğuna ve Allah ın çirkin fiil işlemesinin câiz olmadığına dair akıllarda mevcut olan sabit hakikattir. Kādî Abdülcebbâr da (ö. /) Allah ın fiillerinden dolayı sorguya çekilememesinin sebebini, 32 Bk. Kurtubî, el- Câmi, XIV, Bk. Cemel, el-fütûhâtü l-ilâhiyye, III, ; Sâvî, Haşiyetü s-sâvî, III, Bk. İbnü l-cevzî, Zâdü l-mesîr, V, Bk. Zemahşerî, el-keşşâf, IV,

57 Coşkun: İlâhî Fiillerin Nedenliliği Bağlamında Tefsir-Kelâm İlişkisi onun her fiilinin mutlak surette güzel olması ve çirkin işlerin onun için câiz olmaması olduğunu ifade etmiştir. 36 Buraya kadar verdiğimiz görüşler, tefsir geleneğinde bu âyet çerçevesinde yürütülen tartışmaların başlangıç aşamasını gösterir niteliktedir. Bundan sonraki dönemlerde Fahreddin er-râzî ve Âlûsî gibi müfessirler konuyu kelâm ilmindeki detaylarıyla tartışmaya başlamışlar ve ilk dönem tefsirlerinde kısmen gözlemlediğimiz, nüzûl ortamını dikkate alma hassasiyetini büyük ölçüde terketmişlerdir. Yorumdaki bu değişimi kelâm tartışmalarının tefsir metinleri üzerindeki bâriz etkisi olarak değerlendirmek mümkündür. Bazı tefsir metinlerinde ise âyetin tefsirinin kısmen senkretik sayılabilecek bir tarzda ele alındığını görmekteyiz. Buna örnek olarak Kurtubî nin (ö. /) yorumunu zikredebiliriz. Göreceğimiz üzere Kurtubî hem âyetin Kaderiyye/Mu tezile mezhebinin kökünü kazıyacak (kāsımet ün li l- Kaderiyye) bir âyet olduğunu ifade etmekte, hem de İbn Cüreyc den naklettiği bir rivayet vasıtasıyla, âyetin meleklerin ulûhiyyetine dair iddialara cevap olduğunu söylemektedir. Yani birbiriyle taban tabana zıt iki yorumu da benimseyerek vermektedir. Kurtubî metnindeki yorumlar müstakil paragraflar halinde aşağıdaki şekilde gösterilebilir: 1. Bu âyet Kaderiyye (Mu tezile) ve (benzer görüşleri savunan) diğer mezheplerin kökünü kazıyacak bir âyettir. 2. İbn Cüreyc şöyle demiştir: Mahlûkat Allah a, onlar üzerindeki takdirinden dolayı soru soramaz, Allah ise onları amellerinden sorgular, çünkü onlar kuldurlar. Böylece (İbn Cüreyc) şu hususu beyan etmiş olmaktadır ki Mesih ve melekler gibi yarın (âhirette) amellerinden hesaba çekilecek olan varlıklar ilâhlık vasfını haiz olamazlar. 3. Bir yorum da şöyledir: Allah fiillerinden hesaba çekilmez, kullar ise çekilirler. 4. Rivayete göre bir kişi Hz. Ali ye, Ey müminlerin emîri! Rabbimiz kendisine isyan edilmesini ister mi (sever mi)? diye sormuş, o da, Herhangi bir kimsenin Rabbimiz in rızası olmaksızın O na isyan etmesi mümkün müdür? demiştir. Bunun üzerine o kişi, Peki Allah hidayeti benden alıkoyar ve dalâleti bana verirse, o takdirde bana iyilik mi yapmış olur yoksa kötülük mü? diye sorar. Hz. Ali de, Senin hakkın olan bir şeyi senden alıkoysa kötülük etmiş olur, ama sana olan fazlını ve ihsanını alıkoyacak olursa böyle olmaz; zira O, ihsanını dilediğine verir demiş ve bu âyeti okumuştur. 36 Kādî Abdülcebbâr, Tenzîhü l-kur ân, s

58 İslâm Araştırmaları Dergisi, 35 (): İbn Abbas ın şöyle dediği rivayet edilmiştir: Yüce Allah Hz. Mûsâ yı peygamber olarak seçip kendisiyle konuştuktan ve Tevrat ı inzal ettikten sonra Hz. Mûsâ şöyle demiştir: Allahım! Sen azamet sahibi Rab sin, itaat edilmeyi dilesen herkes sana itaat eder, isyan edilmemeyi dilesen kimse sana isyan edemez. Sen itaat edilmeyi sevmektesin, ama bu halde bile sana isyan edilebilmektedir. Bu nasıl mümkün olmaktadır ey Rabbim! Allah da ona şöyle vahyetti: Ey Mûsâ! Ben yaptıklarımdan sorulmam, ama onlar sorulurlar! 37 Dikkatle incelendiğinde bu metnin birbiriyle ilgisiz ve zıt görüşlerin, herhangi bir uzlaştırma, mukayese ya da tartışma yapılmadan verildiği senkretik tefsir örneği teşkil ettiğini gözlemlemek mümkündür. 38 Öncelikle ifade edelim ki Kurtubî nin burada Hz. Ali ye atfettiği ifade, İbn Hacer el-askalânî (ö. /) tarafından, bir Ehl-i sünnet âlimi ile bir Mu tezile âlimi arasında geçen bir tartışmada kullanılan diyalog olarak nakledilmektedir. 39 Hz. Mûsâ ile ilgili olarak İbn Abbas tan nakledilen rivayet ise hem senet açısından problemlidir, hem de muhteva olarak uyarlama olduğu bâriz bir şekilde ortadadır. 40 Metnin başında âyetin Kaderiyye mezhebine ve benzer görüşleri savunanlara yönelik sıkı bir cevap olduğunun söylenmesiyle hemen devamında İbn Cüreyc den yapılan nakil çelişkilidir. Zira bu naklin devamında geçen Böylece şu hususu beyan etmiş olmaktadır ki, Mesih ve melekler gibi yarın (âhirette) amellerinden hesaba çekilecek olan varlıklar ilâhlık vasfını haiz olamazlar ifadesinde, âyetin Kaderiyye mezhebine değil, Mesih in ve meleklerin ulûhiyyetine inanan müşriklere reddiye olduğu açıktır. Hemen ardından kullanılan, Bir yorum da şöyledir: Allah fiillerinden hesaba çekilmez, kullar ise çekilirler ifadesi, âyetteki tevhit vurgusuna işaret eden ilk dö- 37 Kurtubî, el-câmî, XIV, Senkretizm, Lalandé a göre, değişik kökenli farklı iddiaların birleştirilmesi, bir araya toplanması anlamına gelir. Buna karşılık eklektizm, değişik kökenli tez ve iddiaların bir uyum içerisinde, insicamlı bir şekilde bir araya getirilip derlenmesidir (bk. Lalandé, Vocabularie, III, ). Görüldüğü gibi senkretizm ile eklektizm arasındaki fark, ilkinde belli bir sistem/insicam gözetilmeksizin bir araya getirilen tezlerin, ikincisinde belli bir sistem içerisinde derlenmesidir. Senkretik tefsir ifadesiyle, herhangi bir âyetin tefsirinde, birbiriyle ilgisiz yahut zıt görüşleri ardı ardına sıralayan ve bunlar arasında herhangi bir tercih ya da değerlendirme yapmayan tefsir tarzını kastediyoruz. 39 Bk. İbn Hacer el-askalânî, Fethu l-bârî, XIII, Hz. Mûsâ ile Allah arasında geçtiği ifade edilen diyalog, kelâm kitaplarında Ehl-i sünnet âlimleri ile Mu tezile âlimleri arasında sıkça örneklerine rastlayabileceğimiz diyaloglara benzemektedir. Buna benzer birçok rivayet Süyûtî tarafından da nakledilmiştir. Bk. Süyûtî, ed-dürrü l-mensûr, X, vd. Ayrıca senedinde yer alan Ebû Yahyâ el-kattât, ricâl âlimlerinin çoğunluğu tarafından zayıf bulunmuştur (bu bilgi Kurtubî muhakkiki Abdülmuhsin et-türkî tarafından nakledilmektedir). 52

59 Coşkun: İlâhî Fiillerin Nedenliliği Bağlamında Tefsir-Kelâm İlişkisi nem müfessirlerinin yorumlarını andırırken, 41 devamında Hz. Ali ye ve İbn Abbas a atfedilerek nakledilen rivayetler, âyeti tamamen Eş ariyye-mu tezile tartışması eksenine yerleştirmeye yöneliktir. Burada Kurtubî, âyeti nüzûl şartları eşliğinde değerlendirme refleksi ile kelâm tartışmaları arasında kararsız görünmektedir. Şiî tefsir geleneğinde de ilâhî fiillerin illetliliği meselesindeki görüşler, tıpkı Mu tezile de oluğu gibi, hikmet ve isabetlilik kavramlarıyla gerekçelendirilmiştir. Kummî (ö. /) âyetin Seneviyye ye reddiye anlamına geldiğini ifade ederken, 42 Tûsî (ö. /) ve Tabersî (ö. /) gibi müfessirler ilâhî fiillerin hesaba çekilmezliğinin temel gerekçesi olarak hikmet unsurunu özellikle zikretmişlerdir. 43 Yine Tabersî, temriz sîgası olarak kabul edilen kīle=derler ki ifadesiyle de olsa, iki önemli yoruma daha yer vermektedir. Bunlardan birincisine göre âyet Allah ın rubûbiyyet iddiası sebebiyle mesul olmadığını, buna karşılık başka varlıkların bu iddiada bulundukları takdirde mesul olacakları anlamına gelir. Tabersî bu görüşü temriz sîgasıyla vermiş olsa da, âyetin siyakının ve nazmının bu anlama delâlet ettiğini ifade etmektedir. Bu da onun temriz sîgasıyla verdiği görüşleri benimsemediği şeklinde bir kanaate varmanın yanlış olacağını göstermektedir. Tabersî nin verdiği ikinci önemli görüşe göre âyetin anlamı şöyledir: Melekler ve mesih Allah ın fiillerini hesaba çekemezken, Allah onları hesaba çeker. Eğer onlar ilâh olsalardı, fiillerinden hesaba çekilmezlerdi. 44 Nâsır Mekârim Şîrâzî başkanlığında bir grup Şiî müfessir tarafından telif edilen el-emsel tefsirinde âyetteki sual kelimesi tafsilâtlı olarak ele alınmakta ve Allah ın fiilleri hakkında bilgi ve izah isteme anlamında soru sormanın mümkün ve câiz olduğu, buna karşılık isyan ve itiraz anlamında soru sormanın söz konusu olamayacağı belirtilmektedir. Yine bu tefsirde, Muhammed el-bâkır dan (ö. /) nakledilen bir rivayet aracılığıyla, Allah ın fiilleri hakkında soru sorulamamasının ardında, ilâhî fiillerin tamamının hikmet ve doğruluk niteliklerine sahip olmasının yer aldığı ifade edilmektedir. 45 Konunun bütünüyle kelâm tartışmalarına dönüştüğü Râzî ve Âlûsî tefsirlerinde, mesele oldukça uzun anlatılmıştır. Râzî konuya başlarken âyetin metin içindeki bütünlüğüne dikkat çekmekte ve öncesiyle irtibatını 41 Sual kelimesi hesaba çekmek şeklinde anlaşıldığında âyetin tâlil meselesiyle ilişkisi çok zayıflamaktadır. Çünkü Allah hesaba çekilemez önermesi ile Allah ın fiilleri illetsizdir önermesi, birbirinden açıkça ayrıştırılabilecek iki farklı hususa işaret etmektedir. 42 Bk. Kummî, Tefsîrü l-kummî, II, Bk. Tûsî, et-tibyân, VII, ; Tabersî, Mecmau l-beyân, VII, Tabersî, Mecmau l-beyân, VII, Bk. Şîrâzî, el-emsel, X,

60 İslâm Araştırmaları Dergisi, 35 (): kurma sadedinde, bütün şirk inançların temelinde ilâhî fiillerin sebeplerini merak edip soruşturma (talebü l-limmiyye) davranışının bulunduğunu ifade etmektedir. Müşrik olan Mecûsîler, âlemde hem iyilik hem kötülük olduğu ve iyiliğin fâilinin iyi, kötülüğün fâilinin ise kötü olması gerektiği öncüllerinden yola çıkarak, biri iyilikleri diğeri de kötülükleri yaratan iki farklı ilâhın var olması gerektiği sonucuna varmışlardır. Böyle olduğu için de, ilâhî kelâmın mükemmel nazmının bir gereği olarak, bir önceki âyette şirkin yanlışlığına ve tutarsızlığına vurgu yapılmış ve onu takip eden âyette de şirkin sebebi olan (müşriklere cevap sadedinde aslî nükte olan) hususa yer verilmiş, yani ilâhî fiillerin illetsizliği ilkesi vazedilmiştir. 46 Görüleceği üzere Fahreddin er-râzî, konunun öncesiyle irtibatı konusunda ilk dönem müfessirlerinin söz ettikleri hususu tamamen görmezden gelmiştir. Hatırlanacağı üzere Mukātil ve Taberî nin yorumlarında âyet, müşriklerin melekleri Allah a ortak koşmalarına cevap sadedindedir ve onlara, Âhirette hesaba çekilecek varlıkları nasıl Allah a ortak koşarsınız? mesajını iletmektedir. Fakat Fahreddin er-râzî, müşriklerin (kendi örneğine göre Mecûsîler in) ilâhî fiillerin ardındaki sebepleri fazlaca araştırmaları ve niçin, neden gibi soruları sormaları (talebü l-limmiyye) neticesinde şirke düşmüş olduklarını iddia etmektedir. Bu iddia birçok açıdan tartışmaya açıktır. Öncelikle Fahreddin er-râzî nin kendisi, Bakara sûresinin âyetinin tefsirinde, şirk inançlarının nasıl ortaya çıktığı meselesine dair hususi bir fasıl açmış ve orada, âlemde hayır ve şer ilâhı olarak iki farklı ilâh kabul eden Seneviyye yi diğer müşrik gruplardan ayırmış, bunların dışında kalan müşriklerden hiçbirinin varlık, kudret, ilim ve hikmet itibariyle herhangi bir varlığın Allah a ortak olduğunu iddia etmediklerini, 47 aksine bazı varlıkları Allah a yakınlaşmak üzere aracı kıldıklarını ya da teşbih, tâzim, şefaat talebi vb. sebeplerle şirke düştüklerini ifade etmiştir. 48 Dolayısıyla Fahreddin er-râzî nin şirk inançlarını burada neden, niçin gibi sorulara bağlaması ve müşriklerin inançlarını izah sadedinde sadece Mecûsîler den söz etmesi, kendi söyledikleriyle çelişmektedir. Zira Bakara sûresinin âyetinin tefsirinde, Mecûsîler in diğer müşriklerden farklı olarak, eşit ilâhî kudrete sahip iki ilâha inandıklarını sarâhaten ifade etmiştir. Bu durumda Mecûsîler diğer müşrik gruplar içinde bir istisna olmakta ve genel anlamda bütün müşrikleri temsil etmemektedirler. Diğer taraftan Mekke müşriklerinin yaratma, rızık verme vesair ilâhî fiiller konusunda Allah a ortak koşmadıkları, Allah dışında herhangi bir varlığa ilâhî kudret atfetmedikleri, buna karşılık kendilerini Allah a yakınlaştırması ümidiyle bazı 46 Fahreddin er-râzî, Mefâtîhu l-gayb, XXII, Bk. Fahreddin er-râzî, Mefâtîhu l-gayb, II, Bk. Fahreddin er-râzî, Mefâtîhu l-gayb, II,

61 Coşkun: İlâhî Fiillerin Nedenliliği Bağlamında Tefsir-Kelâm İlişkisi varlıkları aracı telakki edip onlara aşırı derecede tâzimde bulundukları bizzat Kur an tarafından ortaya konulduğu gibi, tefsir, siyer ve Câhiliye dönemine dair mâlûmat veren kaynaklarda da zikredilmektedir. 49 Bunun ardından Fahreddin er-râzî, Eş arîler in ilâhî fiillerin illetsizliği konusunda ortaya koydukları delilleri özetlemektedir. Bu delilleri aktarmadan önce, Fahreddin er-râzî nin meramının daha iyi anlaşılması için, illetin tanımı konusunda birkaç hususa işaret etmek yararlı olacaktır. Usulcülere göre illet, şer î bir hükmü gösteren yahut gerekli kılan vasıftır. 50 Ancak ilâhî hükmü icap ettiren dış bir etkenin varlığını kabul etme anlamında illet kavramı, beraberinde bazı tartışmaları da getirmektedir. Ebü l- Hasan el-kerhî (ö. /) illetin mûcip (hükmü gerektirici) olduğunu, hikmetin ise mûcip olmadığını ifade etmiştir. 51 İlletin bu şekilde tanımlanması, Hanefîler ile Mu tezile nin ortak noktası gibi görünse de, aslında Hanefîler in söz ettiği vücûb, meselenin kullar için olan yönüyle ilgilidir. Ebü l-yüsr Fahrülislâm el-pezdevî (ö. /) şer î illetlerin bizâtihi mûcip olmadıklarını, asıl mûcip olanın Allah olduğunu, fakat Allah ın hükümleri icap ettirmesinin bizim için gaybî bir nitelik arzetmesi sebebiyle vucûbun illetlere nispet edildiğini, böylece illetlerin kullar açısından hükümleri icap ettiren vasıflar olduğunu, Allah açısından ise sadece alâmet olduğunu ifade etmek suretiyle konuya açıklık getirmiştir. 52 Buna karşılık Şâfiî usulcüler genel anlamda şer î hükümlerin illetlendirilmesini kabul etmemişler; tahâret, necâset, kölelik, hürriyet gibi vasıfların ve hükümlerin Allah tarafından taabbüdî olarak belirlenmiş hükümler kategorisine girdiğini ve bunların hakikatlerine erme hususunda insanın zayıf, aklının yetersiz olduğunu iddia etmişler, bu tür konulardaki ilâhî hükümlerde illet veya maslahat aramanın beyhude olduğunu, çünkü Allah ın insana güç yetiremeyeceği sorumlulukları dahi yükleyebileceğini (teklîf-i mâ lâ yutâk) savunmuşlar ve Enbiyâ sûresinin âyeti başta olmak üzere birçok âyeti bu hususta delil olarak kullanmışlardır. 53 Eş arîler Allah ın fiillerinin herhangi bir şekilde bir illete yani o fiilleri gerektirecek bir sebebe bağlanamayacağını, zira böyle bir durumda Allah ın kudretinde eksiklik olduğu ve O nun bu eksikliği gidermek için başka şeylere 49 Meselâ Taberî nin tâbiîn âlimlerinden Mücâhid den naklettiğine göre Lât, vaktiyle Kâbe de yaşayan ve hacılar için yemekler hazırlayıp onlara ikram eden bir zattır ve öldüğü zaman insanlar onun kabrini tâzim etmeye başlamış, böylece onu putlaştırmışlardır. Bk. Taberî, Câmiu l-beyân, XXII, Bk. Dönmez, İllet, XXII, Bk. Kerhî, Usûl, s Bk. Şelebî, Ta lîlü l-ahkâm, s Bk. Zencânî, Tahrîcü l-fürû, s

62 İslâm Araştırmaları Dergisi, 35 (): yöneldiği (el-istikmâl bi l-gayr) iddiasının söz konusu olacağını savunmuşlardır. 54 Bu görüşün ardında, ilâhî kudrete vurgu ve tenzih ilkesini muhafaza düşüncesi yer almaktadır. Bununla beraber mutlak kudret düşüncesinin ahlâkî sonuçları izlendiğinde, yaptığı fiillerde sorumsuz veya sorgulanamaz bir tanrı fikrine varılabilir. Diğer bir ifadeyle, varlık bakımından zorunlu olmama, ahlâkî açıdan da zorunlu olmamayı doğurur. 55 Belki de bu sebeple Mu tezile âlimleri Allah ın fiillerinin illetli olduğunu savunmuş ve aksi durumda ilâhî fiillerin hikmetsiz ve abes işler olarak görülmesi gerekeceğini söylemişlerdir. 56 Mu tezile nin bu görüşü usul tartışmalarında kısmen yanlış anlaşılmış (ya da kasten yanlış yorumlanmış) ve onların, bir şey akıl tarafından güzel görünüyorsa Allah ın onunla ilgili olumlu bir hüküm koymasını aklen zorunlu gördükleri şeklinde değerlendirilmiştir. Oysa İbnü l- Hümâm ın (ö. /) ifade ettiği üzere, onların görüşlerinin özü şöyledir: İlk olarak akıl bir fiilin ihtiva ettiği güzellik veya çirkinliği idrak eder, daha sonra Allah ın o fiille ilgili olarak tam da aklın idrak ettiğine uygun bir hükmünün bulunduğunu ve o hükme binaen sevap ya da günah terettüp ettiğini idrak eder. Yani onlar aklın Allah ı bağlayacak bir hüküm koyacağını iddia etmiş değildirler. 57 Mu tezile nin bu görüşünün arka planındaki düşünce, ilâhî fiillerin muhakkak bir hikmete (daha çok adalet ilkesi) mebni olmasıdır. Eğer âlemin yaratılması zorunlu değilse ki filozoflar karşısında bütün kelâmcılar bu konuda müttefiktir bu durumda Allah ın, hiçbir ihtiyacı olmadığı halde âlemi niçin yarattığı sorusu akla gelmektedir. Eş arîler bu soru karşısında, ilâhî fiillerin ardında illet aramanın anlamsızlığını savunurken, Kādî Abdülcebbâr bu soruya, muhtaçlık ile tercih arasında doğrusal bir ilişkinin olmadığı ve tercih muhtaçlığı gerektirmeyeceği gibi, müstağni olmanın da tercihi engellemeyeceği cevabını vermektedir. 58 Mu tezile nin ve özel olarak aslah taraftarının söz konusu zorunluluk kavrayışına varmasının bir diğer sebebi, gaibin şahide kıyası yöntemi gereğince fâilin kendisi- 54 Eş arî mezhebinin görüşünü Şehristânî şöyle özetlemektedir: Allah, içindeki cevherleri, arazları vesair tür ve mahlûkatıyla birlikte bu âlemi, kendisini fiile hamledecek bir illet olmaksızın yaratmıştır. Bu illetin kendisine faydalı olmasının ya da olmamasının takdir edilmesi, durumu değiştirmez. Çünkü O nun zatı fayda ve zararı kabil değildir. Aynı şekilde bu illetin Allah tan başkasına fayda sağladığını düşünmek de durumu değiştirmez. Çünkü Allah ı fiile sevkedecek hiçbir etken (bâis) söz konusu değildir. Bu sebeple onun fiillerinin garazı da yoktur, onu fiile sevkedecek bir etken (hâmil) de! Aksine her şeyin illeti, O nun yaratmasıdır, O nun yaratmasının ise illeti yoktur (Nihâyetü l-ikdâm, s. ). 55 Türker, İlâhî Fiillerin Nedenliliği Sorunu, s Bk. Şehristânî, Nihâyetü l-ikdâm, s. vd. 57 Bk. İbn Ebû Şerîf, el-müsâmere, s. vd. 58 Bk. Kādî Abdülcebbâr, el-mugnî, XI, 98 (nakleden: Türker, İlâhî Fiillerin Nedenliliği Sorunu, s. 13). 56

63 Coşkun: İlâhî Fiillerin Nedenliliği Bağlamında Tefsir-Kelâm İlişkisi ne veya başkasına yararı olmayan bir fiili abes kabul etmesidir. Dolayısıyla Mu tezile ye göre ilâhî fiil, hikmet olması için mutlaka bir başkasına faydalı olmak zorundadır. 59 Mâtürîdîler ise orta bir yol izlemişler, bir taraftan ilâhî fiillerin tamamının (bir kısmı bizim için kapalı dahi olsa) maslahat için yapılmış (hikmete mebni) olduğunu ifade ederken, diğer taraftan Allah a herhangi bir zorunluluk atfetmenin yanlış olduğunu vurgulamışlardır. 60 Fahreddin er-râzî bu tartışmanın kelâm ilmine taalluk eden kısmında Eş arî mezhebini savunduğu için, konumuzla ilgili âyetin tefsirinde de, âyeti ilâhî fiillerin illetsizliği görüşüne delil olarak göstermiştir. Eş arîler in bu âyet dışında konuyla ilgili diğer delilleri şöyledir: 1. Eğer Allah herhangi bir fiilini bir illete binaen yapacak olsaydı, o zaman o illetin ortaya çıkması için de bir illete ihtiyaç duyulacaktı. Böylece sonsuz geri gidiş (teselsül) durumuna düşüleceği için, illetsiz bir şeyin kabul edilmesi gerekecektir ki buna en lâyık olan da Allah ın zatı ve sıfatlarıdır. 2. Eğer Allah herhangi bir fiilini bir illet ve amaca binaen yapıyorsa, o zaman bu illet ya zorunlu ya da mümkün olmalıdır. Eğer bu illet zorunlu ise, o zaman illetin gerektirdiği fiili yapmak da zorunlu olacaktır. Bu durumda da Allah, fâil-i muhtar (kendi iradesiyle fiil yapan zat) değil, zatı itibariyle zorunluluk altında olacaktır. Eğer söz konusu illet mümkün ise, o zaman o illet yine Allah a ait bir fiil olacaktır ve o illetin bir fiil olarak yapılması da bir başka illeti gerektirecektir. Bu durumda yine bir teselsül söz konusu olacaktır ki, bu da muhaldir. 3. Eğer Allah ın âleme yönelik fiilinin illeti ezelî ise o zaman O nun âleme yönelik fiili de ezelî olacaktır ki bundan âlemin kıdemi (ezelîliği) sonucu çıkar. Eğer bu illet muhdes (sonradan yaratılmış) ise, o zaman da bir başka illete muhtaç olacaktır. Bu durumda da teselsül (sonsuz geri gidiş) söz konusu olacaktır. 4. Bir kimse bir amaca ulaşmak için bir fiil yapıyorsa, ortada iki ihtimal vardır: Ya amaca o fiilin aracılığı olmaksızın da ulaşabilme imkânına sahiptir ya da bu imkâna sahip değildir. Eğer fiilin aracılığı olmadan amaca ulaşabiliyorsa, fiilin varlığı abes olacaktır. Ulaşamıyorsa, o zaman da acziyet içindedir ki bu durumun Allah için düşünülmesi muhaldir. Fakat acziyet bizler için muhal değildir, bu sebeple bizim fiillerimiz amaçlarla mualleldir Eğer Allah herhangi bir fiilini bir illet ve amaca binaen yapıyorsa, bu amaç ya bizzat Allah ın kendisine yönelik olmalıdır ya da kullara. Birincisi 59 Türker, İlâhî Fiillerin Nedenliliği Sorunu, s Bk. Mâtürîdî, Kitâbü t-tevhîd, s ; Şelebî, Ta lîlü l-ahkâm, s Fahreddin er-râzî, Mefâtîhu l-gayb, XXII,

64 İslâm Araştırmaları Dergisi, 35 (): muhaldir, çünkü Allah fayda ve zarardan münezzehtir. O halde amaç kullara yönelik olmalıdır. Kullara yönelik amaçların tahsili ise Allah için herhangi bir vasıta olmadan da yapılabilecek bir şeydir. Dolayısıyla O nun herhangi bir şeyi bir amaç için yapmış olması imkânsızdır Eğer Allah herhangi bir fiilini bir illet ve amaca binaen yapıyorsa, bu amacın varlığı ya da yokluğu Allah için ya eşit olmalı ya da eşit olmamalıdır. Eğer bu iki durum onun için eşit ise, zaten ortada bir amaç olması söz konusu olamaz. Aksi durumda ise (yani amaca ulaşıp ulaşmamanın birbirine eşit olmaması durumunda) O nun o fiili yapmadan önce, söz konusu amaca (hedefe) vâsıl olmadığını, dolayısıyla bir eksiklik taşıdığını, o fiiliyle bu eksikliğini gidermiş olduğunu (el-istikmâl bi l-gayr) düşünmek gerekecektir ki Allah hakkında böyle bir şey düşünmek muhaldir. Eğer söz konusu amaca ulaşıp ulaşmamak Allah için eşitse, fakat bu amaç kullara yönelik olduğu (yani o amaca ulaşmak kullar için bir önem arzediyor olduğu) için o fiili yapıyorsa, o zaman bu argüman geçersiz olacaktır. Ancak Fahreddin er-râzî buna karşılık şunu ifade eder: Eğer kulun söz konusu amaçtan hâsıl olacak yararı elde etmesi ve etmemesi Allah için eşit değilse, o zaman yukarıdaki taksim yine söz konusu olacak ve (el-istikmâl bi l-gayr) durumu ortaya çıkacaktır. 7. Varlık âlemi dediğimiz şey iki varlıktan oluşur. Biri Allah ın zatıdır, diğeri de onun mülküdür. Kendi mülkünde tasarrufta bulunan bir zata ise Şunu niçin yaptın? gibi bir soru sorulmaz. 8. Bir başkasına, Bunu niçin yaptın? diye sormak, ancak onu o fiilden alıkoyma kudretine sahip olan biri tarafından sorulduğunda anlamlı ve güzel olur. Oysa Allah a karşı böyle bir durum söz konusu olamaz Tâlil, lafzî olabileceği gibi mânevî de olabilir. İnsanlar eşyanın hakikatini bilemezler, metinlerden anlaşılan tek şey, onların lafzî mânalarıdır. Bu yüzden, Kur an âyetlerinde geçen tâlil ifadeleri, sadece lafzî olarak tâlildir. 64 Fahreddin er-râzî nin sıraladığı bu delillerin her birine çeşitli cevaplar verilmiştir. Ancak onun bütün bu tartışmaları bu âyetin tefsirinde yapması, âyetin tefsiri ile doğrudan ilgili görünmemektedir. Çünkü âyetin bu konularla ilişkilendirilmesi oldukça zorlamadır. Kaldı ki ilâhî fiillerin tâlil edilebileceğini savunan âlimler, Allah ın sorguya çekilebileceğini iddia etmiş değillerdir. 65 Ancak Fahreddin er-râzî ve diğer Eş arî âlimler âyetteki sual (sorma) ifadesini, fiilin sebebini, hikmetini öğrenmek üzere sormak şeklin- 62 Fahreddin er-râzî, Muhassal, s Fahreddin er-râzî, Mefâtîhu l-gayb, XXII, Fahreddin er-râzî, Mefâtîhu l-gayb, XXVIII, Bk. Şelebî, Ta lîlü l-ahkâm, s

65 Coşkun: İlâhî Fiillerin Nedenliliği Bağlamında Tefsir-Kelâm İlişkisi de anlamışlardır. Oysa birçok tefsirde bu ifadenin, beyan, istikşaf, öğrenme gibi amaçlarla soru sormak değil, ihticac (karşı çıkma, itiraz) ve muhasebe anlamında sormak anlamına geldiği ifade edilmiştir. 66 Fahreddin er-râzî nin Eş arî mezhebi penceresinden bakarak yorumladığı bu âyet çerçevesinde, Mu tezile âlimlerinin değerlendirmeleri de, muhteva ve hedef itibariyle tam aksi istikamette olsa da, yorum mantığı açısından aynı minvalde seyretmektedir. Onlar da âyetin nüzûl ortamındaki vurgusunu esas almak yerine, lâ yüs elü ammâ yef al ifadesini kendi mezhepleri uyarınca yorumlamışlardır. Fahreddin er-râzî onların görüşlerini altı maddede özetlemiştir. Bazıları mükerrer olan bu hususları şöyle aktarmak mümkündür: Eğer hüsün ve kubuh (güzellik ve çirkinlik) Allah tarafından yaratılan şeyler ise o zaman bu âyette ifade edildiği gibi Allah yaptıklarından sorulmaz denilmemesi gerekirdi. Zira o zaman Allah ın methi gerektiren şeylerde methedilmesi, zemmi gerektiren şeylerde zemmedilmesi gerekirdi. 67 Her fiilin yaratıcısı Allah ise, o zaman Allah ın insanları hesaba çekmemesi, yaptıklarından dolayı onları sorumlu tutmaması gerekirdi. Allah Kur an da birçok yerde kullarının kendisine karşı hüccetlerinin ve iddialarının olabileceğinden söz etmiştir. 68 Kıyamet gününde Allah bir kula, Niçin bana isyan ettin? diye sorduğunda, kul cevap olarak, Allahım! Sen beni kâfir olarak yarattın, benden kudretimi aşan bir şey yapmamı (iman etmemi) istedin, ama benimle iman arasına engel koydun diyecek olsa, Cebriyye mezhebinin görüşüne göre doğru söylemiş olacaktır. Allah da, O gün doğru sözlülere sadakatleri fayda edecektir buyurmaktadır. 69 Dolayısıyla bu kişinin sözü (eğer Cebriyye nin görüşü doğruysa) kendisine fayda etmelidir. Buna karşılık, Allah o kişiye bunları söyleme izni/fırsatı vermez denilecek olsa, buna cevaben şöyle denilir; Allah, o kişiye fırsat verecek olsa, onun bu savunmayı yapacak olduğunu bilmektedir. Bu da (Cebriyye açısından) söylenecek bir sözün kalmadığı noktadır. 70 Görüldüğü gibi Mu tezile nin yorumunda da ilgili âyetler nüzûl ortamından koparılmış ve lafzî olarak okunmuştur. Ancak bunlara cevap sadedinde Fah- 66 Bk. Zeccâc, Meani l-kur ân, III, ; Semerkandî, Bahrü l-ulûm, II, ; İbn Âşûr, et- Tahrîr, XVII, Bk. Kādî Abdülcebbâr, Tenzîhü l-kur an, s. ; Fahreddin er-râzî, Mefâtîhu l-gayb, XXII, Meselâ bk. en-nisâ 4/; Tâhâ 20/ el-mâide 5/ Bk. Fahreddin er-râzî, Mefâtîhu l-gayb, XXII,

66 İslâm Araştırmaları Dergisi, 35 (): reddin er-râzî nin, söz konusu âyetleri nüzûl bağlamına irca etmek şeklinde bir itirazı olmamış, aksine, Allah ın fiilleri konusunda neden, niçin? gibi soruların (talebü l-limmiyye) söz konusu olamayacağını söylemekle yetinmiştir. Âlûsî bu âyeti tefsir ederken önce, âyetin ne gibi bir soru ya da itiraza cevap teşkil ettiğini tartışmıştır ki kanaatimizce bu yaklaşım son derece önemlidir. Çünkü bir sözün mânasının bütün gönderim ve hedefleriyle birlikte anlaşılabilmesi için, hangi ortamda ve nasıl bir soruya (ya da duruma) cevap olarak söylenmiş olduğunu bilmek gerekmektedir. Âlûsî de burada bu soruyu sormuş ve muhtemel iki cevap üzerinde durmuştur. Bunlardan birincisi, kâfirlerin (müşrikler) Allah hakkında uygunsuz vasıflar öne sürmeleri ve bu durum karşısında müminlerin, Madem Allah sonsuz kudret sahibi yegâne yaratıcıdır, o halde niçin şu kâfirleri yaratmıştır, niçin bunların bu uygunsuz sözlerine engel olmamaktadır? gibi sorular sormuş olmasıdır. Buna cevap olarak da, lâ yüs elü ammâ yef al denilmiş olmaktadır. 71 Âlûsî nin dile getirdiği bu ihtimal pek mümkün görünmemektedir. Çünkü âyetin siyakı müşriklere cevap mahiyetindedir. Onlara cevap verilirken, arada kısacık bir cümlede muhatabın değişmiş olması, zorlama bir yorum gibi görünmektedir. Üstelik eğer müminler böyle bir soru sormuş iseler, bu sorunun Allah a karşı isyankâr bir tavır içinde değil, meselenin sırrını ve hikmetini anlamaya yönelik bir soru olması icap eder. Böyle bir soru karşısında ise, Kimse Allah ı sorguya çekemez anlamına gelen lâ yüs elü ammâ yef al cevabının verilmesi, diyalogun doğası açısından pek mümkün görünmemektedir. Ancak bu ifade, yukarıda referanslarını verdiğimiz üzere ilk dönem tefsirlerinde Kimse Allah ı sorguya çekemez anlamında anlaşıldığı ve âhiretteki hesap meselesiyle ilişkilendirildiği halde, ilerleyen dönemlerde ilâhî fiillerin illetsizliği meselesiyle ilişkilendirilmiş ve buna bağlı olarak, Allah ın yaptığı fiillerin sebepsiz olduğu, onların sebep ve hikmetlerini aramanın nâfile olduğu düşünülmüştür. Âlûsî de bir anlamda meseleyi bu noktaya getirmiş görünmektedir. Âlûsî ikinci ihtimal olarak, bu ifadenin herhangi bir soruya, itiraza ya da duruma cevap teşkil etmediği şeklindeki görüşü zikretmekte ve bu durumda cümlenin kâfirler için bir vaîd/tehdit anlamı taşıdığını ifade etmektedir. Ardından ilâhî fiillerin illeti meselesine girmekte, ve hüm yüs elûn ifadesindeki hüm (onlar) zamirinin kullar anlamına geldiğini, dolayısıyla âyetin, kulların ilâhî fiillerin illetini soramayacaklarını ifade ettiğini savunmaktadır. Yine Âlûsî, bu ifadenin âhirette kulların amellerinden hesaba çekileceği anlamına geldiğini söyleyen Zeccâc ın (ö. /) görüşünü ak- 71 Bk. Âlûsî, Rûhu l-meânî, XVII,

67 Coşkun: İlâhî Fiillerin Nedenliliği Bağlamında Tefsir-Kelâm İlişkisi tarmakta, fakat diğer görüşün daha evlâ olduğunu ifade etmektedir. Her ne kadar Zeccâc ın görüşü esas alındığında âyette kâfirlere tehdit vurgusunun daha açık ve güçlü olduğunu kabul etse de, Âlûsî nin genel anlamda bu âyeti umumuna hamlettiğini ve ilâhî fiillerin tâlil edilmesi meselesiyle ilişkilendirdiğini söylemek mümkündür. Nitekim kendisi, önce illeti kabul edenlerin görüşlerini İbn Kayyim el-cevziyye den alıntılarla kısaca özetledikten sonra karşıt görüşte olanların delillerinin özünü de sunmuştur. 72 Buna göre Eş arîler, iki zıt ihtimal söz konusu olduğunda Allah ın bu iki ihtimalden birini tercih etmesini sadece iradenin taalluk etmesine bağlarken, illeti kabul edenler bu tercihe sebep olacak bir illetin bulunması gerektiğini söylerler. Bu sebebe terminolojide muhassıs denilmiştir. Mu tezile ye göre muhassıs, tercihin sonucunun faydalı olacağına dair ilâhî ilimdir. Ancak bu argümana karşı Eş arîler in şöyle bir itirazı olacaktır: Allah ın ilmi bütün varlığa taalluk etmektedir, eğer O nun herhangi bir şeyin yaratılmasının faydalı olacağına dair bilgisi muhassıs (tercih sebebi) olsaydı, o zaman O nun fiili ihtiyarî değil, zorunlu olurdu ki bu durum, Allah ın özgür irade sahibi olmadığını savunan filozofların görüşlerine kapı aralayacaktır. Bu itiraz Mâtürîdî mezhebinin görüşlerine karşı da geçerlidir. Çünkü ilâhî zat zorunlu olarak ilim sahibi olmayı gerektirir, ilim (faydalı ve maslahat içeren şeylere dair ilim) faydalı ve maslahat içeren şeylerin yaratılması yönünde bir iradenin taalluk etmesini gerektirir, irade ise böyle bir fiilin vukuunu gerektirir. Böylece ilâhî zat fâil-i muhtar (özgür iradeyle fiil işleyen) değil, mecbur olmuş olur. Mâtürîdîler in buna verdiği cevap şöyledir: Fayda ve maslahata dair ilâhî bilginin faydalı ve maslahat içeren şeyleri irade etmeyi icap ettirmesi söz konusu değildir; aksine bu ilâhî bilgi bir tercih sebebidir, ama Allah ın zatı açısından, vücûb derecesine varmayacak ölçüde bir tercih sebebidir ترجيحا غير بالغ إلى حد الوجوب).(مرجح Dolayısıyla ilâhî fiillerin, onlara sebep olabilecek birtakım amaçlarla/hikmetlerle illetlendirilmesinin Allah a zorunluluk atfetmek gibi bir anlama gelmesi söz konusu değildir. 73 Buna karşılık şöyle bir itiraz mümkündür: Tercih sebebi olan bir etken, fâili tercihe (fiil) zorlayacak ölçüde değilse, bu durumda tercihe şayan olan seçeneğin bir defasında gerçekleşip (aynı tercih sebebinin mevcut olduğu) diğer bir defada gerçekleşmemesi 72 Âlûsî, Rûhu l-meânî, XVII, Âlûsî, Rûhu l-meânî, XVII,

68 İslâm Araştırmaları Dergisi, 35 (): mümkündür. Hangisinde söz konusu seçeneğin gerçekleşeceğinin hususen tercih edilmesi, ilk tercih sebebi dışında bir etkenin ilâvesiyle oluyorsa, o zaman ilk tercih sebebi artık tercih sebebi sayılmaz. 74 Âlûsî bu itirazın şu iki gerekçeden dolayı geçersiz olduğunu ifade etmektedir. Birincisi; bu itiraz, illet ile mâlûl arasında tam bir mutabakatın bulunduğu durumlarda (yani bir fiilin tamamen bir illete bağlı olması durumunda) geçerli olabilir, yoksa fiilini icra ederken ihtiyar sahibi olan bir fâil mevzubahis iken, bu itiraz geçerli olamaz İkincisi; belli bir zamanda tercihe sebep olan etken, bir başka zaman öyle olmayabilir, hatta maslahata aykırı olabilir 75 Câbirî nin ifadesiyle bu mesele, beyanî Arap aklının, Kant ın antinomilerine (saf aklın çelişkilerine) benzer şekilde karşılaştığı ilk büyük antinomidir. İlâhî fiillerin illetli olduğu kabul edildiği takdirde konu Allah ın bir başka şeye muhtaç oluşu meselesiyle ilgisi açısından ilâhî kudrete taalluk etmekte ve illetin kabulü kudretin nefyine sebep olmakta, illetin reddedilmesi durumunda ise ilâhî fiillerin hikmetsiz oluşları meselesinden dolayı konu yine ilâhî kemal ve ilâhî kudret e taalluk etmektedir. Böylece her iki durumda da ilâhî kudretin nefyi söz konusu olmaktadır. 76 Bizi ilgilendiren nokta Âlûsî nin âyetin tefsirinde konuyu nüzûl vasatından bağımsız bir şekilde ele almış, ilgili kelâm tartışmalarını özetlemiş olmasıdır. Yakın dönem müfessirlerinden biri olan Şevkânî (ö. /) ise klasik görüşlerden ikisini vermekle yetinmiş, kelâm tartışmalarına girmemiştir. 77 Âyetteki konunun kelâm tartışmalarına çekilmesinin sakıncasına işaret eden Derveze (ö. /) âyetin katı bir kadercilik anlayışının gerekçesi olarak sunulmasının yanlış olduğunu özellikle ifade etmekte, âyetin siyakının ve ruhunun bu tür anlamlara muhtemil olmadığını, aksine burada Allah tan başka varlıkları ilâh edinen müşriklere cevap maksadının söz konusu olduğunu belirtmektedir. Yine onun önemle vurguladığı bir başka husus, müşriklerin Allah a soru sorabileceklerini ya da putların (meleklerin) böyle bir yetkiye sahip olduklarını asla düşünmedikleri, aksine putları Allah katında kendilerine aracı olarak telakki ediyor olduklarıdır. Kısacası Derveze ye göre âyetteki vurgunun ve mesajın bu çerçevenin dışına çıkarılmaması gerekmektedir Âlûsî, Rûhu l-meânî, XVII, Âlûsî, Rûhu l-meânî, XVII, Bk. Câbirî, Bünyetü l-akli l-arabî, s Şevkânî, Fethu l-kadîr, III, Derveze, et-tefsîrü l-hadîs, V,

69

Osmanli Türkçesi̇ Ki̇tabi PDF

0 evaluări0% au considerat acest document util (0 voturi)
vizualizări pagini

Titlu original

OSMANLI TÜRKÇESİ funduszeue.info

Drepturi de autor

Formate disponibile

PDF, TXT sau citiți online pe Scribd

Partajați acest document

Partajați sau inserați document

Vi se pare util acest document?

0 evaluări0% au considerat acest document util (0 voturi)
vizualizări pagini

Titlu original:

OSMANLI TÜRKÇESİ funduszeue.info

ANADOLU ÜN‹VERS‹TES‹ YAYINI NO:


AÇIKÖ⁄RET‹M FAKÜLTES‹ YAYINI NO:

OSMANLI TÜRKÇES‹NE G‹R‹fi

Yazar
funduszeue.info Mertol TULUM

Editör
funduszeue.info Abdülkadir GÜRER

ANADOLU ÜN‹VERS‹TES‹
Bu kitab›n bas›m, yay›m ve sat›fl haklar› Anadolu Üniversitesine aittir.
“Uzaktan Ö¤retim” tekni¤ine uygun olarak haz›rlanan bu kitab›n bütün haklar› sakl›d›r.
‹lgili kurulufltan izin almadan kitab›n tümü ya da bölümleri mekanik, elektronik, fotokopi, manyetik kay›t
veya baflka flekillerde ço¤alt›lamaz, bas›lamaz ve da¤›t›lamaz.

Copyright © by Anadolu University


All rights reserved
No part of this book may be reproduced or stored in a retrieval system, or transmitted
in any form or by any means mechanical, electronic, photocopy, magnetic, tape or otherwise, without
permission in writing from the University.

UZAKTAN Ö⁄RET‹M TASARIM B‹R‹M‹


Genel Koordinatör
funduszeue.info Levend K›l›ç

Genel Koordinatör Yard›mc›s›


Doç.Dr. Müjgan Bozkaya

Ö¤retim Tasar›mc›s›
funduszeue.infoç.Dr. Evrim Genç Kumtepe

Grafik Tasar›m Yönetmenleri


Prof. Tevfik Fikret Uçar
Ö¤r.Gör. Cemalettin Y›ld›z
Ö¤r.Gör. Nilgün Salur

Ölçme De¤erlendirme Sorumlusu


Ö¤r.Gör. F. fiennur Arslan

Kitap Koordinasyon Birimi


funduszeue.infoç.Dr. Feyyaz Bodur
Uzm. Nermin Özgür

Kapak Düzeni
Prof. Tevfik Fikret Uçar

Dizgi
Aç›kö¤retim Fakültesi Dizgi Ekibi

Osmanl› Türkçesine Girifl

ISBN

4. Bask›

Bu kitap ANADOLU ÜN‹VERS‹TES‹ Web-Ofset Tesislerinde adet bas›lm›flt›r.


ESK‹fiEH‹R, Aral›k
‹çindekiler
Sunufl xi

1. ÜN‹TE Osmanl› Türkçesi Alfabesi 2


OSMANLI TÜRKÇES‹ 3
Halk Dili 4
Edebiyat Dili 6
YAZI VE YAZIM 7
OSMANLI TÜRKÇES‹ ALFABES‹ 8
Bitiflen ve Bitiflmeyen Harfler 9
Harflerde fiekilce Benzerlikler 10
Harflerin Bitiflme Biçimleri 10
El Yaz›s›nda Bitiflmeyle ‹lgili Özel Durumlar 12
Osmanl› Alfabesi ‹flaretlerinin Latin Alfabesindeki Karfl›l›klar› 14
Yard›mc› ‹flaretler 17
Türkçenin Ünlü ve Ünsüz Seslerinin Yaz›l›fllar› 18
Ünlülerin Yaz›l›fl› 18
Ünsüzlerin Yaz›l›fl› 23
Osmanl› Alfabesi Üzerine K›sa De¤erlendirme 25
YAZI TÜRLER‹ 26
Özet 29
Kendimizi S›nayal›m 31
Okuma Parças› 34
Kendimizi S›nayal›m Yan›t Anahtar› 35
S›ra Sizde Yan›t Anahtar› 36
Yararlan›lan Kaynaklar 37

2. ÜN‹TE Alfabe ‹flaretlerinin Ses De¤erleri 38


G‹R‹fi 39
TÜRKÇEN‹N ÜNLÜ SESLER‹ 39
Niteliklerine Göre Ünlüler 40
Ünlülerde Nicelik 40
ARAPÇA VE FARSÇADAN ALINMA KEL‹MELERDE ÜNLÜLER 41
Arapçan›n Ünlüleri ve Yaz›l›fllar› 41
1. a Ünlüsü ve Yaz›l›fl› 42
2. i Ünlüsü ve Yaz›l›fl› 47
3. u Ünlüsü ve Yaz›l›fl› 49
Farsçan›n Ünlüleri ve Yaz›l›fllar› 51
1. a Ünlüsü ve Yaz›l›fl› 52
2. i Ünlüsü ve Yaz›l›fl› 54
3. u Ünlüsü ve Yaz›l›fl› 56
Osmanl› Türkçesinin Ünlüleri Üzerine De¤erlendirme 57
TÜRKÇEN‹N ÜNSÜZ SESLER‹ 61
Niteliklerine Göre Ünsüzler 61
ARAPÇA VE FARSÇADAN ALINMA KEL‹MELERDE ÜNSÜZLER 62
Arapçaya Özgü Ünsüzler ve Ses De¤erleri 63
Farsçaya Özgü Ünsüzler ve Ses De¤erleri 67
iii
Osmanl› Türkçesinin Ünsüzleri Üzerine De¤erlendirme 69
Özet 73
Kendimizi S›nayal›m 75
Kendimizi S›nayal›m Yan›t Anahtar› 78
S›ra Sizde Yan›t Anahtar› 78
Yararlan›lan Kaynaklar 79

3. ÜN‹TE Yaz›m 80


G‹R‹fi 81
OSMANLI TÜRKÇES‹ YAZIMININ BAfiLICA ÖZELL‹KLER‹ 82
ARAPÇA VE FARSÇA KEL‹MELER‹N YAZIMINDA YAPILAN
DE⁄‹fi‹KL‹KLER 82
TÜRKÇE KEL‹ME KÖKLER‹ VE EKLER‹NDE ÜNLÜLER VE ÜNSÜZLER‹N
YAZILIfiI 87
Ünlüler 88
I. Tek Ünsüz Sesten ‹baret Ekler 90
II. Tek Ünlü Sesten ‹baret Ekler 93
III. Bafl› Ünsüz, Aç›k Tek Hece Yap›s›ndaki Ekler 94
IV. Bafl› ve Sonu Ünlü, ‹ki ve Üç Heceli Ekler 98
V. Bafl› Ünsüz, Sonu Ünlü ‹ki Heceli Ekler 99
VI. Bafl› Ünlü, Sonu Ünsüz Tek Heceli Ekler
VII. Bafl› Ünlü, Sonu Ünsüz ‹ki Heceli Ekler
VIII. Bafl› ve Sonu Ünsüz Tek Heceli Ekler
IX. Bafl› Ünsüz, Sonu Ünsüz ‹ki ve Üç Heceli Ekler
Ünsüzler
Yaz›m›n Geliflme Sürecinde Görülen De¤iflmeler
Özet
Kendimizi S›nayal›m
Kendimizi S›nayal›m Yan›t Anahtar›
S›ra Sizde Yan›t Anahtar›
Yararlan›lan Kaynaklar

4. ÜN‹TE Çeviriyaz›


G‹R‹fi
ÇEV‹R‹YAZI NED‹R?
Dil, Sesler ve Yaz›
Dilde De¤iflim Karfl›s›nda Yaz›
Alfabe ile Ses Sisteminin ‹liflkisi
Ses Sistemini Belirlemenin Kaynaklar›
ÇEV‹R‹YAZI ALFABES‹
Çeviriyaz›l› Metinler
KULLANACA⁄IMIZ ÇEV‹R‹YAZI S‹STEM‹ VE ALFABES‹
Çeviriyaz› Sistemimiz
Çeviriyaz› Alfabemiz
ÇEfi‹TL‹ ÇEV‹R‹YAZI ALFABELER‹
Bu Alfabenin Uyguland›¤› Bir Metin Örne¤i
ÇEV‹R‹YAZIDA YAZIM KURALLARI VE NOKTALAMA
Özet

iv
Kendimizi S›nayal›m
Okuma Parças›
Kendimizi S›nayal›m Yan›t Anahtar›
S›ra Sizde Yan›t Anahtar›
Yararlan›lan Kaynaklar

5. ÜN‹TE Kelime


G‹R‹fi
TÜRKÇEN‹N HECELER‹
Aç›k ve Kapal› Heceler
Hecede Kurucu Ses
ALINTI KEL‹MELER‹N HECELER‹
Düzensiz Hecelerin Türkçelefltirilmesi
TÜRKÇEDE HECELER‹N SIRALANIfi KURALI
TÜRKÇEN‹N KEL‹MELER‹
1. Yap› Bak›m›ndan Öz Türkçe Kelime
Kök
Yap›m Eki
Çekim Eki
2. Türkçe Kelimelerde Ünlülenme Düzeni
3. Türkçe Kelimelerde Ünsüz Sistemi
Osmanl› Türkçesinde Uyumlar Üzerine De¤erlendirme
ALINTI KEL‹MELER
Arapça Kelimeler
Osmanl› Türkçesinde Arapça Kelimeler
Arapça Kelimelerin Seslendirilmesi
Arapça Kelimelerde Hece Sonu Ünsüzleri
Arapça Kelimelerde Ünsüz Benzeflmesi
Düzensiz Hecelerde Ünlü Türemesi
Arapça Kelimelerde Hece Yap›s› ve Say›s›
Arapça Kelimelerin Eklerle ve Birlefltirme Yoluyla Uzat›lmas›
Arapça Kelimelerin Kal›plar›
Farsça Kelimeler
Osmanl› Türkçesinde Farsça Kelimeler
Farsça Kelimelerin Seslendirilmesi
Farsça Kelimelerde Hece Yap›s› ve Say›s›
Farsça Kelimelerin Eklerle ve Birlefltirme Yoluyla Uzat›lmas›
Özet
Kendimizi S›nayal›m
Okuma Parças›
Kendimizi S›nayal›m Yan›t Anahtar›
S›ra Sizde Yan›t Anahtar›
Yararlan›lan Kaynaklar

6. ÜN‹TE Kelime S›n›flar› I: Adlar


G‹R‹fi
ADLAR
ADLARIN ÇEfi‹TLER‹

v
ADLARDA C‹NS‹YET (KEYF‹YET)
Erillik ve Diflillik
Arapça Eril ve Diflil Adlar
ADLARDA SAYI (KEM‹YET)
Teklik-Çokluk
Arapça Kelimelerde Say› (Kemiyet)
Farsça Kelimelerde Say›
ADLARDA ÇEK‹M
TÜRKÇE TÜREM‹fi ADLAR
‹simlerden ve Fiillerden Türemifl Adlar
ARAPÇA ADLAR
Yap›lar›na Göre Arapça Adlar
ARAPÇA TÜREM‹fi ADLAR
FARSÇA ADLAR
Yap›lar›na Göre Farsça Adlar
FARSÇA TÜREM‹fi ADLAR
Özet
Kendimizi S›nayal›m
Kendimizi S›nayal›m Yan›t Anahtar›
S›ra Sizde Yan›t Anahtar›
Yararlan›lan Kaynaklar

7. ÜN‹TE Kelime S›n›flar› II: S›fatlar


G‹R‹fi
SIFATLAR
SIFATLARIN ÇEfi‹TLER‹
I. Niteleme S›fatlar›
1. Karfl›laflt›rma S›fatlar›
2. Berkitme S›fatlar›
3. Küçültme S›fatlar›
II. Belirtme S›fatlar›
1. Gösterme S›fatlar›
2. Soru S›fatlar›
3. Belirsiz S›fatlar
4. Say› S›fatlar›
Yap›lar›na Göre S›fatlar
OSMANLI TÜRKÇES‹NDE TÜREM‹fi SIFATLAR
‹simden S›fat Yapanlar:
Fiilden S›fat Yapanlar
Özet
Kendimizi S›nayal›m
Kendimizi S›nayal›m Yan›t Anahtar›
S›ra Sizde Yan›t Anahtar›
Yararlan›lan Kaynaklar

8. ÜN‹TE Kelime S›n›flar› III: Zamirler ve Zarflar


G‹R‹fi
ZAM‹RLER

vi
ZAM‹RLER‹N ÇEfi‹TLER‹
Kifli Zamirleri
Kifli Zamirlerinin Çekimi
Dönüfllülük Zamirleri
Gösterme Zamirleri
Gösterme Zamirlerinin Çekimi
SORU ZAM‹RLER‹
Belirsiz Zamirler
‹linti Zamirleri
ZARFLAR
ZARFLARIN ÇEfi‹TLER‹
Nitelik (Hâl, Tarz, Tav›r) Bildiren Zarflar
Nicelik (Azl›k Çokluk, Miktar) Bildiren Zarflar
Yer, Yön Zarflar›
Zaman Zarflar›
Soru Zarflar›
Olumlu Karfl›l›k, Benimseme, Be¤enme ve Onaylama Bildiren Zarflar
Olumsuz Karfl›l›k, Benimsememe, Be¤enmeme, Onaylamama
Bildiren Zarflar
Gösterme Zarflar›
Say›, Ölçü, S›kl›k, Seyreklik, Yineleme Bildiren Zarflar
S›ra Bildiren Zarflar
Yo¤unluk Derecesi, Çokluk ve Üstünlük Bildiren Zarflar
Derecelenme Bildiren Zarflar
‹yi Dilek, Umma, Beklenti Bildiren Zarflar
Yüreklendirme, K›flk›rtma Zarflar›
Sak›nd›rma, Uyarma Zarflar›
Korkutma, Göz Da¤› Verme Zarflar›
Be¤enme, Alk›fllama Zarflar›
Selâmlama, U¤urlama Zarflar›
Dilek, ‹stek, Yalvarma Zarflar›
Lânetleme, Beddua Zarflar›
fiüphe, Tereddüt, ‹htimal Bildiren Zarflar
Benzerlik Bildiren Zarflar
Birliktelik Bildiren Zarflar
Ayr›l›k Bildiren Zarflar
Kabullenme, Sayma Bildiren Zarflar
And Verme Zarflar›
‹stem D›fl›l›k, Kendili¤inden Olufl Bildiren Zarflar
Özet
Kendimizi S›nayal›m
Kendimizi S›nayal›m Yan›t Anahtar›
S›ra Sizde Yan›t Anahtar›
Yararlan›lan Kaynaklar

9. ÜN‹TE Fiiller


G‹R‹fi
F‹‹LLER

vii
Fiillerde Anlam
Kullan›fllar›na Göre Fiiller
Fiillerde Çat›
Çat› Eklerinin Yaz›l›fl›
ÇEK‹MS‹Z F‹‹LLER
Adfiiller
S›fatfiiller
Zarffiller
ÇEK‹ML‹ F‹‹LLER
Eklerin S›ras›
Fiillerde Zaman
Fiillerde Kifli
‹sim Fiili ve Çekimi
Örnek Çekimler
1. Genifl Zaman
2. Sürekli fiimdiki Zaman
3. Geçmifl Zaman
4. Dolayl› Geçmifl Zaman
Gelecek Zaman
Gelecek Zaman
Kesin Gereklik
Salt Gereklik
Niyetli Gereklik
‹stek
‹stek
8. Dilek-fiart
9. Emir
Özet
Kendimizi S›nayal›m
Kendimizi S›nayal›m Yan›t Anahtar›
S›ra Sizde Yan›t Anahtar›
Yararlan›lan Kaynaklar

ÜN‹TE Kelime S›n›flar› V: Tak›lar, Ba¤lamlar ve Ünlemler


G‹R‹fi
TAKILAR
Adlar› Yal›n Durumda, Birtak›m Zamirleri ‹se ‹lgi Durumunda
‹steyen Tak›lar
Yönelme Durumunda Ad ‹steyenler
Ayr›lma Durumunda Ad ‹steyenler
Belirsiz Ad Tak›mlar›n›n Bafll›ca Yer Yön, Bilelik, Birliktelik, Görelik
Durumu Ekleri Almas›yla Biçimlenen Tak›lar
Arapça ve Farsça Ön Tak›lar
Arapça Ön Tak›lar
Farsça Ön Tak›lar
BA⁄LAMLAR
Türkçe As›ll› Ba¤lamlar
Yabanc› As›ll› Ba¤lamlar

viii
ÜNLEMLER
Özet
Kendimizi S›nayal›m
Kendimizi S›nayal›m Yan›t Anahtar›
S›ra Sizde Yan›t Anahtar›
Yararlan›lan Kaynaklar

ÜN‹TE Adtak›mlar› ve S›fattak›mlar›


G‹R‹fi
ADTAKIMLARI
Türkçe Adtak›m›
Belirli Adtak›m›
Belirsiz Adtak›m›
Adtak›m›n›n Üyeleri Aras›nda S›ra De¤iflikli¤i
Adtak›m›n›n ‹ki Üyesinin Birbirinden Uzak Düflmesi
Adtak›mlar›n›n Çekimi
Adtak›m›n›n Zincirlenmesi
Arapça Adtak›m›
Yaz›l›fl› ve Okunuflu
Farsça Adtak›m›
Yaz›l›fl› ve Okunuflu
FARSÇA ADTAKIMININ TÜRLER‹
Farsça Adtak›m›nda S›ra De¤iflikli¤i
Üyelerin Uzak Düflmesi
Farsça Adtak›mlar›n›n Çekimi
Adtak›m›n›n Zincirlenmesi
SIFATTAKIMI
Türkçe S›fattak›m›
S›fattak›mlar›n›n Çekimi
S›fattak›m›nda Zincirlenme
Arapça S›fattak›m›
Yaz›l›fl› ve Okunuflu
Uyuflma
Farsça S›fattak›m›
Nitelikçe Uyuflma
Özet
Kendimizi S›nayal›m
Kendimizi S›nayal›m Yan›t Anahtar›
S›ra Sizde Yan›t Anahtar›
Yararlan›lan Kaynaklar

Metinler
Metinler
Yavrumun Elifbâs› (‹lk Okuma Kitab›)
Elifbâ Harfleri (Matbu)
Elifba Harfleri (Elyaz›s›)
Küçük Gemi
Tahtadaki Çivinin Yerleri

ix
Bir Damla Suyun Hikâyesi
Son Bahar
F›nd›k Kurdu
“Kapat Gözünü Nine” nin Hikâyesi
Rüzgâr
Son Bahar
Arabî ve Farsî Kelimelere Ahengin Tesiri
Kelebek
Anadolu Kad›n›
Kay›kç›
Mektup
Sad›k Köpek
Yeni Devir Simâlar›
Ezik Palamut
Mensur fiiirler
Doktorun Kat›r›
Çal›flkan
Tiryaki Sözleri
‹hsân-› Atâ

x
Sunufl
Osmanl› Türkçesi, “Bat› Türkçesi” ve “Bat› O¤uzcas›” da denilen Türkiye Türk-
çesi'nin ikinci dönemine verilen add›r. Bu dönem XVI.-XIX. yüz y›llar›, demek ki
dört yüz y›ll›k bir zaman dilimini kapsar. Günlük dilden oldukça uzaklaflarak iki
yönde geliflmifl olan bu dönem yaz› dilinin en belirgin çizgileri, kelime da¤arc›¤›-
n›n Arapça ve Farsçadan al›nm›fl say›s›z denilecek ölçüde kelimeyle yüklü olmas›,
Türkçenin söz dizimi kural›na ayk›r› yap›daki Farsça adtak›m› ve s›fattak›mlar›n›n
ifllek olarak kullan›lmas› ve Türkçe kurall› örneklere uymayan cümlelere oldukça
genifl yer verilmesidir.
Dilimizin bu tarihî döneminde çeflitli alanlarda pek çok bilim kitab› yaz›lm›fl, fli-
ir ve düz yaz› türlerinde say›s›z edebiyat eseri var edilmifl, devletin bütün ifl ve ifl-
lemleri belgelendirilerek büyük bir arfliv meydana getirilmifltir. Dil, tarih, edebiyat,
sanat, kültür, hukuk ve iktisat tarihi alanlar›ndaki araflt›rmalar bu yaz›l› ürünlerin
incelenmesine dayan›r. Bu yüzden üniversitelerimizin Türk dili ve edebiyat› ile ta-
rih baflta olmak üzere çeflitli bölümlerinde bu dönem yaz› dili Osmanl›ca ya da Os-
manl› Türkçesi ad› alt›nda ö¤retilmekte, bu yüzy›llara ait metinlerin okunup anla-
fl›labilmesi amac›yla ö¤rencilere gerekli donan›m kazand›r›lmaktad›r.
Türkçenin grameri üzerinde yerli çal›flmalar Tanzimat'tan sonra bafllam›fl, okul
programlar›na Türkçe ö¤retiminin konmas›ndan sonra Latin harflerinin kabulüne
() kadar çok say›da okul kitab› yaz›lm›flt›r. Bunlar›n ortak yan›, konular›n se-
çiminde, ifllenmesinde ve yap›lan s›n›flamalarda daha çok Arap gramercili¤inin,
baflka deyiflle Arapçan›n gramerinin örnek al›nm›fl olmas›d›r. Daha sonra Frans›z-
ca için yaz›lm›fl gramerlerin de bir ölçüde örneklik etti¤i bütün bu denemelerin
baflka bir ortak yan›, kendi ça¤lar›n›n yaz› dilinin tasvirine dayanan çal›flmalar ol-
malar›, tarihî derinliklerinin bulunmamas›d›r. Harf devriminden sonra da pek çok
gramer yaz›lm›flt›r. Bunlar›n da hemen hemen hepsi dilimizin son dönemini, bafl-
ka bir deyiflle yaflayan dili temel alan çal›flmalard›r. Türkiye Türkçesinin özellikle
XVII. ve XVIII. yüz y›llarda önemli de¤iflmelere u¤ram›fl ve geliflmeler göstermifl
oldu¤u önceki dönemi ise; ses, biçim ve dizim bak›mlar›ndan tafl›d›¤› özgelik ve
ayr›ks›l›klar›n› ortaya koyan ba¤›ms›z bir araflt›rma ve çal›flman›n konusu olmam›fl-
t›r. Son 60 y›l içinde üniversitelerdeki Osmanl›ca dersleri için yaz›lan kitaplar da,
dilimizin bu dönemini bir tarihî dönem olarak ele almak düflüncesine uzak kalm›fl,
daha çok eski alfabenin ve yaz›n›n tan›t›lmas›na, Arapça ve Farsçadan al›nm›fl ke-
limeler ile kimi gramer biçimlerinin aç›klanmas›na a¤›rl›k veren bir anlay›flla haz›r-
lanm›flt›r. En son bas›lan ve bugün Osmanl›ca ö¤retiminde kullan›lmakta olan ki-
taplarda da bafll›ca konular alfabe, yaz›m (=imlâ), Arapça ve Farsçan›n kelimeleri-
nin ve kimi kelime öbeklerinin yap›lar› ile ilgili gramer kurallar›d›r. Öte yandan bu
kitaplarda kullan›lan gramer terimlerinin ço¤u ya Tanzimat sonras›nda yaz›lan gra-
merlerden oldu¤u gibi aktar›lm›fl ya da, ö¤rencinin ö¤renmesi gerekli say›larak,
kullan›lan yeni terimlerin yan›nda bunlar parantezler içinde verilmifltir. Aç›kças› bu
kitaplar›n hiç birinde dilimizi öz çehresiyle görmek; onu kendi sesleri, ses düzen-
leri ve portresini oluflturan çizgileriyle tan›mak mümkün de¤ildir.
Osmanl› Türkçesi dersleri için haz›rlanan kitap, bu tarihî dil dönemini farkl› bir
bak›fl aç›s›yla ele almaktad›r. Dayand›¤›m›z esas, dilimizin bu dönemini tasvir eder-
ken öz yap›s›n› biçimlendiren ayr›ks› yanlar› yans›tmak, önemli bir de¤iflme süre-
cinde izlenebilen geliflmeleri ve baflkal›klar›, XVI.-XIX. yüz y›llardaki ortak konufl-
ma dili ile kitap dili (=okuma dili) aras›ndaki ayr›l›klar› göstermek, bunun sebep-

xi
lerini aç›klamak, böylece onu gerçek çehresiyle sunmakt›r. Böylesi bir tasvir Arap
harfli metinlere dayan›larak yap›lamazd›; bu yüzden yararland›¤›m›z kaynaklar
XVII. yüz y›ldan bafllayarak Avrupal› dil bilimciler taraf›ndan yaz›lm›fl gramerler ol-
mufltur. Üniteler içinde an›lacak olan bu Türkçe gramer yazarlar› dilimizin bu tari-
hî dönemini hem konuflulan dil, hem de yaz› dili (=edebiyat dili) seviyelerinde ol-
dukça ayr›nt›l› olarak tan›mam›z› sa¤layan güvenilir veriler sunmaktad›r.
Bu kitap 2 cilt olarak tasarlanm›fl olan Osmanl› Türkçesi gramerinin 1. cildi
olup, ses bilgisi ve yap› bilgisi ile ilgili belirli konular› içine almaktad›r. Görülece-
¤i gibi, tutulan yol, bir gramerde yer almas› beklenen bütün konular yerine bu dö-
nemin ayr›ks› yanlar›n› göstermek için yaln›zca ele al›nmas› gerekli bulunan konu-
larla s›n›rl› kalmak, ele al›nan konular›n ayr›nt›s› bak›m›ndan da benzer bir tutum
sergilemek olmufltur. Öte yandan bu kitab›n bir bilimsel araflt›rma kitab› de¤il, bir
ders kitab› oldu¤u gözden uzak tutulmam›fl, bu yüzden her konu ya da kural ile
ilgili çok say›da örnek verilmifltir. Örnekler özenle seçilmifl, her ünitede de¤iflen
say›da olmak üzere verilen bu örneklerin aras›na bugün kullan›lmayan kelimeler
serpifltirilmifl, bunlar›n anlamlar› t›rnak içine konmak suretiyle de bir söz da¤arc›-
n›n oluflmas› amaçlanm›flt›r. kadar kelimeyi içine alan bu da¤arc›¤›n ezber-
lenmesi okunacak kolay metinler için sözlük kullanma ihtiyac›n› büyük ölçüde
karfl›layacakt›r.
Bu kitab›n son ünitesi asl›nda söz dizimine ayr›lm›fl olan ikinci kitab›n konula-
r›ndan birine ayr›lm›flt›r. Bunun sebebi, dilimizin bu döneminde ifllek olarak kul-
lan›lm›fl al›nt› bir söz dizimi birli¤ini, Farsçan›n adtak›m› ve s›fattak›m› kal›b›n› ta-
n›man›n önceli¤idir. Okunan bir metinde bu kal›pla yap›lm›fl öbekleri tan›mak
do¤ru okuman›n, dolay›s›yla okunan metni do¤ru anlaman›n önemli flartlar›ndan
biridir. Kitab›n sonuna konulmufl kolay metinlerin sonuncusunda bu yap›n›n ör-
nekleri yer almaktad›r. Bunlara do¤ru okunmas› için gerekli iflaret konmufltur.
Bu kitap oldukça k›sa bir sürede haz›rlanm›flt›r. Bu yüzden gerek yer verdi¤i
bafll›klar, gerekse üniteler içinde ele al›nan konular aras›nda gözden kaçan eksik-
ler bulunabilir. Bunlar yap›lacak uyar› ve elefltirilerin de¤erlendirilmesiyle sonraki
bask›larda tamamlanabilecektir. Yap›lan›n yeni bir bak›fl aç›s›na dayanan bir dene-
me oldu¤u, dört yüz y›l› içine alan bir dönemin eksiksiz bir grameri olmak iddi-
as›ndan uzak bulundu¤u unutulmamal›d›r.
Amaç, dilimizin tarihî bir dönemini ayr›ks› yanlar›yla tan›tmak, ö¤renmek iste-
yenlere ana dilimizin eski bir portresini sunmakt›r. Osmanl› dönemine ait son de-
rece önemli tarihî metin yay›mlar›nda bulunmufl ve olanca ömrünü tarihî gramer-
cili¤e vakfetmifl de¤erli hocam›z Mertol Tulum’un kaleme ald›¤› iki ciltlik seriden
bu ilki için kendisine çok teflekkür ediyor ve ö¤rencilerin bu kitab› tat alarak oku-
yacaklar›n› umuyor, baflar›l› olmalar›n› diliyorum.

Editör
funduszeue.info Abdülkadir GÜRER

xii
OSMANLI TÜRKÇES‹NE G‹R‹fi

1
Amaçlar›m›z
Bu üniteyi tamamladıktan sonra;

• Osmanlı Türkçesinin Türkçenin hangi tarihî dönemi olduğunu


açıklayabilecek,
• Yazı ve yazım arasındaki ilişki ve farkı ayırt ederek, Osmanlı Türkçesi
yazımıyla ilgili ön bilgileri sıralayabilecek,
• Osmanlı Türkçesi alfabesini, bu alfabenin harflerinin yazıdaki
biçimlerini tanıyabilecek,
• Başlıca yazı türlerini görerek, Türkçe yalın kelimeleri yazabilecek ve
okuyabileceksiniz.

Anahtar Kavramlar
• Konuşma Dili
• Yazı Dili
• Şehirli Dili
• Halklılaştırma
• Dil Kalıbı
• Süslü Söz
• Yazım
• Ses Değeri

‹çerik Haritas›
• OSMANLI TÜRKÇESİ
• OSMANLI TÜRKÇESİ ALFABESİ
• YAZI TÜRLERİ

2
Osmanl› Türkçesi Alfabesi
OSMANLI TÜRKÇES‹
Osmanlı Türkçesi Oğuz Türklerinin Anadolu'da kurdukları yazı dilinin
ayrıldığı üç dönemden ikincisi için kullanılmaktadır. Bu üç dönemi be-
lirleyen, dilin iç ve dış yapısında meydana gelen değişme ve gelişmeler-
dir. ‘İç yapı’ deyimiyle dilin söz dizimi, ‘dış yapı’deyimiyle ise söz var-
lığı anlatılmak istenir.

Oğuz boylarının konuşma diline dayanan ve “Batı Türkçesi”, “Batı


Oğuzcası”, “Türkiye Türkçesi” gibi adlarla anılan bu yazı dilinin ilk dö-
nemine “Eski Osmanlıca”, “Eski Türkiye Türkçesi” ve “Eski Anadolu
Türkçesi” gibi adlar verilmiştir. Zaman bakımından bu dönem Anadolu
Selçukluları ve beylikler çağı ile Osmanlı Devleti'nin XV. yüzyılın ikin-
ci yarısına kadar uzanan kuruluş dönemini içine alır. Buna göre “Os-
manlı Türkçesi” tarih bakımından Osmanlı Beyliği'nin gittikçe güçlene-
rek Anadolu'da siyasi birliği sağlamasından sonra, özellikle İstanbul'un
fethiyle birlikte bu kentin yeni bir bilim, kültür ve uygarlık merkezi hâ-
Günlük dil: Sözlü anlat›m dilidir.

line gelmesiyle gelişen bir yazı dilidir. XVI-XIX. yüzyıllar boyunca


Bir dili konuflanlar›n günlük
iliflkilerinde anlaflmak ve iletiflim

günlük dilden oldukça farklı olarak iki seviyede gelişme gösterdiği gö-
kurmak amac›yla kulland›klar› dil

rülen bu yazı dilinin en belirgin niteliği kelime dağarcığının zengin, do-


seviyesidir.

layısıyla anlam ve kavram çeşitliliği bakımından anlatım gücünün geliş-


Yaz› dili: Yaz›l› anlat›m dilidir.
Özenli, geliflmifl, söz da¤arc›¤› ve

kin ve ergin olmasıdır.


anlat›m kal›plar› bak›m›ndan
zengindir. ‘Edebiyat dili’ de denir.

Bu yazı dilinin iki ayrı seviyede kullanıldığı görülür. İlk seviye, kimi
yönleriyle konuşma dilinden oldukça farklıdır; ancak geniş bir okur-ya-
zar kitlesi tarafından kolayca okunup anlaşılabilir bir nitelik taşır; daha
çok faydayı öne alan, anlatım dilini araç olarak gören bir anlayışa daya-
nır. Bu yüzyılların pek çok yazarı eserlerinin kolay anlaşılmasını, dolayı-
sıyla geniş kesimlere ulaşmasını amaçladıklarından bu seviyede bir dili
kullanmayı yeğlemişlerdir.

3
İkinci seviye sanat amaçlıdır. Daha da zengin bir kelime
kadrosu ve yabancı söz kalıpları yanında, özellikle ortak İslam
kültüründen beslenen bilgi ve kültür unsurlarına geniş yer verir.
Yüksek kültürlü bir toplum kesimine, açıkçası zamanın
seçkinlerine hitap eder. Kendine özgü bir zevk ve güzellik
anlayışını ön plana çıkaran bu dil sanat amacı güder. Dil bu
seviyede artık ‘araç’ olmaktan uzaklaşmış, ‘amaç’ hâline
gelmiştir. Amaç sanatkârca yazmak, hüner sergilemek, ustalık
göstermektir. Konuları bakımından öğretici kimi eserlerde bile,
böyle bir dilin kullanılmış olması, bu amacı açıkça ortaya koyar.
Dil bu seviyede daha çok nesir (düz yazı) türünde kullanılmıştır.
Osmanlı Türkçesinin yazı dilinde ayrı bir kolda gelişen bu yüksek
seviyedeki dil, konuşma dilinden tamamen kopmuştur. Arapça ve
Farsçadan alınma çok sayıda kelime, dil kalıbı ve kural ile karma
Alıntı: Bir dilin başka görüntülü bir ‘özel dil’ manzarası gösterir. Özellikle alıntıların
dillerden aldığı kelime ve sesçe nitelik ve niceliklerinin korunması kaygısı bu dile tam bir
gramer biçimlerine denir.
karma dil niteliği kazandırmıştır. Böyle bir dil kullanmış olan
kimi yazarların yaptığı açıklamalar, gerçekten de, bu seviyedeki
Osmanlı Türkçesinin üç dilli bir yapı olarak görüldüğünün
göstergesidir.
Her dilde konuşma diliyle yazı dili arasında belli ölçülerde
farklar bulunur; ancak sözünü ettiğimiz dilin, gününün konuşma
diliyle ilişkisi, çok sayıda yazarın eserlerinde görüldüğü gibi,
yalnızca dilin cümle yapısının büyük ölçüde korunmasından
ibaret kalmıştır. Bir benzetmeyle söyleyecek olursak; iskelet
korunmuş, ama beden dolgusu ve üzerine geçirilen süslü püslü
giysiler onun kişiliğini örtmüş, tabii kılığını değiştirmiştir.
Bu dili bütün özellikleriyle tanımaya girişmeden önce halk dili
ve edebiyat dili terimleri üzerinde biraz daha durmak, bunların
sınırlarını belirlemek açısından yararlı olacaktır.

Halk Dili

Halk dili terimiyle anlatılan, genel olarak günlük hayatta


insanların iletişim kurmakta kullandıkları dil, yani konuşma
dilidir. Buna ‘sesli dil’ de denmektedir. Bir dilin gelişme tarihi
içinde sesli dilin belirli bir zaman dilimindeki durumunu
belirlemek kolay olmadığı gibi gelişme basamaklarını izlemek de
mümkün değildir. Bu yüzden dilin tarihî dönemleri bakımından
bu terime yükleyebileceğimiz anlam, ‘günlük konuşma dili’ değil
de yazılı metinlerde niteliği belirlenebilen dil, demek ki bir
bakıma ‘yazıya geçirilmiş konuşma dili’dir.



Halk dili ortak anlaşma dilidir, bu yüzden herkesçe anlaşılır
olmak zorundadır. Toplum içinde, eğitim seviyesi ve yeri ne
olursa olsun, herkesin böyle bir dil kullanması hem olağan, hem
gerekli, hem de kaçınılmazdır. Doğal olarak böyle bir dilin kelime
dağarcığının ve anlatım olanaklarının çok da geniş olması
beklenemez. Toplu yaşayışın gerekli kıldığı ilişkiler içinde kişiler
arasında iletişim aracı olarak kullanılan halk dili, bu yüzden
köküne daha bağlı, başka dillerin etkisine oldukça kapalı, hızlı
değişime karşı ise dirençli ve korumacıdır. Halk dilinin kuşkusuz
bir de edebiyatı vardır ve bu edebiyat kendi geleneğinden
kopmadan yüz yıllarca geniş kesimlerin beğenip paylaştığı,
titizlikle koruyup sürdürdüğü bir edebiyattır. Toplumların yeni
kültür ve medeniyet çevreleriyle karşılaşmalarından doğan
etkilerle ortaya çıkan değişimler kaçınılmaz olsa da, bu edebiyatın
dilinin günlük konuşma diline göre çok da farklılaşmadığı bir
gerçektir. Böyle bir dilde değişen inanç, anlayış ve eğilimlerin ve
bunların yön verdiği hayat tarzlarından doğan günlük ihtiyaçların
Halklılaştırma: Başka zorlamasıyla alınmış olan kelimeler de halklılaştırılmıştır.
dillerden alınmış Bununla birlikte, halk dilinin de, tıpkı yazı dili gibi, eğitim ve
kelimelerdeki sesçe
yabansı yanların bir dili
kültür alanlarındaki gelişmeye bağlı olarak sürekli bir gelişme,
konuşan halk tarafından dolayısıyla da değişme göstermesi söz konusudur. Edebiyatı
kendi dilinin ses yalnızca belli toplum kesimlerinde yayılma ve gelişme göstermiş
düzenine uygun hâle
getirilmesidir.
olsa da, Batı Türkçesinin bütün dönemlerinde böyle bir dil,
toplumu oluşturan bütün kesimler için gerekli ve geçerli olmuş,
sultandan hiç okumamış köylüye kadar, belli seviye farklarını
korumuş olarak, toplumda hem ‘sesli dil’ olarak kullanılmış, hem
de ‘yazı dili’ olarak sürekli kullanımda kalmıştır. Batı
Türkçesinin ilk döneminde, özellikle beylikler çağında üretilmiş
olan çok sayıda telif ve tercüme eserin dili bu halk Türkçesi
olduğu gibi, Osmanlı Türkçesi döneminde de bu dille pek çok
eser kaleme alınmıştır.
Medrese eğitiminin yaygınlaşması, doğal olarak okur-yazar
oranının artması sonucunu doğurmuş, buna bağlı olarak Arapça
ve Farsça öğrenenlerin sayısı hızla çoğalmıştır. Bu arada Fars
edebiyatına karşı geniş bir ilgi uyanmış, bu ilgi aruzla yazılmış
birçok manzum eserin Türkçeye aynı ölçü kullanılarak manzum
çevirilerinin yapılması yolunu açmıştır. Öte yandan medrese
eğitimi görmüş olanların edebiyat sanatı bilgileri de edinerek
aruzla ve özellikle Fars edebiyatını örnek tutarak şiir yazma
hevesi giderek artmış, bu arada edebiyata duyulan ilgi ve şaire
verilen destek de bu hevesleri beslemiştir. İşte bütün bu sebeplerle
yazı diline çoğalan ölçüde kelime girmeye başlamıştır. Türkiye
Türkçesinin ilk dönemi içinde başlayan bu gelişmenin XV.
yüzyılın ortalarına kadar oldukça yavaş yol aldığı görülür.
Özellikle beylikler döneminde ve Osmanlı Beyliği'nin kuruluş
çağında yapılan geniş çeviri çalışmalarının hazırladığı bu gelişme,



beylerden büyük destek görmüş, ancak bu dönemin beyleri halk
dilinin sınırlarını aşan böyle bir dile ve bu dille kurulmaya
çalışılan bir edebiyat akımına uzak ve yabancı kalmışlardır. XV.
yüzyılın ikinci yarısından başlayarak özellikle büyük
medreselerin bulunduğu, bu yüzden de birer bilim ve kültür
merkezi olma yolundaki İstanbul, Bursa ve Edirne gibi şehirlerde
söz konusu gelişme daha hızlı seyretmiştir. İşte bu hızlı
gelişmenin etkisiyle giderek farklılaşan halk dili Osmanlı
Türkçesi döneminde, ‘şehirli dili’ denebilecek bir okumuş kesim
dili niteliği kazanmış, özellikle İstanbul'da eğitimli, aydın
kimselerin konuştukları bu dil ‘İstanbul Türkçesi’ adını almıştır.
Geniş bir okumuş kesimin konuşma dili olan bu gelişmiş ve
zengin dil, aynı zamanda yazı dili olarak da, özellikle edebiyatın
nesir türünde yaygın olarak kullanılmıştır. Başlıca özelliği
yabancı dil kalıplarına oldukça az yer vermek olan bu dilin daha
çok geniş kitlelere ulaşmayı amaçlayan öğretici ve eğitici
eserlerde kullanılmış olduğu görülür.

Edebiyat Dili

Edebiyat dili, daha çok ‘yazı dili’ anlamında kullanılır. Bununla


birlikte bu terim, dar anlamda Osmanlı Türkçesi döneminde
toplumun yalnızca belli kesimlerine hitap eden, şiirde ve nesirde
‘sanat dili’ olarak gelişmiş bir dil için de kullanılmaktadır. Bu
dilin sokak diliyle neredeyse hiçbir ilgisi bulunmadığı gibi,
Dil kalıbı: Dilde birden yukarıda tanıttığımız şehirli diliyle de pek yakınlığı
çok kelimenin bulunmamaktadır. Bu dili belirleyen ana nitelik, kullandığı söz
öbekleşmesi ile oluşmuş
belli özelliklerle
malzemesinin büyük ölçüde alıntı olmasıdır. Bu alıntı malzeme
tanımlanan yapılardır. içinde ilk sırada sınırı belirsiz ölçüde kelime yer alır, ikinci sırada
ise çok sayıda dil kalıbı ile yabancı kültür unsurları bulunur. Öte
Fesahat: Bir kelimenin
yandan nesirde ve nazımda alıntı kelimelerin ait oldukları dildeki
açık, ses nitelikleri
korunarak, pürüzsüz ve ses ve yapı özelliklerinin korunmasına büyük özen gösterilmiştir.
yanlışsız olarak Eskilerin fesahat dedikleri söz özelliğinin dayanaklarından biri
söylenmesi ve sayılan bu tutum, giderek okumuşların konuşma diline de belli
kullanılmasıdır.
ölçüde yansımış, bu yansıma şehirli diline de bulaşarak Türkiye
Ünlü değeri: Bir ünlüyü Türkçesine yeni bir ünlü değeri girmesine yol açmıştır. Bu dille
diğer ünlülerden ayıran yazanların anlayışı ‘Sanat sanat içindir’ anlayışıdır; bu yüzden dil,
ve ses yolunda oluşması
sırasında beliren nitelik artık yalnızca bilginin, düşüncenin ve heyecanın aktarılma aracı
ve nicelik özelliğidir. değil, aynı zamanda hüner, beceri ve ustalık aracıdır; sonuç
olarak, kendisi doğrudan bir amaç hâline gelmiştir.
Özellikle XVI.-XIX. yüzyıllarda birçok yazar tarafından
kullanılmış olan bu üst seviyeli dil, şüphesiz belli estetik
kaygılara ve sanat anlayışı ölçülerine dayanmaktadır. Bu anlayışın
temsilcilerinden biri olan XVI. yüzyıl yazarı Âlî'ye göre söz, yani
dil, güzel bir bakire kız gibidir. Sözün endamı, güzel bir kızın



endamı gibi pürüzsüz, düzgün, belli ölçülere uygun olmalıdır. Bu,
güzelliğin ilk şartı ve ayrılmazıdır. Ayrıca bu şarta ek olarak, tıpkı
zarif ve işveli bir kızın duruş ve davranışlarındaki incelik gibi,
sözün anlam ve anlatım bakımından ince, yani edalı olması
gerekir. Daha da önemsenen bir başka şart ise, bir söz güzelinin
olanca güzellik malzemesiyle, yani söz ve anlam sanatlarıyla
süslenerek daha da güzel bir görünüme sokulmasıdır. Buna göre
Süslü söz: Eskiler güzel söz; açık, anlaşılır, yerinde olmakla birlikte süslü sözdür.
sözün süslülük niteliğine Bir şairin, bir nesir yazarının asıl amacı da sözü en süslü
‘belîğ’ derlerdi.
görünüme sokmaktır.
Batı Türkçesinin Osmanlı Türkçesi dönemini öğrenmeye
çalışırken, dilin yukarıda kısaca özetlenen seviyelerindeki
kullanımıyla ilgili bütün yapı ve kullanım özelliklerini göz
önünde bulundurmak gerekir. Amaç bu dönemde yazılmış eserleri
okuyup anlayabilmek, kendi insanımızın geçmiş zamanlardaki
yaşamı, etkinlikleri, üretimleri, yaratıcılıkları hakkında ilk elden
bilgi edinebilmek, onların yazı aracılığıyla aktarmış oldukları çok
yönlü tarih bilgilerine, kültürel ve estetik değerlere ulaşabilmektir.
Bir eski metin söyleyeceğini söyleyip susmuş, artık
konuşmayan bir konuşmacıya benzer. Onu okurken sorularımıza
sesli karşılık alamayız. Yapacağımız şey; ne demek, neleri
anlatmak istediğini yazıya geçirilmiş olandan anlamaya çalışmak,
sonuç olarak da yazı aracılığıyla onu anlayabilmek, onunla
anlaşabilmektir. Ama bu, uzunca bir yolda gerçekleştirilecek
çalışma, gösterilecek çaba ve esirgenmemesi gereken sürekli bir
ilgi ile başarılabilecek bir iştir.
Her gidiş bir ilk adımla başlar, her iş bir atılım ister. Bu işin ilk
adımı yazıyı bilmek, atılımı da onu öğrenmeye koyulmaktır.

YAZI VE YAZIM
Yazı, bilgiyi, duygu ve düşünceyi aktarmakta kullanılan bir araç,
bir işaretler sistemidir. Bu işaretler konuşma dilinin zengin ses
çeşitlerini yansıtmadığı gibi, vurgu ve tonlama gibi özel yanlarını
da göstermez. Öte yandan yazı belli bir alfabenin işaretleri ile dilin
ortalama seslerini karşılarken, bu seslerin zaman içinde geçirdiği
değişikliklerle birlikte kendisi de değişebilen bir nitelik taşımaz.
Şekil Tek şekilliliğe eğilimli ve bu eğilimlerin gelenekleştiği ölçüde
onlara bağımlıdır. Bununla birlikte, Osmanlı Türkçesi döneminde
’de yayınlanmış
görüldüğü gibi, yeni eğilim ve arayışların ortaya çıkmasıyla bu
ilkokul 1. sınıf okuma
kitabı Yavrumun bağımlılığın gevşediği, ortaya çıkan gelişmelerin önceleri az, ama
Elifba’sının iç kapağı. giderek çoğalan sayıda yazıya yansıtıldığı görülür.



Yazım ise, yazı aracılığıyla gerçekleştirilen bir uygulamadır.
Bir dilin ses örgülerinden oluşan türlü birimlerini alfabe
işaretleriyle yazıya dökmektir. Bu uygulama kimi zaman önceden
belirlenmiş ve kabul edilmiş kurallara göre yapılır, kimi zaman
ise bir geleneğe bağlı bulunur ve kullanım süreci içinde meydana
gelen değişikliklerle birlikte şekillenir.
Batı Türkçesinin yazılışı ikinci durum için iyi bir örnek
oluşturur. Arap asıllı alfabenin Türkçeye uygulanmasında ilk
dönemde görülen yazılış biçimleri daha çok ünsüz seslerle ünlü
uzunluklarının gösterilmesine dayanan Arapçanın yazılış
düzenine uydurulmuştur. Ancak sonraki süreçte Türkçenin
ünlülerinin birtakım harf işaretleriyle gösterilmesi yaygınlaşmış;
tam olarak uygulanmamış olsa bile, büyük ölçüde belli kurallar
ortaya çıkmıştır.
Arap alfabesini kullanan, ama Uygur yazısı geleneğine bağlı
Doğu Türkçesi: XIII. Doğu Türkçesi yazımıyla karşılaştırıldığında, Batı Türkçesi
yüzyıldan sonra ortaya
yazımının Orta Asya geleneğine bağlı olmayan, kendi başına bir
çıkan yazı dillerinden
biri. XV. yüzyıldan sonra gelişme yolu izlediği görülür. Eski Osmanlıcanın en eski
‘Çağatayca’ adıyla metinlerinde Uygur yazı geleneğine bağlı örneklerle karşılaşılırsa
anılmıştır. da, bunlar yaygınlık kazanamamıştır. Doğu Türkçesi yazımının
Uygur yazı geleneğinden gelen en önemli yanı, kök sesleriyle
bütün yapım ve çekim eklerinde ünlülerin harf işaretleriyle
gösterilmesidir.

OSMANLI TÜRKÇESİ ALFABESİ


Osmanlı Türkçesi alfabesi Arap alfabesine dayanır. 28 harften
oluşan Arap alfabesine Farslar kendi dillerindeki farklı üç ses
için küçük değişikliklerle 3 işaret eklemişler ve harf sayısını 31'e
çıkarmışlardır. Farsçanın bu sesleri Türkçede de bulunduğu için,
bu 31 harflik alfabe Türkler tarafından da aynen alınıp
benimsenmiştir. Bu alfabenin harfleri Türkçedeki adlarıyla
şunlardır:

Şekil ‫ ا‬elif, ‫ ب‬be, ‫ پ‬pe, ‫ ت‬te, ‫ ث‬se, ‫ ج‬cim, ‫ چ‬çim, ‫ ح‬ha, ‫ خ‬hı, ‫د‬
Yavrumun Elifbâ’sından dal, ‫ ذ‬zel, ‫ ر‬rı, ‫ ز‬ze, ‫ ژ‬je, ‫ س‬sin, ‫ ش‬şın, ‫ ص‬sad, ‫ ض‬dad, ‫ ط‬tı,
Osmanlı alfabesi harfleri.
‫ ظ‬zı, ‫ ع‬ayın, ‫ غ‬gayın, ‫ ف‬fe, ‫ ق‬kaf, ‫ ك‬kef, ‫ ل‬lam, ‫ م‬mim, ‫ن‬
nun, ‫ و‬vav, ‫ ه‬he, ‫ ى‬ye.

Bu harflere ‫ ل‬lam ile ‫ ا‬elif in birleştirilmiş biçimi olan ‫ ﻻ‬lamelif


i de katmak gerekir. ‘Lâ’ olarak okunan bu birleşik harf yazıda
yalın bir harfmiş gibi değerlendirilir.



Harflerin bu biçimleri yazıda büyük ölçüde değişikliğe uğrar.
Yukarıdaki biçimler yalnızca birtakım harflerden sonra kelimede
son ses olmaları durumunda korunur. Bu yazılış özelliklerine göre
de harfler iki öbekte toplanmıştır.

Bitişen ve Bitişmeyen Harfler

Arap yazısının en önemli özelliği sağdan sola doğru yazılmasıdır.


Harfler yazıda sağdan sola doğru dizilirken kimi harfler
kendisinden sonraki harfle bitişmez, yalın durumunu korur. Kimi
harfler ise önden ve sondan bitişir ve bunların yalın biçimi
Bitişmeyen harfler:
Eski gramerlerde değişir; başta, ortada ve sondaki yazılış biçimleri küçük farklarla
bunlara ‘munfasıl harfler’ da olsa birbirinden ayrılır. Bu özellikleri yüzünden alfabe harfleri
denmiştir. bitişmeyen harfler ve bitişen harfler olmak üzere iki bölük
Bitişen harfler: Eski oluşturur. Yazı öğrenirken her şeyden önce hangi harflerin
gramerlerde bunlar da bitişen, hangi harflerin bitişmeyen harfler olduklarını bilmek
‘muttasıl harfler’ diye gerekir:
adlandırılmıştır.
a. Bitişmeyen harfler. Bunlar yazıda yalnızca kendilerinden
önce gelen diğer harflerle bitişir; içinde kendileri de yer
almak üzere, sonra gelen harflerle ise bitişmez:

‫ه و ژ ز ر ذ د ﺍ‬

Ünlü: Seslerin oluştuğu Sonuncu harf ancak bir ünlü yerine kullanıldığı yerlerde
ses yolunun tamamen bitişmez. Buna eski gramerlerde “hâ-i resmiye (=şekilce he)”
açık bulunduğu durumda
alt çenenin, dilin ve
denir.
dudakların hareketleriyle
ağız boşluğunda b. Bitişen harfler. Hem kendileriyle, hem kendilerinden önce
şekillenen seslerdir. ve sonra gelen öteki bütün harflerle bitişir. Bu duruma
göre, biçimleri özellikle başta ve ortada değişikliğe
uğrayan harfler bunlardır. Bunlar, önceki harf bitişmeyen
harfse baştaki şekliyle, bitişen harfse ortadaki şekliyle
yazılır; sonda yer aldıklarında ise yalın biçimlerine
kavuşur:

‫ىﻫنملكقفغعظطضصشسخحچجث تﭖب‬

Aşağıda bitişmeyen harflerden sonra bitişen harflerin değişmeyen


biçimlerinin alfabedeki sırasına göre ilk üçü yazılarak yazma
örneği olmak üzere verilmiştir. Sağdan sola doğru yazmak
gerektiğini unutmadan kalan bitişen harfleri ekleyerek siz de bu
harflerle ilgili yazı çalışması yapınız: ‫ وت رپ ﺍب‬.



Harflerde Şekilce Benzerlikler

Bu alfabenin harfleri şekilce benzerlikleri bakımından da


öbekleşirler. Bir öbek içinde yer alan harfleri diğerlerinden ayıran
üstlerine ve altlarına konulan bir, iki ya da üç noktadır. Aslında
harflerin alfabedeki sırası da benzerlerin art arda gelmesiyle
şekillenmiştir. Bu öbekler şunlardır:

‫ث ت پ ب‬

‫( ن‬nun) ve ‫( ى‬ye) harfleri de aşağıdaki tabloda (bak. Tablo )


göreceğimiz gibi, başta ve ortadaki yazılış şekliyle bu öbekte yer
alan diğer harflere benzer, dolayısıyla bu benzerlik yönüyle bu
ikisini de bu öbek içine katmak doğru olur.
‫خ ح چ ج‬
‫ذ د‬
‫ژ ز ر‬
‫ش س‬
‫ض ص‬
‫ظ ط‬
‫غ ع‬
‫ق ف‬

Harflerin Bitişme Biçimleri

Alfabe konusundaki bu öncelikli tanıtıcı bilgilerden sonra,


yalnızca kendilerinden önce gelen öteki harflerle bitişen harflerin
ortak bitişme biçimleriyle hem kendileriyle, hem de kendilerinden
önce ve sonra gelen öteki bütün harflerle bitişenlerin ise biçimce
uğradıkları değişiklikleri bilmek, bu alfabeyle yazı yazabilmek ya
da yazılmış bir yazıda harfleri tanıyabilmek açısından çok
önemlidir.
Aşağıdaki tabloda yalnız bitişen harfler yer almaktadır. İlk
sırada harflerin alfabedeki yalın biçimleri, ikinci sırada önden ve
sondan bitişen harflerin başta, ortada ve sondaki biçimleri, üçüncü
sırada ise bunların birbirine ulanmış biçimleri verilmiştir.

10 

Tablo Yalın biçimler Sonda Ortada Başta Ulanmış biçimler

Bitişen Harflerin Yalın, ‫ب‬ ‫ﺐ‬ ‫ﺒ‬ ‫ﺑ‬ ‫ﺑﺒﺐ‬


Başta, Ortada, Sonda ve
Birbirine Ulanmış ‫پ‬ ‫ﭗ‬ ‫ﭙ‬ ‫ﭘ‬ ‫ﭘﭙﭗ‬
Biçimleri
‫ت‬ ‫ﺖ‬ ‫ﺘ‬ ‫ﺗ‬ ‫ﺗﺘﺖ‬
‫ث‬ ‫ﺚ‬ ‫ﺜ‬ ‫ﺛ‬ ‫ﺛﺜﺚ‬
‫ج‬ ‫ﺞ‬ ‫ﺠ‬ ‫ﺟ‬ ‫ﺟﺠﺞ‬
‫چ‬ ‫ﭻ‬ ‫ﭽ‬ ‫ﭼ‬ ‫ﭼﭽﭻ‬
‫ح‬ ‫ﺢ‬ ‫ﺤ‬ ‫ﺣ‬ ‫ﺣﺤﺢ‬
‫خ‬ ‫ﺦ‬ ‫ﺨ‬ ‫ﺧ‬ ‫ﺧﺨﺦ‬
‫س‬ ‫ﺲ‬ ‫ﺴ‬ ‫ﺳ‬ ‫ﺳﺴﺲ‬
‫ش‬ ‫ﺶ‬ ‫ﺸ‬ ‫ﺷ‬ ‫ﺷﺸﺶ‬
‫ص‬ ‫ﺺ‬ ‫ﺼ‬ ‫ﺻ‬ ‫ﺻﺼﺺ‬
‫ض‬ ‫ﺾ‬ ‫ﻀ‬ ‫ﺿ‬ ‫ﺿﻀﺾ‬
‫ط‬ ‫ﻄ‬ ‫ﻂ‬ ‫ﻁ‬ ‫ﻃﻄﻂ‬
‫ظ‬ ‫ﻆ‬ ‫ﻈ‬ ‫ﻅ‬ ‫ﻅﻆﻈ‬
‫ع‬ ‫ﻊ‬ ‫ﻌ‬ ‫ﻋ‬ ‫ﻋﻌﻊ‬
‫غ‬ ‫ﻎ‬ ‫ﻐ‬ ‫ﻏ‬ ‫ﻏﻐﻎ‬
‫ف‬ ‫ﻒ‬ ‫ﻔ‬ ‫ﻓ‬ ‫ﻓﻔﻒ‬
‫ق‬ ‫ﻖ‬ ‫ﻘ‬ ‫ﻗ‬ ‫ﻗﻘﻖ‬
‫ك‬ ‫ﻚ‬ ‫ﻜ‬ ‫ﻛ‬ ‫ﻛﻜﻚ‬
‫ل‬ ‫ﻞ‬ ‫ﻠ‬ ‫ﻟ‬ ‫ﻟﻠﻞ‬
‫م‬ ‫ﻢ‬ ‫ﻤ‬ ‫ﻣ‬ ‫ﻣﻤﻢ‬
‫ن‬ ‫ﻦ‬ ‫ﻨ‬ ‫ﻧ‬ ‫ﻧﻨﻦ‬
‫ه‬ ‫ﻪ‬ ‫ﻬ‬ ‫ﻫ‬ ‫ﻫﻬﻪ‬
‫ى‬ ‫ﻰ‬ ‫ﻴ‬ ‫ﻳ‬ ‫ﻳﻴﻰ‬

Bitişmeyen harflere gelince, daha önce de belirttiğimiz gibi,


bunlar önceki harfe bitişir, ancak sonraki harfle bitişmez.
Bunların bitişme biçimleri ortaktır. Aşağıda görüldüğü gibi,
bitiştirme küçük bir ekleme çizgiyle sağlanır:

11 

Tablo
‫ﺍ‬ ‫ﺎ‬
Bitişmeyen Harflerin
Yalın, Ortada ve Sondaki ‫د‬ ‫ﺪ‬
Biçimleri
‫ذ‬ ‫ﺬ‬
‫ر‬ ‫ﺮ‬
‫ز‬ ‫ﺰ‬
‫ژ‬ ‫ﮋ‬
‫و‬ ‫ﻮ‬
‫ه‬ ‫ﻪ‬

Başta, ortada ve sondaki biçimler, kendileriyle birleşmelerinde


olduğu gibi, başka bitişen harflerle birleşmelerinde de olağan
olarak bu değişik şekilleri korurlar. Aşağıdaki örneklerde bulunan
noktasız harflere nokta koyarak, noktalı olanların noktalarını
değiştirerek on örnek yazınız:

‫ﺑﺘﺮ‬ ‫ﺗﺒﺰ‬ ‫ﺟﻴﺺ‬ ‫ﻏﻴﺐ‬ ‫ﻓﻘﻂ‬

El Yazısında Bitişmeyle İlgili Özel Durumlar

Birçok yazı türünden günlük hayatta kullanımı en yaygın olan


yazı rık’a denilen yazıydı. Bu yazının harfleri çabuk yazmaya
elverişli bir duruma getirilmiş; ‘diş’ denilen çıkıntıları kaldırılmış,
kimi harflerdeki iki nokta çizgiye, üç nokta da küçük bir ters v'ye
(ˆ)çevrilmiş, nun ve kafın noktaları ise sonlarına eklenen birer
çizgiciğe dönüştürülmüştür. Bu arada bitişmeyen harfler bile
bitişik yazılır biçimler kazanmıştır. Bunlar istenirse ‘hattat’
denilen bir yazı ustasından öğrenilebilir. Ancak el yazısıyla
Şekil
yazılmış bir metni okuyabilmek için bilinmesi gereken, özel
biçimlerden çok, kimi harflerin bitişmelerindeki ortak biçimlerdir.
Yavrumun Elifbâsı’ndan Bunlardan başlıcaları şunlardır:
rık’a harfler.

a. ‫( ب‬be) ve ona benzeyen harfler ‫( م‬mim) ile yukarıdan bir


yuvarlak çizgicikle bitiştirilir ve mim harfinin baştaki
biçimi (‫ )ﻣ‬yuvarlaklığını kaybederek düzleşir:

‫ ﳝ ﳕ ﲦ ﲤ ﲟ ; ﱘ ﱎ ﰒ ﰎ ﰈ‬gibi.

12 

b. ‫( ج‬cim) ve gövdesi ona benzeyenler ‫( ب‬be) ve benzerleriyle
bitişirken yukarıdan yapılan bitiştirmede bu harfler için ucu
aşağıya bakan bir çizgicik kullanılır:

‫; ﲞ ﲝ ﲜ‬ ‫; ﲣ ﲢ ﲡ‬ ‫ ﳜ ﳛ ﳚ ; ﳔ ﳓ ﳒ‬gibi.

Bununla birlikte el yazısında harfi gösteren bu çizgiciği


birleştiren uzantı yuvarlak bir biçim kazandığı gibi, cim ve
benzeri harflerin biçimleri de yuvarlaklık kazanır.

c. ‫( ب‬be) ve benzerleri ile ‫( ن‬nun), ‫( ﻯ‬ye)'nin sondaki


biçimiyle, birleşme noktasında ucu içe doğru kıvrılan düz
bir çizgicikle birleştirilir: ‫ ﱙ ﱏ ﰐ ﰉ‬gibi.

‫( ﻯ‬ye) sonda bulunduğunda diğer harflerle bitişme noktası


da yukarıdandır, dolayısıyla bu harflerin baştaki biçimleri
üstte kalır:

‫ ﱃ ﰱ‬gibi.

ç. ‫( ﺝ‬cim) ve benzerleriyle ‫( ﻫ‬he) harfi, ‫( م‬mim) ile, gövdeleri


yukarıda kalmak üzere bir çizgicikle bitiştirilir:

‫ ﳘ ﲬ ﲪ ﲨ‬gibi.

Bununla birlikte, el yazısında çoklukla cim ve benzerlerinin


açık olan ağız kısımları kapanır, mim ise düz bir çizgiciğe
dönüşür.

d. ‫( س‬sin), ‫( ش‬şın), ‫( ص‬sad), ‫( ض‬dad), ‫( ط‬tı), ‫( ظ‬zı), ‫( ع‬ayın),


‫(غ‬gayın), ‫( ف‬fe), ‫( ق‬kaf) harfleri mim ile baştaki biçimleri
yukarda kalmak üzere, yuvarlak bir çizgicikle bitişir:

‫ ﲰ‬gibi.

e. ‫( م‬mim) harfi, ‫( ج‬cim) ve benzerleriyle, düz bir çizgicikle


bitiştirilir; ancak baştaki içi boş biçim değişikliğe uğrayarak
kapalı bir görünüm kazanır:

‫ ﳐ ﳏ ﳎ‬gibi.

13 

Kendisiyle bitiştiğinde ise bu çizgicik yuvarlaklaşır:

‫ ﳑ‬gibi.

f. ‫( ل‬lam) harfi bitişmede yukarıdan aşağı çekilen düz bir çizgi


biçimindedir; ancak ‫( ج‬cim) ve benzerleri ile ‫( م‬mim), ‫( ﻫ‬he),
‫( ﻯ‬ye) ile birleşirken birleşme noktası bu harflerin
üstündedir:

‫ ﳍ ﳌ ; ﳋ ﳊ ﳉ ; ﱁ ﱀ ﰿ‬gibi.

Kendisinden sonra yine yukarıdan birleşen bir harf


geldiğinde, onunla da üstten birleştiği için, harfler arasında
üst üste bir yığılma meydana gelir:

‫ ﶈ‬gibi.

g. ‫( ب‬be) ve benzerlerinden ikisi ‫( ر‬rı), ‫( ز‬ze), ‫( ژ‬je) ile sonda


bulunan ‫( ن‬nun) harfinden önce birlikte geldiğinde, bitişme
özel bir biçim kazanır:

‫ ﱳ ﱭ ﱰ ﱪ‬gibi.

h. ‫( ب‬be) ve benzerlerinin sonda yer alan ‫( ﻯ‬ye)'den önce


ortadaki yazılışını, yuvarlakça bitiştirme çizgisi ile ‫( ﻯ‬ye)
harfinin başlangıç noktasında oluşan diş biçimlendirir:

‫ ﲕ ﲎ ﱴ ﱮ‬gibi.

Osmanlı Alfabesi İşaretlerinin Latin Alfabesindeki


Karşılıkları

Harfler seslerin işaretleri olduğu için her harf bir ses değerini
Ses yolu: Gırtlağın karşılar. Bu değer bir sesin ses yolunda kazandığı niteliktir.
ortasında bulunan ses Demek ki bir alfabedeki her işaret ayrı nitelikteki bir ses içindir.
dudaklarından başlayıp
dudaklara ve burun
Osmanlı alfabesi de böyledir. Aşağıda yalnızca Türkçenin sesleri
deliklerine uzanan bakımından değerlendirilmiş olarak her harfin bugünkü Latin
yoldur. asıllı alfabemizin hangi harfine karşılık düştüğü gösterilecektir.
Arapçanın sesleri için kullanılan harflerin ses değerleri ile
bunların Türkçedeki söyleniş değerleri ise sonraki ünitede
işlenecektir.

14 

1. ‫ ا‬elif:
Hareke: Arapça'da kısa a. Kelime başında e harfini karşılar. Hareke denilen yardımcı
ünlüleri göstermek üzere
işaretler kullanıldığında başta ı, i, o, ö, u, ü ünlüleri için de
kullanılan yardımcı
işaretlere verilen addır. kullanılmıştır. Ancak bu durumda kendisi harekelerin
konuldukları yeri göstermek için kullanılmış bir dik
çizgiden başka bir şey değildir, demek ki bir ses değeri
taşımaz.

b. Bir ünsüz ses işaretinden sonra hecenin kurucu ünlüsü


yerindeki a sesinin karşılığıdır. ‫( و‬vav) ve ‫( ﻯ‬ye)
önündeki özel durumu ünlüler incelenirken ele alınacaktır.

2. ‫ ب‬be = b
3. ‫ پ‬pe = p : Bu harf Türkçe ve Farsçadaki ortak sesin
işaretidir. Arap alfabesine sonradan eklenmiştir.
4. ‫ ت‬te = t
5. ‫ ث‬se : ‘Peltek se’ diye anılan bu ses yalnız Arapça
kelimelerde bulunur.
6. ‫ ج‬cim = c
7. ‫ چ‬çim = ç :
8. ‫ ح‬ha : Yalnız Arapça kelimelerde bulunur.
9. ‫ خ‬hı : Türkçe kelimelerde, bugünkü konuşma dilimizde
bulunmayan, ancak Anadolu ağızlarında duyulan bir sesin
Tonsuz: Bir ünsüz sesin işareti olarak kullanılmıştır. Bu harf kalın sıradaki
yalnızca gürültü olarak kelimelerimizdeki tonsuz art damak ünsüzünün
duyulma özelliğine denir.
(bakmak'taki k'lar gibi) süreklileşmesinden doğmuş bir
sestir. Özel değer gösteren bir sesin işareti olarak Arapçada
ve az sayıdaki Farsça kelimede de yer alır.
‫ د‬dal = d
‫ ذ‬zel : ‘Peltek ze’ diye adlandırılmıştır. Arapçaya özgü bir
sesin işaretidir. Bununla birlikte XIV.-XV. yüzyıl
metinlerinde kimi Farsça kelimelerde de geçer.
‫ ر‬rı = r
‫ ز‬ze = z
‫ ژ‬je = j : Bugünkü Türk alfabesinde yer alan bu harf,
Türkçenin kökten gelen bir sesine karşılık değildir. Batı
dillerinden alınma kelimelerdeki belli bir sesin işaretidir.
Bu ses Farsçada da bulunduğundan Fars alfabesi yoluyla
Osmanlı alfabesine de girmiştir.

15 

‫ س‬sin = s
‫ ش‬şın = ş
‫ ص‬sad = s : Arapçaya özgü bir sesin işaretidir. Türkçenin
kalın sıradan kelimelerinde ‫( س‬sin) yerine kullanılmıştır.
‫ ض‬dad: Arapçaya özgü bir sestir; dolayısıyla yalnızca
Arapçadan alınma kelimelerde geçer.
‫ ط‬tı = t : Arapçaya özgü bir sesin işaretidir. Birkaç Farsça
kelimede de karşılaşılır. Türkçenin kalın sıradan
Tonlu: Bir ünsüz sesin kelimelerinde ‫ ت‬te ve ‫ د‬dal yerine de kulanılmıştır. Daha
rengini belirleyen
gürültünün gırtlaktan çok kelime başında görülen bu kullanım sesin tonlu ve
gelen havayla birlikte tonsuz okunması konusunda farklı değerlendirmelere yol
oluşan niteliğine denir.
açmıştır.
‫ ظ‬zı = z : Arapçaya özgü bir sesin işaretidir. Kalın sıradaki
birkaç Türkçe kelimede ‫ ز‬ze yerine kullanılmıştır.
‫ ع‬ayın: Arapçaya özgü ünsüz bir sesin işaretidir, demek ki
yalnız Arapça asıllı kelimelerde karşılaşılır.
‫ غ‬gayın = g, ğ : Türkçenin kalın sıradan kelimelerindeki
tonlu art damak ünsüzünü karşılar. Bugünkü alfabemizde,
biri yumuşayan (süreklileşen) değerini karşılayan iki ayrı
işareti bulunmaktadır.
‫ ف‬fe = f
‫ ق‬kaf = k : Üç dilde ortak bir sesin işaretidir. Türkçenin
kalın sıradan kelimelerindeki tonsuz art damak sesine
karşılıktır.
‫ ك‬kef = k, g, ğ, n : Türkçenin tonlu ve tonsuz iki ön damak
sesi ve tonlu olanının süreklileşmiş değeriyle yine bir
damak sesi olan ve genizsi özelliğiyle ayrılan bir sesi
karşılamaktadır. Farslar g'yi k'den ayırmak için bu harfi
‘keşide’ denilen çizgisini ikileyerek yazmışlardır: ‫ ﮓ ﮔ‬.
Bu iki çizgili biçime kimi ilk dönem Türkçe metinlerinde
Genizsi n: Bugün de yer verilmiştir. Öte yandan Türkçenin genizsi n sesini
olağan n sesine dönmüş
olan bir geniz sesi. ayırt etmek için de, kimi metinlerde üstüne üç nokta ‫ﯖ ڭ‬
Ağızlarda yaşamaktadır. konulmuş bir ayrı biçim kullanılmıştır.
‫ ل‬lam = l
‫ م‬mim = m
‫ ن‬nun = n

16 

‫ و‬vav = v : Bu harf Türkçe kelimelerde aynı zamanda dört
ayrı ünlü sesimiz için kullanılmıştır. Aşağıda ünlüler
konusu işlenirken ele alınacaktır.
‫ ه‬he = h
‫ ﻯ‬ye = y : Bu harf de Türkçe kelimelerde aynı zamanda iki
ünlü ses için kullanılmıştır. Biraz sonra görülecektir.

Bugünkü alfabemizdeki karşılıklarına göre Türkçenin ünsüz


seslerini karşılayan asıl harfler hangileridir?

Yardımcı İşaretler

Arap alfabesine dayanan eski Osmanlı alfabesinin, tanıdığımız


harfler dışında, yardımcı işaretleri de vardı. Arapçada özellikle
Kur’an'da kullanılmış olan bu işaretlerin en önemlileri kısa ünlü
işaretleridir. Hareke denilen bu işaretlere Türkçe metinlerde
özellikle XVI. yüzyıl sonlarına kadar geniş ölçüde yer verilmiştir:

1. ‫ ﹷ‬üstün,
2. ‫ ﹻ‬esre,
3. ‫ ﹹ‬ötrü.

Üstün, Türkçe kelimelerde a, e ünlüleri için, esre ı, i ünlüleri


için, ötrü ise o, ö, u, ü ünlüleri için kulanılmıştır.

Üstünün bir de ‘iki üstün’ denileni vardır: ‫ ﹱ‬. Türkçe


kelimelerde bu işaretin özellikle kimi ilk dönem metinlerinde
ayrılma durumu ekinin yazılışında kullanılmış olduğu görülür: ‫دﺍﹰ‬
(-dan/-den) gibi.
Diğer yardımcı işaretler ise şunlardır:

1. ◌ۤ ‫ ـ‬med,

2. ‫ ﹽ‬şedde,

3. ‫ ﹿ‬cezm.

17 

Med Arapçada ünlü uzunluklarını göstermek için kullanılmış
bir işarettir. Türkçede kelimede ön ses olan a için ‫ ا‬elif üzerine
konulmuştur. Alfabeye katılan bu yeni işaret ‘medli elif’ diye
anılır: ‫ آ‬.

Şedde Arapçada kelime içinde yan yana gelen ve tek harf


olarak yazılan bir ünsüz sesi iki kez okutmak için kullanılmış bir
işarettir. Türkçe, kelimelerin yazımında bu işaret kullanılmamış,
harf iki kez yazılmıştır: ‫ ﺑﻠﻠﯽ‬belli gibi.

Harekesiz: Buna eski Cezm Arapçada bir ünsüz sesin harekesiz okunduğunu
gramerlerde ‘sakin’ adı
verilmiş, söz konusu
gösteren işarettir. Türkçe metinlerde de aynı amaçla, yani kapalı
işaret de ‘sükûn işareti’ hecelerde heceyi kapayan ünsüz ses işareti üzerine konmuştur.
diye adlandırılmıştır.

Türkçenin Ünlü ve Ünsüz Seslerinin Yazılışları

Yukarıda alfabe işaretlerini tanıtırken koyduğumuz küçük


açıklamalardan anlaşılmış olacağı gibi, Türkçenin sesleri için bu
alfabenin ancak belli işaretleri kullanılmıştır. Burada bu konu ele
alınacak, dilimizin seslerini göstermek için kullanılmış işaretlerle
ilgili tamamlayıcı açıklamalar verilecek ve bu alfabenin
Türkçenin seslerini karşılamakta ne derece elverişli olduğu
konusuna ışık tutulmaya çalışılacaktır.

Ünlülerin Yazılışı

Türkçenin ünlü seslerini yazıya geçirmekte bu alfabe çok yetersiz


kalmıştır. Bu yetersizlik aynı işaretin birden çok ses için
kullanılmış olmasından kaynaklanır.

Dilimizin sekiz ünlüsü için şu dört işaret kullanılmıştır: ‫ه و ﺍ‬


‫ی‬.

Bunlardan ‫ ﺍ‬ve ‫ ه‬a, e ünlülerini, ‫ ی‬ı, i ünlülerini, ‫ و‬ise o, ö, u,


ü ünlülerini göstermek içindir.
Türkçe kelimelerde bir ünlünün yazılışı kelimenin başında (ön
ses), içinde (iç ses) ve sonunda (son ses) oluşuna göre değişebilir.
Bunun yanında, ilk hecede ya da sonraki hecelerde bulunup
bulunmamasına göre de harfle belirtilip belirtilmemek gibi ikili
durumlar söz konusu olabilir. Bu durum başlangıçta Türkçe
ünlülerin yazılışı için açık ve kesin kurallar konmamasından ya da
zaman içinde bu türlü kurallar oluşmamasından kaynaklanmakta,

18 

bu da bu yazıyı yeni öğrenmeye başlayanlar için zorluklara yol
açmaktadır.
Aşağıda her ünlü için kullanılmış olan birden çok yazılış
biçimi örneklerle gösterilecektir. Ancak bunlar yine de son dönem
yazımı ile ilgili yaygınlık kazanmış biçimlerdir. Eski dönem
metinlerinde değişik yazılış biçimleri bulunur. İleride bunlara da
değinilecektir.
1. a ünlüsünün yazılışı. Kelime başında, içinde ve sonundaki
yazılışları bakımından kurallı değildir, çeşitlenmiştir:
Kelime başında ön ses olarak bu ünlü çoklukla ‫( آ‬medli elif)
ile yazılır:

‫ آت‬at, ‫ آی‬ay gibi.

Bununla birlikte metinlerde elifin yalın biçimiyle yazıldığı


örneklerle de karşılaşılır:

‫ اﻻﻯ‬alay, ‫ ات‬at gibi.

Kelime içinde iç ses olarak yazılması farklılıklar gösterir:

a. Kelime tek heceliyse ‫ ﺍ‬ile gösterilir:

‫ ﺑﺎل‬bal, ‫ دار‬dar gibi.

b. Kelime iki heceliyse ve her iki hecenin ünlüsü a ise:

1. Her iki hecede de ‫ ا‬ile yazılır:

‫ ﺑﺎﺗﺎق‬batak, ‫ ﻳﺎﺑﺎن‬yaban gibi,

2. Yalnızca ikinci hecedeki a sesi için bu işarete yer


verilir:

‫ ﺑﺘﺎق‬batak, sakal ‫ ﺻﻘﺎل‬gibi.

c. İki heceli kelimenin yalnızca ilk hecesinde a varsa yazılır:

‫ ﻃﺎﻧﻖ‬tanık gibi.

d. İkiden çok heceli kelimelerde ikinci hecedeki yazılışı üç


türlüdür:

19 

1. ‫ ﺍ‬kullanılır: ‫ ﻳﺎزﻣﺎدم‬yazmadım,

2. ‫ ﻪ ﻩ‬ile yazılır: ‫ ﻳﺎزﻣﻪدم‬,

3. İşaret kullanılmaz: ‫ ﻳﺎزﻣﺪم‬gibi.

Kelime sonunda ise iki ayrı işaretle yazılır:

a. ‫ ا‬ile: ‫ ﻳﺎرا‬yara, ‫ ﻗﻮﻻ‬kula,


b. ‫ ه‬ile: ‫ ﻳﺎرﻩ‬yara, ‫ ﺑﺎﺟﻪ‬baca, ‫ اوﻃﻪ‬oda gibi.

2. e ünlüsünün yazılışı. Belli bir kurala bağlı değildir.

Kelime başında ‫ ا‬ile yazılır. Bu yaygın kullanım yanında, daha


az olmak üzere, ‘hemzeli elif’ denilen işaretle de ( ‫) ﺃ‬
yazılmıştır: ‫ ات‬ve ‫ ﺃت‬et gibi. Harekeyle gösterildiğinde üzerine
konulan üstün için dikine bir çizgi değerindedir: ‫ اﹶ‬.

Kelime içindeki yazılışı da kurallı değildir:


a. İlk hecede harfle gösterilmez:

‫ ﻳﺮ‬yer, ‫ ﻛﻞ‬gel, ‫ ﻛﺲ‬kes gibi.

b. İkinci ve sonraki hecelerde kök ve gövde sesi olarak:


1. Gösterilmez:

‫ ﻛﻠﺒﻚ‬kelebek, ‫ اﺳﺘﺪی‬istedi, ‫ اﻟﺪی‬eledi gibi,

2. ‫ ﻪ ه‬ile yazılır:

‫ ﺑﺰﻩك‬bezek, ‫ دﻳﻟﻪدی‬diledi gibi.

Kelime sonunda her zaman ‫ ﻪ ه‬ile yazılır:

‫ ﺗﭙﻪ‬tepe ‫ ﻛﭽﻪ‬keçe gibi.

Bu ünlünün yapım ve çekim eklerindeki yazılışı daha


düzenlidir. Bunlar 2. Ünite’de tek tek ele alınacak, her ekin
yazılışı orada gösterilecektir.

20 

Bir öbek Türkçe kelimede bugünkü söyleyişe göre e olan
ses, i sesinin işareti ile, yani ‫ ﻴ ﻳ‬ile yazılmıştır:

‫دﳝﻚ‬ demek
‫اﻳﺮﻣﻚ‬ ermek
‫اﻳﻞ‬ el
‫اﻳﻠﭽﯽ‬ elçi
‫اﻳﺘﻤﻚ‬ etmek
‫اﻳﺮﺗﻪ‬erte
‫ﻛﻴﺠﻪ‬ gece
‫وﻳﺮﻣﻚ‬ vermek
Bu durum sesin değerindeki değişmelerle ilgilidir ve
Türkçenin tarihî ses bilgisi üzerindeki çalışmaların belli başlı
konularından biridir.
3. ı ve i ünlülerinin yazılışı. Türkçenin, ses değerleri farklı bu
iki ünlüsünü göstermekte de bu alfabe yetersiz kalmıştır.
Kelime başında iki ses arasında ayırım olmaksızın iki türlü
yazılmıştır:

a. ‫ ﺍ‬ile:

‫ ال‬il , ‫ اﺳﺴﺰ‬ıssız,‫ اﺻﺮﻣﻖ‬ısırmak, ‫ اﺻﻼق‬ıslak.

b. ‫ اﻳ‬ile:

‫ اﻳﻞ‬il, ‫ اﻳﺴﯽ‬ısı gibi.

Kelime içindeki yazılışı da düzensizdir.


İlk hecede:

a. Çoklukla ünsüz sesin harfi önünde ‫ ﻴ‬ile gösterilir:

‫ ﻗﲑ‬kır, ‫ ﻛﲑ‬kir gibi,

b. Harf işareti kullanılmaz:

‫ ﺑﺮ‬bir, ‫ ﻳﻞ‬yıl, ‫ ﴰﺪی‬şimdi, ‫ ﺻﭽﺮاﻣﻖ‬sıçramak gibi.

21 

İkinci ve sonraki hecelerde de aynı düzensizlik görülür:

a. ‫ ﻴ‬ile gösterilir:

‫ ﺳﻴﻠﻴﻚ‬silik, ‫ اﻳﻠﻴﻖ‬ılık gibi.

b. Harf işareti kullanılmaz:

‫ ﻛﻠﺮ‬gelir, ‫ آﱂ‬alım gibi.

Kelime sonunda ‫ ی‬ile yazılır: ‫ ﻛﺸﯽ‬kişi, ‫ ﻳﻜﻰ‬yeni, ‫ ﺑﺎﺷﯽ‬başı


gibi.

Bu iki ünlüyü karşılayan ye (‫')ی‬nin Türkçe ve alıntı


kelimelerde aynı zamanda ünsüz bir sesi karşılamasıyla ilgili
durum ve aruz vezninin uygulanması ile ilişkisi ileride
değerlendirilecektir.
4. Yuvarlak ünlülerin yazılışı. Türkçenin dört yuvarlak
ünlüsü (o, ö, u, ü) için Arap harfli eski Türk yazımında
başlangıçtan beri biri harf, diğeri hareke olmak üzere iki
işaret kullanılmıştır. Bunlardan harf olanı ‫ و‬vav, hareke
olanı ise ‫ ﹹ‬ötrüdür.

‫ ﻭ‬, aynen ı, i için kullanılan ‫ ی‬gibi, aynı zamanda hem alıntı


kelimelerde uzun ünlüler için, hem de üç dilde birden ünsüz v
sesi için kullanılmıştır. Bu durum bu seslerin tarihî gelişimini
ve geçirdikleri değişiklikleri izlemeyi imkânsız kılmıştır. Bu
yüzden denilebilir ki, Arap asıllı alfabenin Türkçe sesleri
karşılamak açısından en yetersiz kaldığı nokta budur.
Kelimelerdeki dört yuvarlak ünlü yerine kullanıldığında ‫’ﻭ‬ın
yazılışı belli bir düzene ve kurala bağlı değildir.

Kelime başındaki yuvarlak ünlüler çoklukla ‫ اﻭ‬gibi yazılır:

‫ اﻭﻕ‬ok, ‫ اﻭﻙ‬ön, ‫ اﻭﻥ‬un, ‫ اوزوم‬üzüm gibi.

Kelime içinde iç ses olarak yazılışı kararsızdır:

a. İlk hecede çoklukla ‫ ﻭ‬ile yazılır:

‫ ﻗﻮل‬kol, ‫ ﻛﻮﺯ‬göz, ‫ ﺑﻮز‬buz, ‫ ﻗﻮﺟﺎق‬kucak, ‫ ﻗﻮﻻق‬kulak,


‫ دوز‬düz gibi.

22 

Tek heceli kelimeler için bu yazılış hemen hemen
kurallıdır. Birden çok heceli kelimelerde ikinci ve
sonraki hecelerin de yuvarlak ünlü taşıması hâlinde, ilk
hecede yazılmayabilir:

‫ ﺑﻴﻮك‬büyük, ‫ ﺑﭽﻮق‬buçuk gibi.

b. Türkçe kelimelerin ikinci ve sonraki hecelerinde yalnız u,


ü bulunabilir, bunlar çoklukla ‫ ﻭ‬ile yazılır:

‫ ﻗﺎﺑﻮق‬kabuk, ‫ ﺑﻮﻳﻮن‬boyun, ‫ ﺑﻮﻳﻨﻮز‬boynuz, ‫ اوﺳﺘﻮن‬üstün gibi.

Kimi zaman yazılmadığı da olur:

‫ ﻳﺎوز‬yavuz, ‫ ﺑﻮﻟﺶ‬buluş gibi.

Kelime sonunda bu seslerin yazılışı oldukça düzensizdir.


Osmanlı Türkçesi döneminde yüzyıllara göre farklılık
gösterdiği gibi, aynı yüzyılda yazılmış bir metnin içinde
de farklı yazılışlarla karşılaşılır. Çoklukla ‫ ﻭ‬ile gösterilir:

‫ ﻗﻮﻳﻮ‬koyu,‫ ﻗﻮﻳﻮ‬kuyu, ‫ ﻗﻮﻃﻮ‬kutu gibi.

Bununla birlikte aynı kelimelerde bu sesler ‫ ی‬ile


yazılmış olarak da görülür:

‫ ﻗﻮﻃﯽ ﻗﻮﻳﯽ‬.

Her ünlü ses için harf kullanmak suretiyle şu kelimeleri yazınız:


al, kal, kalın, kardeş, arslan, alık, el, gel, dile, ince, yıldız, ışık,
ılıca, sırık, bil, sil, it, dit, titre, koy, göz, bul, tut, süs, güneş,
gümüş.

Ünsüzlerin yazılışı: Türkçenin ünsüz seslerinin bu alfabenin


hangi harfleriyle karşılandığını yukarıda görmüştük. Burada, Arap
dilinin farklı ünsüz seslerinin değerlerini yansıtan kimi işaretlerin
Türkçe kelimelerin yazımında kullanılmış olanlarına ve
kullanılma sebeplerine kısaca değinilecektir.
Önce şu önemli noktanın altını çizelim: Bu harflerin Türkçe
kelimelerde kullanılmış olmasının bunların gerçek ses
değerlerinin Türkçeye geçmiş olmasıyla ilgisi yoktur.

23 

Örneklerden de anlaşılacağı gibi, bu harfler aslında Türkçe
kelimelerde ünlülerin kalınlık-incelik değerlerini gösteren
Sıra: Türkçede yalın ve işaretler olarak kullanılmıştır; başka bir deyişle sıra belirleyici
eklerle genişlemiş
kelimelerde bütün hece
harflerdir. Aslında bunlar söyleniş özellikleri bakımından
ünlülerinin kalın ya da Arapçada bir öbek oluştururlar ve söylenişleri sırasında dil
ince olmasıyla ortaya damağa doğru yükseldiğinden müsta’liye harfleri (=yükseltilmiş
çıkan ayırımdır.
harfler) adını alırlar: ‫ ق غ ظ ط ض ص خ‬.

İki damak sesini karşılayan ‫ ﻕ‬ve ‫ ك‬Türkçe kelimelerde,


özellikle de birçok ekin yazılışında yer aldığı için ünlü değerlerini
belirlemek açısından çok önemli harflerdir. İşte aralarında bu iki
işaretin de bulunduğu yukarıdaki öbekte yer alan ‫ ﺹ‬ve ‫ ﻃ‬da aynı
amaçla, kalın sıradan kelimelerde Türkçenin s ve t sesleri için
kullanılmışlardır. Böylece ‫ س‬ince sırayı, ‫ ﺹ‬kalın sırayı; ‫ ﺕ‬ince
sırayı, ‫ ﻃ‬kalın sırayı belirler. Türkçe kelimelerin doğru okunması
için yarar sağlayan bu kullanım ne yazık ki ‫ ﻕ‬ve ‫ ﻙ‬gibi kurallaşıp
yaygınlık kazanamamış, belli örneklerle sınırlı kalmıştır:

‫ ﺻﺎچ‬saç, ‫ ﺻﻮ‬su, ‫ ﺻﻴﺠﺎق‬sıcak, ‫ ﺻﻮوق‬soğuk, ‫ اﺻﻼق‬ıslak, ‫ ﺻﺎغ‬sağ,


‫ ﺑﺎﺻﻤﻖ‬basmak, ‫ ﻃﺎت‬tat, ‫ ﻃﺎوق‬tavuk, ‫ ﻃﺶ‬taş, ‫ ﻃﻮﻳﻨﺎق‬toynak ‫ﻗﻨﺎط‬
kanat gibi.

‫ د‬harfinin de yanındaki ünlünün niteliğini tanıtmaya elverişli


olmaması yüzünden, ‫ ط‬kimi zaman kalın ünlüye işaret olmak
üzere ‫ ﺩ‬yerine de kullanılmıştır:

‫ دﻳﺶ‬ve ‫ ﻃﻴﺶ‬dış, ‫ دوداق‬ve ‫ ﻃﻮداق‬dudak, ‫ دوﻏﺮﻭ‬ve ‫ ﻃﻮﻏﺮو‬doğru


gibi.

İşte ‫' ﻃ‬nın hem ‫ ﺕ‬hem de ‫ ﺩ‬yerine kullanılması yüzünden


birçok kelimede bu harfin gerçekte hangi sesi gösterdiği
konusunda ortaya bir değerlendirme sorunu çıkmıştır. Türkçede
ses değişmeleri arasında önemli bir yeri olan t'den d'ye geçiş,
metinlerdeki bu tür örneklere dayandırıldığından, henüz
çözülmemiş bir problem olarak dilcilerin önünde durmaktadır. Bu
konu 2. Ünite'de yeniden ele alınacak, ayrıntılı bir değerlendirme
yapılacaktır.

Aynı öbekte yer alan ‫ ظ‬da aynı amaçla, yani kelimede kalın
ünlüyü tanıtmak için kullanılmış bir harftir, ancak örnekleri çok
sınırlıdır: ‫ ﻗﺎظ‬kaz gibi.

24 

Ünsüz sesler ve onları tanıtan harflerle ilgili bu bilgiler, ünlü
ses işaretleri ile birlikte, Türkçe kelimeleri okuyabilmek ve doğru
yazabilmek için bilinmesi gerekli ön bilgiler sayılır.

Aşağıda Türkçenin bütün ünlü ve ünsüzlerinin içinde yer aldığı


bir öbek kelime verilmiştir. Bunları işlenen konuların
uygulaması olmak üzere yazmaya çalışınız.
abla, ayva, batak, bağ, patlak, pırpır, tarla, taş, ileri, taşı, cırlak,
cırtlak, çocuk, çalış, çık, dışarı, dağ, zıpır, sis, süs, sağlam, saç,
sığır, katık, fısıl fısıl, efe, of, öğren, eksilt, kişi, keşkek, emek,
emmek, um, un, in, bin, ne, var, ver, vur, ev, davar, izle, iste,
işle, ye, yaş, arı, kuru, deri, begüm.

Osmanlı Alfabesi Üzerine Kısa Değerlendirme

Osmanlı alfabesinin kaynağı Arap alfabesidir. Farslar tarafından


tek noktalı üç harfinin ikişer nokta eklenerek üç noktalı harfler
biçimine sokulmasıyla genişletilmiş olan bu alfabe bize o yoldan
gelmiştir. Başlangıçta Türkçe için gerekli olanların seçilip
alınması ve yapılacak eklemelerle geliştirilmesi o günün
şartlarında mümkün olmamıştır. Bu alfabe, yukarıda gördüğümüz
gibi, Türkçenin ünsüzlerini karşılayacak işaretler bakımından
yeterli olmuş, ancak ünlü sistemini yansıtabilme imkânları
açısından son derecede yetersiz kalmıştır. Özellikle kalın-ince,
düz-yuvarlak denklikleriyle Türkçenin ahenkli ses düzenini kuran,
Şekil başka dillere göre çok sayıdaki ünlülerini aktarabilmek bu
alfabeyle hiçbir dönemde söz konusu olamamıştır. Yukarıda
’de yayınlanmış değindiğimiz gibi, zaman içinde Arapçanın farklı sesleriyle ilgili
Bizim Kırâ’at adlı ilkokul
2. sınıf okuma kitabının işaretlerini de kullanarak yapılmak istenen düzenlemeler de
kapak sayfası. verimsiz kalmış, Türkçenin ses düzeninin tarihî gelişim
sürecindeki durumunu yansıtmaya yarayacak sistemli bir yapıya
dönüşememiştir. Öte yandan Arapça ve Farsçadan alınma
kelimelerin Türkçeleşme süreçleri, değişimler zamanında büyük
ölçüde yazılışa aktarılamadığı için, izlenemez durumda kalmış,
daha sonra ele alacağımız bu mesele Osmanlı Türkçesinin bir
karma dil görüntüsü kazanmasına yol açmıştır. Bununla birlikte
bu durum arınma döneminde oldukça yararlı olmuş ve günlük dile
inip de halklılaşamamış, üst seviyedeki edebiyat dilinde yabansı
kalmış kelimeler ile gramer biçimleri kendiliğinden ve kolayca
tasfiye edilmiştir. Yabancı asıllı kelimelerin yabansı yönleri ile
bunların Türkçeleşme sürecinde geçirdikleri başlıca değişmeler 2.
Ünite'de ele alınacaktır.

25 

YAZI TÜRLERİ
Bugünkü Latin asıllı alfabenin kabulüne kadar yüzyıllarca
kullanılmış olan yazı, Arap alfabesine dayanır. Araplar, İranlılar
ve Türkler tarafından kullanılmış olan bu alfabeyle yazılan yazı,
tarih içinde işlenmiş, geliştirilmiş ve çeşitlenerek çok sayıda yazı
türü ortaya çıkmıştır. Bunlar arasında en eskisi özellikle Kur’an
yazmakta en çok kullanılmış bir yazı türü olan nesihtir. Bu yazı
ayrıca, dinî kitaplar başta olmak üzere, her türlü kitabın
yazılmasında ve çoğaltılmasında XVII. yüzyıla kadar Türkler
tarafından tercih edilen bir yazı türü olmuştur. Çoklukla yardımcı
yazı işaretlerinin kullanıldığı bu yazının harfleri düzgün, açık
seçik, dolayısıyla okunaklıdır. Türklerde bu yazının ilk büyük
ustası Şeyh Hamdullah, ikincisi ise Hafız Osman'dır. Matbaanın
kullanılmaya başlamasından sonra dizgi için hazırlanan harf
kalıpları bu yazının ustaları tarafından yazılmış harflere dayanır.

Şekil

XV. Yüzyıl şairlerinden


Ahmed-i Dâ’î
Divanı’ndan nesih yazı
örneği.

Çok kullanılmış bir yazı türü de sülüstür. Nesihe çok benzer;


ancak harfleri daha büyük ve çizgileri kalındır. Harflerin başları,
gözleri, ağızları ve dişleri daha belirgin ve gelişmiş bir biçim
kazanmış, daha derli toplu bir görünüşe bürünmüştür. Nesih gibi
harekeli olan bu yazıda harekeler daha açıktır ve özgürce
çizilmiştir. Düz bir hat oluşturacak biçimde yazıldığı gibi, daha
Şekil 1,6 çok yazanın zevkine ve estetik ilhamına göre yazıya türlü biçimler
verilir. İstiflenen yazıda kalan boşluklar birtakım şekillerle
Cumhuriyetin ilk doldurulur. Bu yazının da en ünlü ustaları Şeyh Hamdullah ve
yıllarında yayımlanmış
Hafız Osman'dır. Levhalarda ve bilhassa kitap ve son dönem
Yeni Kitâb adlı derginin
kapağından sülüs yazı
dergi kapaklarında çok kullanılmıştır. Aşağıda bu yazının bir
örneği. örneği verilmiştir.

26 

Şekil

Târîh-i Edebiyât-ı
Osmâniyye adlı kitabın
kapağından sülüs yazı
örneği

Eskilik bakımından üçüncü yazı taliktir. Bu yazının başlıca


özelliği harflerin eğik yazılması, kuyruk kısımlarının
uzatılmasıdır. Aslında sülüsten geliştirilmiştir. Bu yazı türü de
Osmanlılar döneminde Türkler tarafından işlenip yeni bir
güzelliğe büründürülmüş, özellikle Yesarî-zâde elinde estetik
yönden en olgun seviyeye çıkarılmıştır. Osmanlı taliki İran
talikinden çarpıcı biçimde farklıdır, bu yüzden İranlılar Türk
talikine nestalik adını vermişlerdir. Kitap yazmakta da
kullanılmış olan bu yazıda hareke kullanılmazdı.

Şekil

XVIII. yüzyıl şairi Osman


Sürurî’nin Divan’ından
talik yazı örneği.

Bu üç yazı yanında söz etmemiz gereken bir yazı türü de


oldukça geç bir tarihte ortaya çıkmış, rık’a adı verilen türdür.
Zamandan tasarruf ihtiyacından doğmuş, günlük işlerde
kullanılan, çabuk yazmaya elverişli bir yazı idi. Bu yazıda, daha
önce kısaca değindiğimiz gibi, şekillerin ayrıntıları yok edilmiş;
sülüs yazıdaki eliflerin ucunda bulunan saçaklar (zülfeler)
düşmüş, gözlü harflerin gözleri kapatılmış, dişli harflerin dişleri
düzlenmiş, iki noktalar çizgiye, üç noktalan ters v'ye
dönüştürülmüş, eğri çizgiler düzleşmiş, ya da şın ve nun'da oldu
gibi, kırılarak köşeli duruma getirilmiştir. Bu yazıyı kullanan,
sanat kaygısı gütmezdi, amacı hızla ve bir an önce yazacağını
kâğıda dökmekti. Bununla birlikte bu yazının da güzeli ve güzel
yazanları vardı. Tanzimat dönemi paşalarından Âlî Paşa ve Fuat
Paşa'nın yazdıkları rık’anın çok güzel olduğu ve bu yazıya yeni
bir üslup kazandıran hattat İzzet Efendi'nin onların yazılarını
inceledikten sonra gerekli gördüğü ekleme ve düzeltmelerle bu
yeni üslubu geliştirdiği söylenir. Osmanlıların resmî yazısıydı.
Günlük yazışmalarda ve haberleşmelerde kullanılmış, her okur
yazarın öğrendiği ve kullandığı bir yazı türü olmuştur. Özensiz,
çabuk yazılmış olanını okumak oldukça güçtür. Rık’a yazısının iri

27 

ve büyük yazılan türleri yoktur. Bununla birlikte, aşağıda güzel
bir örneğini göreceğiniz gibi, kitap başlıklarında ve ilanlarda,
biçimce herhangi bir değişiklik göstermeyen, yalnızca boyutça
büyütülmüş olarak kullanılmıştır.

Şekil

Bizim Kırâ’at'ten rık’a


örneği.

28 

Özet

Osmanlı Türkçesinin Türkçenin hangi tarihî dönemi olduğunu


açıklayabilmek.
Osmanlı Türkçesi XIII. yüzyıldan sonra Anadolu'da gelişmeye
başlayan bir yazı dilinin ikinci dönemine verilen addır. Bu dönem
tarih olarak XVI-XX. yüzyılları içine alır. “Eski Osmanlıca”,
“Eski Türkye Türkçesi”, “Eski Anadolu Türkçesi” gibi adlar
verilmiş olan önceki dönem bu yazı dilinin emekleme ve gelişme
dönemidir. Bir yandan devlet dili, öte yandan ise edebiyat dili
olarak bu yüzyıllarda büyük bir gelişme göstermiş, çok zengin
anlatım imkânları kazanmış olan bu dil iki Doğu dilinden, Arapça
ve Farsçadan çok miktarda kelime, ayrıca gramer şekilleri almış,
karma bir dil görüntüsüne bürünmüştür. Ancak bu görüntü dilin
üst seviyede kullanımıyla ilgilidir. Okumuş, kültürlü, sanatsever
bir sınıfın edebiyat dili olarak geliştirdiği bu üst seviyeli dil,
aslında hiçbir zaman konuşma dili yerine geçmemiştir. Bu
yüzyıllarda da önceki dönemde olduğu gibi, Oğuz boylarının
konuşma diline dayanan bir halk dili ve edebiyatı var olmuş,
ancak bu dil de kendi yatağında gelişip değişerek sokak diline
göre farklılaşan bir şehirli diline dönüşmüştür. İşte Osmanlı
Türkçesi denildiği zaman anlaşılması gereken bu iki seviyede var
olmuş ve gelişmiş olan dildir.

Yazı ve yazım arasındaki ilişki ve farkı ayırt ederek, Osmanlı


Türkçesi yazımıyla ilgili ön bilgileri sıralayabilmek.
Yazı bir dilin alfabesini oluşturan harflerle yardımcı kimi
işaretleri de kullanarak bilgi, düşünce ve duyguları anlatmanın
aracıdır, bir işaretler sistemidir. Bu işaretler dilin konuşma
seslerini ortalama değerlerle aktarır. Zengin ses çeşitlerini
göstermekte hiçbir zaman yeterli olamaz. Bunun yanında dilde
zaman içinde meydana gelen ses değişmelerini aktarmak
bakımından da yetersiz kalır; çünkü alfabeler gerektikçe
değişikliğe uğratılamaz, tek şekilliliğe eğilimlidir. Yazım ise,
alfabenin uygulamasıdır. Bir dilin değişik ses örgülerinden oluşan
birimlerinin sabitleşmiş biçimlerini aktarmaya yarar. Bu aktarma
işlemi yapılırken ortak ve gelenekleşmiş biçimler kullanılır.
Birtakım yardımcı şekillerle de desteklenen bu uygulama
anlatılmak istenenin doğru olarak algılanmasını sağlamak amacını
güder.

29 

Osmanlı Türkçesi alfabesini, bu alfabenin harflerinin yazıdaki
biçimlerini tanıyabilmek.
Osmanlı Türkçesi alfabesi Arap asıllı bir alfabe olup İranlıların
yaptığı birkaç katkıyla şekillenmiş ve Türkler tarafından bu
şekliyle kabul edilmiş bir alfabedir. Bu alfabenin harfleri yazıda
biçim değiştirir. Türkçeye uygulanmasında özellikle ünlü seslerin
karşılanması açısından yetersiz kalmış, Türkçe kelimelerin
yazılışında uyulan belli kurallar bulunmadığından farklı yazılış
biçimleri söz konusu olmuştur. Bu ünitede verilen bilgiler daha
çok Türkçenin seslerini karşılama açısından alfabenin
değerlendirilmesine dayanmaktadır.

Başlıca yazı türlerini görerek, Türkçe yalın kelimeleri yazabilmek


ve okuyabilmek.
Arap harfleri ile yazılan yazı zaman içinde geliştirilmiş, işlenmiş
ve birçok yazı türü ortaya çıkmıştır. Bunlardan bir kısmı süsleme
amaçlı olarak geliştirilmiştir. Başta Kur’an metni olmak üzere
daha çok dinî kitapların yazılmasında kullanılan yazı nesih adıyla
anılan yazı türüdür. Hareke denilen yardımcı işaretlerin de
kullanıldığı bu yazı doğru ve kolay okumayı amaç edinmiştir.
Türkler tarafından da yazma kitaplarda en çok bu yazı
kullanılmıştır. Bu yazının boyutça büyüğüne sülüs denir. Daha
çok camilerde, türbelerde, kitabelerde ve levhalarda, basma kitap
kapaklarında, gazete başlıklarında vb. yerlerde kullanılmış süslü
bir yazıdır. Çok kullanılan bir yazı türü de taliktir. Bu da kitap
yazmakta nesih kadar kullanılmış, ayrıca sanat amaçlı olarak en
çok taş üzerine yazılan kitabelerde uygulanmıştır. Oldukça geç bir
dönemde geliştirilmiş olan bir yazı türü de rık’adır. Günlük
yazışmalarda çabuk yazmaya elverişli bir yazı olarak
geliştirilmiştir.

30 

Kendimizi Sınayalım

1. Bir dilin başka bir dilden aldığı kelimeyi kendi ses düzenine
benzetmesine ne ad verilir?
a. Türkçeleştirme
b. Benzeştirme
c. Farklılaştırma
d. Sadeleştirme
e. Halklılaştırma

2. Aşağıdaki harflerden hangisi aynı zamanda ünlü yerine de


kullanılır?
a. ‫ن‬
b. ‫و‬
c. ‫ز‬
d. ‫ت‬
e. ‫ر‬

3. Aşağıdakilerin hangisinde ünlü yerine kullanılan harf yoktur?


a. ‫و ج‬
b. ‫ا ل‬
c. ‫ه م‬
d. ‫ك ق‬
e. ‫ی ر‬

4. Anlamlı birer kelime olarak da okunabilecek olan aşağıdaki


Türkçe tek heceli kelimelerin hangisinde ünlü için harf
kullanılmamıştır?
a. ‫ﻛﭻ‬
b. ‫ﺑﻴﻞ‬
c. ‫ﻗﻮل‬
d. ‫ﻳﺎش‬
e. ‫دﻩ‬

31 

5. Aşağıdaki harflerden hangisi Türkçe kelimelerin yazılışında
kullanılmaz?
a. ‫س‬
b. ‫ط‬
c. ‫ذ‬
d. ‫ص‬
e. ‫ز‬

6. Aşağıdaki harflerden hangisi şekilce benzerlik yönünden bir


öbek içinde yer almaz?
a. ‫چ‬
b. ‫ض‬
c. ‫ث‬
d. ‫ش‬
e. ‫ﻙ‬

7. Aşağıdaki harf birleşmelerinden hangisinin yazımı birleşme


bakımından yanlıştır?
a. ‫ﺏﺍ‬
b. ‫ات‬
c. ‫ﺟﻮ‬
d. ‫ﻳﯽ‬
e. ‫ﺗﻦ‬

8. Aşağıdakilerden hangisi, Arapçaya özgü bir sesi karşılayan


harf olduğu hâlde kimi Türkçe kelimelerde de kullanılır?
a. ‫د‬
b. ‫س‬
c. ‫ﻁ‬
d. ‫ت‬
e. ‫ل‬

32 

9. Aşağıdakilerden hangisi günlük hayatta kullanılan bir yazı
türünün adıdır?
a. Talik
b. Nesih
c. Reyhani
d. Rık’a
e. Sülüs

Aşağıdaki yardımcı işaretlerden hangisi bir harfin iki kez


okunmasını sağlar?
a. ‫ﹱ‬
b. ‫ﹹ‬
c. ‫ﹽ‬
d. ‫ﹿ‬
e. ‫ﹻ‬

33 

Okuma Parçası

ŞERMİN’İN ELİFBÂSI
- Elifbânı oku cicim.
- Elif, be, pe, te, se, cim, çim,
Ha, hı, dal, zel, sin . . . yok, zel, rı, Ze, je, sin, şın, sat, dat, tı, zı,
Ayın, gayın, fe, kaf, kef, lâm,
Yok, lâ; bir de gef var.
Bir de üç noktalı kef var.
- Hangi harfler kalındırlar?
- Ha, hı, sat, dat, tı, zı, ayın,
Gayın. - Peki, bir de kaf var.
En kalını ayın, gayın.
- Hangileri bitişmiyor
Kendinden sonrakine?
- Hoca yedi harf var, diyor:
Elif, dal, zel, rı, ze … yine.
Ben yoruldum artık!
- Peki yalnız söyle: hemze nedir?
- Hemze … hemze… Evet, o bir
Küçük ayın başıdır ki
E okunur, i okunur.
Ba’zan eliflere konur.
- Harf-i imlâ hangileri?
- Bilmiyorum!
- Yok, bilirsin.
- Elif, vav, he, ye değil mi?
Artık, nine, bana izin.
- Peki, yavrum, haydi oyna;
Koca bir âferin sana!
Tevfik Fikret

34 

Kendimizi Sınayalım Yanıt Anahtarı

1. e Yanıtınız doğru değilse, “Halk Dili” başlıklı kısmı yeniden


okuyunuz.
2. b Yanıtınız doğru değilse, “Ünlülerin Yazılışı” konusunu
yeniden okuyunuz.
3. d Yanıtınız doğru değilse, “Ünlülerin Yazılışı” konusunu
yeniden okuyunuz.
4. a Yanıtınız doğru değilse, “Ünlülerin Yazılışı” konusunu
yeniden okuyunuz.
5. c Yanıtınız doğru değilse, “Osmanlı Alfabesi İşaretlerinin
Latin Alfabesindeki Karşılıkları” başlıklı kısmı yeniden
okuyunuz.
6. e Yanıtınız doğru değilse, “Harflerde Şekilce Benzerlikler”
başlıklı kısmı yeniden okuyunuz.
7. a Yanıtınız doğru değilse, “Harflerin Bitişme Biçimleri”
başlıklı kısmı yeniden okuyunuz.
8. c Yanıtınız doğru değilse, “Osmanlı Alfabesi İşaretlerinin
Latin Alfabesindeki Karşılıkları” başlıklı kısmı yeniden
okuyunuz.
9. d Yanıtınız doğru değilse, “Yazı Türleri” konusunu yeniden
okuyunuz.
c Yanıtınız doğru değilse, “Yardımcı İşaretler” başlıklı kısmı
yeniden okuyunuz.

35 

Sıra Sizde Yanıt Anahtarı

Sıra Sizde 1
Yazdıklarınız, yan yana getirdiğiniz harfler bakımından farklı,
ancak ilk harfinin bitişmeyen harflerden biri olması açısından
aşağıdaki örneklere benzer olmalıydı:

‫ زث‬, ‫ ژج‬, ‫ دچ‬, ‫ ذد‬, ‫ اذ‬, ‫ ار‬, ‫ زژ‬, ‫ دس‬, ‫ وش‬, ‫ رص‬, ‫ ذض‬, ‫ رط‬, ‫ اظ‬, ‫وع‬
, ‫ اغ‬, ‫ دف‬, ‫ ژق‬, ‫ دك‬, ‫ ذل‬, ‫ ام‬, ‫ ون‬, ‫ دو‬, ‫ رﻩ‬, ‫ ای‬.

Sıra Sizde 2
Yazdığınız on kelime arasında şu örnekler yer alabilirdi:

‫ ﭘﻨﺰ‬, ‫ ﻧﱰ‬, ‫ ﭼﻨﺾ‬, ‫ ﺣﺒﺾ‬, ‫ ﺧﻨﺺ‬, ‫ ﻋﺒﺖ‬, ‫ ﻋﺘﺚ‬, ‫ ﻏﻨﺐ‬, ‫ ﻗﻔﻂ‬, ‫ ﻓﻔﻆ‬.

Sıra Sizde 3
Bugünkü alfabemizde Türkçenin ünsüz sesleri için 21 harf
bulunmaktadır. Osmanlı alfabesinde bu ünsüz sesleri karşılayan
asıl harfler olarak şu harflerin seçilmesi gerekirdi:

‫ز ی و ت ش س ر پ ن م ل ك ق ژهكغ ف د چ ج ب‬

Sıra Sizde 4
Verilen kelimeleri her ünlü harf için harf kullanmak suretiyle
aşağıda olduğu gibi yazmış olmalıydınız:

‫ آل‬, ‫ ﻗﺎل‬, ‫ ﻗﺎﻟﲔ‬, ‫ ﻗﺎردﻩﺵ‬, ‫ آرﺳﻼن‬, ‫ آﻟﻴﻖ‬, ‫ ال‬, ‫ ﻛﻞ‬, ‫ دﻳﻠﻪ‬, ‫ اﻳﻨﺠﻪ‬, ‫ ﻳﻴﻠﺪﻳﺰ‬,
‫اﻳﺸﻴﻖ‬, ‫اﻳﻠﻴﺠﻪ‬ , ‫ ﺻﲑﻳﻖ‬, ‫ ﺑﻴﻞ‬, ‫ اﻳﺖ‬, ‫ دﻳﺖ‬, ‫ ﺗﻴﱰﻩ‬, ‫ ﻗﻮی‬, ‫ﻛﻮز‬, ‫ ﺑﻮل‬, ‫ ﺗﻮت‬,
‫ﺳﻮس‬, ‫ﻛﻮﻧﻪﺵ‬, ‫ ﻛﻮﻣﻮش‬.

İleride okuyacağınız metinlerde bu kelimelerden en az üçünün


farklı biçimde yazılmış olduğunu göreceksiniz: ‫ﻛﻤﻮش ﻛﻮﻧﺶ ﻗﺎردش‬
ya da ‫ ﻛﻮﻣﺶ‬. Bu durumun sebebi, gördüğümüz gibi, Türkçe
kelimelerde ünlülerin yazılmasında belirli bir düzenin
bulunmamasıdır.

36 

Sıra Sizde 5
Türkçe kelimelerde ünlü ve ünsüzlerin kullanımıyla ilgili
öğrendiklerinize göre, verilen kelimeleri aşağıdaki gibi yazmış
olmanız gerekiyordu. Cevap anahtarını incelediğinizde çok sayıda
kelimenin iki türlü yazılmış olduğunu göreceksiniz. Bunun sebebi
hem ünsüz, hem de ünlü sesler için farklı harflerin kullanılabilir
olmasıdır. Bu da eski yazımdaki tutarsızlık ve düzensizliğin
göstergesidir.

‫ آﺑﻼ‬, ‫ آﻳﻮا‬, ‫ ﺑﺎﺗﺎق‬ya da ‫ ﺑﺘﺎق‬, ‫ ﺑﺎغ‬, ‫ ﭘﺎﺗﻼق‬, ‫ ﭘﲑﭘﲑ‬, ‫ ﺗﺎرﻻ‬ya da ‫ ﺗﺎرﻟﻪ‬,


‫ﻃﺎش‬, ‫ اﻳﻠﺮی‬ya da ‫ اﻳﻠﺮو‬, ‫ ﻃﺎﺷﯽ‬, ‫ ﺟﲑﻻق‬, ‫ ﺟﲑﺗﻼق‬, ‫ ﭼﻮﺟﻮق‬ya da
‫ﭼﻮﺟﻖ‬, ‫ ﭼﺎﻟﺶ‬, ‫ ﭼﻴﻖ‬, ‫ دﻳﺸﺎری‬ya da ‫ ﻃﻴﺸﺎری‬, ‫ داغ‬ya da ‫ ﻃﺎغ‬, ‫ زﻳﭙﲑ‬,
‫ﺳﻴﺲ‬, ‫ ﺳﻮس‬, ‫ ﺻﺎﻏﻼم‬, ‫ ﺳﺎچ‬ya da ‫ ﺻﺎچ‬, ‫ ﺻﻴﻐﲑ‬, ‫ ﻗﺎﺗﻴﻖ‬, ‫ ﻓﻴﺼﻴﻞ ﻓﻴﺼﻴﻞ‬, ‫اﻓﻪ‬
, ‫ اوف‬, ‫ اوﻛﺮن‬, ‫ اﻛﺴﻴﻠﺖ‬, ‫ ﻛﻴﺸﯽ‬ya da ‫ﻛﺸﯽ‬, ‫ﻛﺸﻜﻚ‬, ‫ اﻣﻚ‬, ‫ اﳑﻚ‬, ‫ اوم‬,
‫اون‬, ‫ اﻳﻦ‬, ‫ ﺑﲔ‬, ‫ ﻧﻪ‬, ‫ وار‬, ‫ وﻳﺮ‬, ‫ وور‬ya da ‫ اور‬, ‫ او‬ya da ‫ ﺃو‬, ‫ داوار‬ya da
‫ ﻃﻮار‬, ‫ اﻳﺰﻟﻪ‬, ‫ اﻳﺴﺘﻪ‬, ‫ اﻳﺸﻠﻪ‬, ‫ ﻳﯽ‬ya da ‫ ﻳﻪ‬, ‫ ﻳﺎش‬, ‫ آری‬, ‫ ﻗﻮرو‬ya da ‫ ﻗﻮری‬,
‫ دری‬, ‫ ﺑﻜﻮم‬.

Yararlanılan Kaynaklar

Deny, J. (). Grammaire de la Langue Turque, Dialecte


Osmanli. Paris.
Elöve, A. U. (). Türk Dili Grameri. İstanbul.
Meninski, F. à M. (). Grammatica Turcica, (Tıpkıbasım),
İstanbul, Simurg Yayıncılık.
Tevfik Fikret. Şermin. İstanbul: Karanfil Yayınevi.
Timurtaş, F. K. (). Osmanlı Türkçesi Grameri. İstanbul:
İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Yayınları.
Viguier, M. (). Elements de La Langue Turque.
Constantinople.

37 

OSMANLI TÜRKÇES‹NE G‹R‹fi

2
Amaçlar›m›z
Bu üniteyi tamamladıktan sonra;

• Osmanlı Türkçesi alfabesindeki ünlü ve ünsüz harflerinin ses değerle-


rini tanıyacak,
• Arapça ve Farsçaya özgü sesleri gösteren harflerle ortak sesleri karşıla-
yan harfleri ayırabilecek,
• Ünlü ve ünsüz sesler için kullanılmış olan birden çok işaretin ses nite-
liklerini değerlendirebileceksiniz.

Anahtar Kavramlar
• Ünlülerde Nitelik
• Ünlülerde Nicelik
• Ortalama Uzunluk
• Boğumlanma
• Ünsüzlerde Ton
• Ses Değerlerinde Halklılaşma

‹çerik Haritas›
• GİRİŞ
• TÜRKÇENİN ÜNLÜ SESLERİ
• ARAPÇA VE FARSÇADAN ALINMA KELİMELERDE ÜNLÜLER
• TÜRKÇENİN ÜNSÜZ SESLERİ
• ARAPÇA VE FARSÇADAN ALINMA KELİMELERDE ÜNSÜZLER

38
Alfabe ‹flaretlerinin
Ses De¤erleri

G‹R‹fi
Birinci ünitede Osmanlı Türkçesi döneminde kullanılan alfabeyi tanı-
mış, bu alfabedeki ses işaretlerinin (harflerin) bugünkü Latin asıllı al-
fabemizdeki karşılıklarını görmüş, Türkçenin ünlü ve ünsüz seslerinin
karşılanmasında bu alfabenin hangi işaretlerinin kullanıldığını gözden
geçirmiş, yeterliliği-yetersizliği üzerine değerlendirmede bulunmuştuk.
Bu ünitede ağırlıklı olarak bu dönemde dilimize girmiş çok sayıdaki ke-
limenin kaynak dilleri olan Arapça ve Farsçanın sesleri, bu seslerin ya-
zıya yansıtılmasında kullanılan işaretler, bunların Türkçe söyleyiş açı-
sından ses değerleri üzerinde duracağız.

TÜRKÇEN‹N ÜNLÜ SESLER‹


Ciğerlerden gelen havanın ağız boşluğundan geçerken ses yolunda bir
daralma ve kapanma olmaksızın alt çenenin, dilin ve dudakların aldığı
şekillere göre özellik kazanan seslerdir. Türkçemiz ünlü varlığı bakımın-
dan zengin bir dil olup, kendisine ahenk bakımından çok çarpıcı bir özel-
lik kazandıran uyumları bu zengin ünlüleri üzerine kuruludur. Yabancı
dillerin ünlülerini tanımadan önce dilimizin bu ünlülerini ve özellikleri-
ne göre sınıflandırılmasını hatırlamak, karşılaştırma yapabilmek açısın-
dan yararlı olacaktır.

Türkçenin bütün heceleri bir ünlüyle kurulur. Bu hece kurucu ünlüle-


rin sayısı 8'dir:
a e ı i o ö u ü

39
Niteliklerine Göre Ünlüler

Ünlülerimiz nitelik değerleri bakımından üç öbekte toplanır:


1. Dilin geriye çekilmiş ve ileri sürülmüş olmasına göre
çıkan ünlüler. Bu durum ünlülerin kalınlık-incelik
niteliklerini belirler. Geriye çekilmiş durumda çıkan
ünlüler kalın, ileri sürülmüş durumda çıkan ünlülerse ince
ünlülerdir:
a ı o u kalın, e i ö ü ince.
2. Dudakların düz ve yuvarlak durumuna göre çıkan ünlüler.
Bu durum da ünlülerin düzlük-yuvarlaklık niteliklerini
belirler. Dudakların düz ve yayvan bulunduğu durumda
çıkan ünlüler düz, yuvarlak ve büzülmüş durumunda
çıkanlarsa yuvarlak ünlülerdir:
a e ı i düz, o ö u ü yuvarlak.
3. Alt çenenin aşağı düşürülmesi ve yukarı çekilmesi ağız
boşluğunu genişletir ve daraltır. İşte bu iki duruma göre de
ünlüler genişlik-darlık özelliklerini kazanır:
a e o ö geniş, ı i u ü dar.
İşte ünlülerimizin ses yolundaki bu üç oluşum biçimi her ünlüye
üç ayrı özellik kazandırır, bu özellikler de kelime içinde hecelerin
sıralanmasında belli düzenleri meydana getirir.

Ünlülerde Nicelik

Ünlüler bir de nicelik bakımından taşıdıkları özelliklerine göre


çeşitlenir. Nicelik bir ünlünün duyulurluk süresiyle ilgili bir
özelliktir. Buna göre kısa, ortalama uzunlukta, ya da uzun
Ortalama uzunluk: Ne ünlülerden söz ederiz. Türkçemizin bütün ünlüleri ortalama
kısa, ne de uzun olan,
ikisi arasındaki olağan
uzunlukta ünlülerdir. Ne var ki Osmanlı Türkçesi döneminde
ve orta değeri anlatır. alınmış olan yabancı asıllı kelimelerle birlikte uzun ünlüler de
Bundan böyle ortalama konuşma dilimize girmiştir. Bugün yaşamakta olan bu ünlülerin
uzunluk yerine uzunluklarının yazıda gösterilip gösterilmemesi, hangi
kısaltılmış olarak
ortalama kullanılacaktır. durumlarda gösterilmesi gerektiği gibi konular yazımımızın
çözüm bekleyen konuları arasındadır. Şikâyetçi olunan söyleyiş
bozuklukları henüz benimsenebilir bir uzlaşma yolu bulunamamış
olan bu meseleden kaynaklanır.

40 

Aşağıdaki kelimelerin hecelerinde bulunan ünlüleri niteliklerine
göre sınıflandırınız:
ala, alım, elek, ekim, ılık, ıslak, ilik, istek, oy, boyun, öfke, ölüm,
ulak, ulu, tünek, tütün.

ARAPÇA VE FARSÇADAN ALINMA KELİMELERDE


ÜNLÜLER
İlk ünitede gördüğümüz gibi, Türkçe’nin 8 ünlüsü için eski
alfabenin sağladığı imkân 4 harf ( ‫ ) ی ه و ا‬ile hareke denilen
kimi yardımcı işaretlerdi. Bunlar aslında, önce Farsların, sonra da
Türklerin Arap yazısından almış oldukları imkânlardır. Demek ki
Arapçada da bu işaretler aynı zamanda ünlüler için kullanılmıştır.
İşte aynı harflerin hem ünlü işareti olarak, hem de ünsüz
değerlerini gösteren işaretler olarak kullanılması bir kelimenin
çoğu kez birkaç türlü okunabilmesine yol açar. Bu durum
Bağlam: Bir kelimenin kelimenin anlamca bağlamı göz önüne alınmadığında, yanlış
başka kelimelerle bir
arada bulunmasından
okuma, dolayısıyla da yanlış anlama sonucunu doğurur. Örnek
doğan anlamını olarak ‫ آل‬âl Arapçada “aile, ocak, soy sop; asker; serap” gibi
belirleyici ilişki ve
ortamdır. anlamlara gelir; ama aynı yazılış Türkçe “kırmızı” ya da “hile”
anlamındaki al için ortaktır. Bunun gibi Arapça ‫ ﺑﻮل‬bevl “işemek”
anlamındaki kelime Türkçe bol ya da bul gibi de okunabilir. ‫ﻣﻴﻞ‬
Arapçada hem meyl “eğilme, dönme; eğilim”, hem de mîl
“özellikle kadınların sürme çekmek için kullandıkları uzunca ince
metal çubuk” gibi okunabilir. Her ikisi de bu yazılışlarıyla
Osmanlı Türkçesi döneminde dilimize girmiştir. Aynı yazılış çok
sonraları Fransızcadan alınma “bir uzunluk ölçüsü birimi”
anlamındaki mil için de kullanılmıştır. ‫ ﺟﻮ‬Farsçada hem cev
“arpa”, hem de cû “akarsu, ırmak; arayan, araştıran” gibi
okunabilir. Aynı yazılış Arapçada cevv şeklinde okunan ve “gök
boşluğu” demek olan kelime için de geçerlidir. Verilen örneklere
benzer yüzlerce örnek sıralanabilir; ancak şu verilenler bile eski
alfabeyle yazılmış metinleri okurken ne derece dikkatli
davranmamız gerektiği konusunda bir fikir vermeye yeter.

Arapçanın Ünlüleri ve Yazılışları

Klâsik Arapçada uzunları da bulunan 3 ünlü vardır: a i u.


Ortalama uzunlukta olanların yazıda harf karşılıkları yoktur.

41 

Gösterilmek istendiğinde hareke denilen yardımcı işaretler
kullanılır. Daha önce gördüğümüz bu işaretlerin Arapçadaki
adları fetha (üstün), kesre (esre) ve zamme (ötrü)dir. Yardımcı
işaretlerin yazıda kullanılması genel olarak Kur’an yazımıyla
sınırlıdır; bir de alfabe öğretimi amacıyla yazılmış kitaplara
özgüdür. Bunlar aşağıda hem ait oldukları dildeki değerleri, hem
de Türkçedeki değer ve çeşitlenmeleri bakımından ele alınacaktır.
Not. Bu ünitede verilecek örnek kelimelerde bütün uzunluklar
için uzatma işareti kullanılacak, her ünsüz harf bugünkü
alfabemizde bulunan karşılığıyla yazılacak; örnek, kullanmakta
olduğumuz bir kelime ise, bugünkü yazılışı ayrıca parantez içinde
gösterilecektir. Bunun yanı sıra yapılacak açıklamalara bağlı
olarak kimi ses değerleri için özel işaretler kullanılacaktır:
kapalıca ve incelmiş bir a (= á) gibi.

1. a Ünlüsü ve Yazılışı
Bu ünlünün uzunluk bakımından ortalama ve uzun olmak üzere
iki türü vardır.
Ortalama a. Harekelerle işaretlenmiş metinlerde fetha (üstün) ile
gösterilir. Bu fetha kalın ünsüz harfleri denilen ‫ض ص خ ح‬
‫ ق غ ع ظ ط‬harflerinden sonra:

a. Türkçe a'dan biraz farklı, kapalıca ve incelmiş bir a (= á)


gibi seslendirilir:

‫ ﺣﺮف‬hárf, ‫ ﺧﱪ‬háber, ‫ ﺻﱪ‬sábr (sabır), ‫ ﺿﺮﺑﻪ‬dárbe, ‫ﻃﻠﺐ‬


táleb (talep), ‫ ﻇﻔﺮ‬záfer, ‫ ﻋﻘﻞ‬ákl, ‫ ﻏﺮب‬gárb, ‫ ﻗﻠﻢ‬kálem;

b. Diğer seslerle birlikte ise e'ye çok yakın bir ses verir:

‫ ﺗﺮك‬terk, ‫ ﺛﺒﺎت‬sebât (sebat), ‫ ﺟﻠﺐ‬celb (celp), ‫ درس‬ders,


‫ ذﻛﺎ‬zekâ, ‫ رﻓﺎﻩ‬refâh (refah), ‫ زﻫﺮ‬zehr “çiçek”, ‫ ﺳﺠﺪﻩ‬secde,
‫ ﺷﻬﺮ‬şehr (şehir), ‫ ﻓﺮد‬ferd (fert), ‫ ﻛﺴﺮﻩ‬kesre, ‫ ﻟﻮﺣﻪ‬levha,
‫ ﻣﻜﺘﻮب‬mektûb (mektup), ‫ ﳒﻢ‬necm “yıldız”, ‫وﺳﻮﺳﻪ‬
vesvese, ‫ ﻫﻴﺒﺖ‬heybet, ‫ ﻳﻮم‬yevm “gün”.

Kalın ünsüz harflerinin hece sonunda yer alması durumunda da


hece ünlüsünü gösteren fetha (üstün), á gibi okunur:

42 

‫ اﺣﻜﺎم‬áhkâm, ‫ اﺧﺒﺎر‬áhbâr, ‫ ﺑﺼﺮﻩ‬Básra, ‫ ﻓﺮض‬fárz, ‫ ﻏﻠﻂ‬gálát,
‫ ﻣﻈﻠﻮم‬mázlûm (mazlûm), ‫ ﻣﻌﻠﻮم‬má’lûm (malûm), ‫ﻣﻐﻠﻮب‬
máğlûb (mağlûp), ‫ ﻣﻘﱪ‬mákber.

Türkçeye girmiş olan Arapça kelimelerde söz konusu 9 harf


konuşma dilinde ünlünün söylenişi için yol göstericidir. Konuşma
dilinde bu ünlü Türkçenin kendi a'sıdır. Söyleyişçe
halklılaştırılmış olan bu ses, Arapça bilen şehirlinin dilinde
(İstanbul Türkçesinde) ise yabansı değeriyle zamanla kimi
kelimelerin söylenişine yerleşmiş ve varlığını bugüne dek
sürdüregelmiştir. Bugün bile; harfler, saati, sıhhatiniz, dikkatle
kelimelerinde görüldüğü gibi, kalın sıradan heceyi izleyen
hecelerin ince sıradan gelmeleri önceki hecedeki bu yabansı a
yüzündendir.

Kelime başında ‫ ا‬elif ile yazılır. Bu işaret tek başına bir ünlü
değeri taşımaz ve kısa ünlülerin işaretleri olan harekelerin
varlığını göstermek amacıyla kullanılır. Bu durumdaki elife
Kürsü. “Üzerine oturulan kürsü adı verilir. Kelime başındaki elif, aslında Arapçaya özgü
nesne, dayak”
anlamındaki bu kelime bir ünsüz olan ‫ ء‬hemze'nin kürsüsüdür ve bu ikisi birlikte hemze-
Arapça’nın hemze
elif ya da hemzeli elif diye anılır; ancak Araplar da bu elifi her
denilen ünsüz harfinin
üzerine oturtulması için zaman hemzeli yazmazlar. Hareke konulmamış bir kelimede bu
yazıda kullanılan ‫ ا‬elif ve elifin hangi kısa ünlü gibi okunması gerektiği bilinmez, bu
diş denilen küçük yüzden metinlerde çoğu zaman tereddütlere ve yanlış okumalara
çıkıntıya ( ‫ ) ﺋ‬verilen
addır.
yol açar.
Kelime başındaki ‫ا‬elif, konulmamış üstünüyle birlikte, ancak
yukarıda verdiğimiz harflerden önce a olarak okunur:

‫ اﲪﻖ‬ahmak, ‫ اﺧﻼق‬ahlâk (ahlâk), ‫ اﺻﻼ‬aslâ, ‫ اﺿﺪاد‬azdâd


“zıtlar”, ‫ اﻃﻠﺲ‬atlas, ‫ اﻇﻬﺮ‬azher “pek açık, pek belli”, ‫اﻋﺪاد‬
a’dâd “adetler, sayılar”, ‫ اﻏﻴﺎر‬ağyâr (ağyar) “yabancılar”,
‫ اﻗﻼم‬aklâm “kalemler”.

Türkçeye girmiş olan kelimelerde de çoklukla böyledir; ancak


kimi ünsüz seslerde bu kurallı durumun bozulduğu görülür:

‫ اﺿﺪاد‬azdâd yerine ezdâd, ‫ اﻃﻔﺎل‬atfâl “çocuklar” yerine


etfal, ‫ اﻃﺮاف‬atrâf yerine etrâf.

Kelime içinde, hareke için, ünsüz harfin kendisi kürsü


görevindedir. Yazıda konmayan üstün, harfin sesiyle birlikte a

43 

olarak okunur. Örnekler için yukarıda a sesinin tanıtımı sırasında
verilen örneklere bakınız.

Kelime sonunda ‫ ﻪ ه‬he ile yazılır; ancak bu he klâsik Arapçada


Ekleme te: Buna eski kimi kelimelerin sonunda yer alan ekleme te'ye dayanır. Aslında
gramerlerde tâ-i
merbûta (bağlı te) adı üzerine iki nokta konmuş bir he ( ‫ ) ﺔ‬biçiminde yazılan bu te,
verilmiştir.
ünsüz harfin harekesi olan üstün ile birlikte atun gibi okunur.
Ancak yazıda bu biçim değiştirilmiş, noktasız he ( ‫ ) ﻪ ه‬olarak
yazılmış, bu yazılış söyleyişe de yansıtılarak a gibi okunur
olmuştur:
fathatun yerine fatha (fetha), maddatun yerine madda (madde)
gibi.

Türkçe'ye alınan kelimelerde ise bu ‫ ﻪ ه‬he yalnızca kalın


harflerden sonra a olarak okunur:

‫ ﻣﻠﻴﺤﻪ‬Melîha (Meliha), ‫ ﻧﻔﺨﻪ‬nefha “üfürme, üfürük”, ‫ﺧﻼﺻﻪ‬


hulâsa, ‫ ﻋﺎرﺿﻪ‬ârıza (arıza), ‫ ورﻃﻪ‬varta “tehlike, uçurum”,
‫ ﳊﻈﻪ‬lahza, ‫ ﻧﻔﻘﻪ‬nafaka gibi.

Bununla birlikte, birçok kelimede bu ekleme te Türkler


tarafından ünsüz bir ses olarak okunmuş ve alfabedeki asıl
biçimiyle yazılmıştır:

‫ ﺻﺪاﻗﺖ‬sadâkat (sadakat), ‫ ﺷﻔﺎﻋﺖ‬şefâat (şefaat), ‫ﺑﻼﻏﺖ‬


belâgat gibi.
Uzun a. Arapça konuşanlar tarafından dar ve incelmiş, e'ye
yakın uzun bir ses gibi söylenir. Türkçede söyleyişçe
halklılaştırılmış ve ortalama açıklığa sahip niteliğiyle
söylenmiştir. Bununla birlikte Kur’an okuma eğitimi alanlar
Arapçadaki sesleri kendi nitelikleriyle çıkarma becerisi
kazandıklarından bu sesi de Araplar gibi söyleyebilirler. İşte
eskiden medrese eğitimi sırasında bu beceriyi kazanmış olanların
Türkçe bir metni (şiir ya da düz yazı) okurken de Arapça
kelimelerdeki bu uzun a'yı e'ye yakın söyledikleri, özellikle XVII.
ve XVIII. yüzyıl Osmanlıcası üzerine yabancılar tarafından
yazılmış gramerlerde belirtilmiştir.
Öte yandan a ünlüsünün uzunluğu edebiyat dilinde özellikle ve
özenle korunmuştur. Bu korumayı besleyen, eski şiirde
kullanılmış olan aruz vezni olmuştur. Şehirli okumuşların diline
de bulaşmış olan uzun söyleyişin açık hecelerde tutunup yerleştiği

44 

bugün bile birçok kelimede varlığını korumasından kolayca
anlaşılabilir:
şikâyet, rivâyet, nâmus, nâme, hâsılat, siyâset gibi.
Kapalı hecelerdeki uzunlukların ise hecenin kapalı kaldığı
durumlarda korunduğunu ileri sürmek oldukça zordur:
deccal, fettan, hisar, kitap, silah, meydan gibi.
Hece ekleşme ile açıldığında, yukarıdaki örnek kelimelerde
olduğu gibi, kaybolan uzunluk geri gelmez:
deccalı, fettanı, hisarı, kitabı, silahı, meydanı gibi.
Kimi kelimelerde ise uzunluk yeniden varlık kazanır:
civar, ama: civârı, etraf, ama etrâfa, karar, ama karâra,
misal, ama misâli gibi.
Osmanlı Türkçesi döneminin ortak konuşma dilinde bu sesin
açık hecelerde bile kısalarak söyleyişte büyük ölçüde halklılaştığı
söylenebilir:
kabâhat değil kabahat, nebâhat değil nebahat, cerâhat değil
cerahat gibi.
Ağızlardaki halklılaşmış örnekler daha eski ve halklılaştırmada
daha ileri bir seviyeyi yansıtır. Bunlar işleyen sürecin ortak
kullanıma giren ilk örnekleridirler:
câhillik yerine cahıllık, zâlimlik yerine zalımlık gibi.
Arap yazısında a sesinin uzunluğunu göstermek için elif harfi
kullanılır. Bütün ünsüz harfleri yanındaki elif Arapçada her zaman
uzun bir a olarak okunur:

‫ ﺑﺎﻃﻞ‬bâtıl (batıl), ‫ ﺗﺎﺟﺮ‬tâcir (tacir), ‫ ﺟﺎﻫﻞ‬câhil (cahil), ‫ﺣﺎﻛﻢ‬


hâkim, ‫ ﺧﺎﻟﻖ‬hâlık, ‫ داﻫﯽ‬dâhî (dâhi), ‫ ذاﺗﯽ‬zâtî (zatî), ‫ راﺿﯽ‬râzî
(razı), ‫ زاوﻳﻪ‬zâviye (zaviye), ‫ ﺳﺎﻛﻦ‬sâkin (sakin), ‫ ﺷﺎﻛﺮ‬şâkir
(şakir), ‫ ﺻﺎﱀ‬Sâlih (Salih), ‫ ﻗﻀﺎ‬kazâ (kaza), ‫ ﻃﺎﻟﻊ‬tâli‘ (talih),
‫ ﻇﺎﱂ‬zâlim (zalim), ‫ ﻋﺎﱂ‬âlim, ‫ ﻏﺎﻓﻞ‬gâfil (gafil), ‫ ﻓﺎﺗﺢ‬fâtih
(fatih), ‫ ﻛﺎﺗﺐ‬kâtib (kâtip), ‫ ﻻﻳﻖ‬lâyık (lâyık), ‫ ﻣﺎﺟﺮا‬mâcerâ
(macera), ‫ ﻧﺎدر‬nâdir (nadir), ‫ واﻟﯽ‬vâlî (vali), ‫ دﻳﺎﻧﺖ‬diyânet
(diyanet).

45 

Kısaltılmış elif: Eski Arapça’da ‫ ا‬elif'ten başka, yalnızca kelime sonlarında
gramerlerdeki adı elif-i
maksûre’dir.
bulunabilen ikinci bir uzunluk işareti daha vardır; üstünle okunan
bir ünsüz harfin önüne gelen ‫ ﻯ‬ye. Buna kısaltılmış elif denir:

‫ دﻋﻮی‬da‘vâ, ‫ ﻣﻌﻨﯽ‬ma‘nâ, ‫ ﻓﺘﻮی‬fetvâ gibi.

Böyle adlandırılmasının sebebi Arapçada bu a'nın kısa


sayılmasıdır. Bununla birlikte söyleyişte bu ses Türkçe a'dan
uzundur. Türkçe okuyuşta bu ‫ ﻯ‬ye'nin ‫ ا‬elif 'ten farkı yoktur.

Uzatılmış elif: Eski Kelime başında ‫ ﺁ‬medli elif ile yazılır. Bu elife uzatılmış elif
gramerlerdeki adı elif-i
memdûde’dir. denir: ‫ آدم‬âdem, ‫ آﻟﺖ‬âlet, ‫ آﻣﺮ‬âmir “buyurucu” gibi.

Uyarı. Türkçe kelimelerde ön ses durumundaki a'nın da ‫ﺁ‬


medli elif ile yazıldığını görmüştük. Demek ki aynı işaret Osmanlı
yazısında iki ayrı değer için kullanılmıştı.
Kelime içinde ünsüz harfin önüne konan ‫ ا‬elif ile gösterilir:

‫ آداب‬âdâb, ‫ آﻣﺎل‬âmâl “emeller”, ‫ آﻓﺎق‬âfâk “ufuklar”, ‫ﻛﺮاﻣﺖ‬


kerâmet, ‫ ﺳﻼﻣﺖ‬selâmet gibi.

Kelime sonunda kalan elifler de uzun a değerindedir; ancak


bunlar çoğu kez hecenin iç sesidirler ve önlerinde kelimenin bir
ünsüz sesi olan ‫ ء‬hemze yer alır. Türkçe yazımda bunlar
düşürüldüğünden elif sonda kalmış olmaktadır:

‫ ﺑﻨﺎ‬- ‫ ﺑﻨﺎء‬binâ, ‫ ﺟﻔﺎ‬- ‫ ﺟﻔﺎء‬cefâ gibi.

Not. Arapçada aslında Türkçedeki e'ye benzer bir ünlü yoktur.


Yukarıda geçen kalın ünsüz harfleri dışında kalan öteki ünsüz
harflerinde, eğer konmamışsa, gerçekte olması gereken üstün
kapalı, incelmiş, e'ye yakın söylenen bir ünlü değerindedir. Başka
bir deyişle, bu harfler üstünlü okunduğunda e'ye yakın bir ünlü ile
birlikte okunmuş olur. Bu durum ünsüz harfinin hem kelimenin
başında hem de içinde olması durumunda geçerlidir:

‫ ﺑﺮﻛﺖ‬bereket, ‫ ﺟﺰا‬cezâ, ‫ دوا‬devâ, ‫ ذوق‬zevk, ‫ ﺳﻼﻣﺖ‬selâmet,


‫ ﺷﻔﻘﺖ‬şefkat, ‫ ﻓﻨﺎ‬fenâ, ‫ ﻛﺮم‬kerem, ‫ ﻟﻴﻼ‬leylâ, ‫ ﻣﻜﺎن‬mekân, ‫ﻧﺰاﻛﺖ‬
nezâket, ‫ وﻓﺎ‬vefâ, ‫ ﻳﺰﻳﺪ‬yezîd.

Arapçada kelime sonundaki bu ünlü sesi gösteren harf ise,


yukarıda a'nın kelime sonundaki yazılışıyla ilgili açıklamamızda
46 

Yuvarlak te: Eski yer alan ‫' ﻪ ه‬dir. İşte aslı yuvarlak te (‫ ) ﺓ ﺔ‬olan bu işaret üstteki
gramerlerde tâ-i gird
diye geçer. örneklerde bulunan ünsüz harflerinin üstünü yerine geçer ve bu
harflerden sonra eklenir. Aynı zamanda ünsüz harfi olması
Biçimce he: Eski
gramerlerde hâ-i yüzünden, bu gibi yerlerde kullanıldığında bu işarete biçimce he
resmiye denilirdi. denmiştir:

‫ ﺧﺮاﺑﻪ‬harâbe, ‫ ﻗﺒﻠﻪ‬kıble, ‫ ﺣﻜﺎﻳﻪ‬hikâye, ‫ دﺳﻴﺴﻪ‬desîse, ‫ﻗﻬﻮﻩ‬


kahve, ‫ ﺟﺎﺋزﻩ‬câize gibi.

Örneklerin Latin harfli yazılışlarında da görüldüğü gibi,


Arapçanın bu e'ye yakın söylenen a ünlüsü Türkçede söyleyişçe
halklılaştırılmış ve söz konusu ünsüz harflerinin önünde kendi
olağan e sesine dönüştürülmüştür.

2. i Ünlüsü ve Yazılışı
Arapçada ı ünlüsü bulunmaz, bütün ünsüz seslerle birlikte
duyulan ses i’dir. Bu ünlünün de Arapçada ortalama ve uzun
olmak üzere iki türü vardır.
Ortalama i. Yazıda bir harfle varlığı belirtilmez, bir ünsüz
harf esre (kesre) denilen harekeyle okunduğunda duyulmuş olur:

‫ ﺑﻼل‬bilâl, ‫ ﲡﺎرت‬ticâret, ‫ ﺩﻳﺎر‬diyâr, ‫ زﻳﺎرت‬ziyâret, ‫ ﻛﺒﺎر‬kibâr,


‫ ﻟﺴﺎن‬lisân, ‫ ﻣﺜﺎل‬misâl, ‫ وﺻﺎل‬visâl gibi.

Kelime başında i, esreli okunan bir ‫( ا‬elif)’tir. Kimi zaman bu


elifin altına ‫ ء‬hemze de konur; o zaman ses değeri taşımaz,
yalnızca bir ünsüz harfi olan hemzenin bulunduğu yeri gösteren
bir çizgiden başka bir şey değildir. Altında hemze
bulunmadığında ise, kelime başında bir ünlü (hareke)
bulunduğunu göstermek üzere yazılmış olur ve esre'nin ses
değerini yüklenir:

‫ اﻛﺮام‬- ‫ ﺇﻛﺮام‬ikrâm gibi.

Kelime içinde harfle gösterilmez, sesin değerini taşıyan hareke


esredir ve kelimenin ünsüz harfi bu esrenin kürsüsü yerindedir:

‫ ﻓﻜﺮ‬fikr (fikir), ‫ ﻛﱪ‬kibr (kibir), ‫ ﻛﱪ‬kiber “büyüklük”, ‫ﻏﺎﻟﺐ‬


gâlib (galip), ‫ ﻣﻌﺮﻓﺖ‬ma‘rifet (marifet) gibi.

Daha önce verdiğimiz kalın ünsüz harflerinden birinin yer


aldığı hecede esre, Türklerce ı okunur:

47 

‫ ﺧﻴﺎﻧﺖ‬hıyânet, ‫ ﺻﺮاط‬sırât (sırat) “yol, geçit”, ‫ ﻣﻀﺮ‬muzırr
“zarar verici”, ‫ ﻛﺎﻇﻢ‬Kâzım, ‫ ﻃﺐ‬tıbb (tıp), ‫ ﻇﻞ‬zıll “gölge”,
‫ ﻗﻄﻌﻪ‬kıt‘a (kıta) gibi.

Bununla birlikte bu ünsüz harflerinin değerlerinde Türkçe


söyleyişte meydana gelen değişmeler, birlikte bulundukları
ünlüleri de etkilemiştir. Bunlara aşağıda ünsüzlerle ilgili
açıklamalar arasında yer verilecektir.
Uzun i. Arapçada belli bir uzunlukta söylenen bir sestir.
Alınan kelimeler yoluyla bu uzunluk Türkçeye de geçmiştir.
Özellikle edebiyat dilinde özenle korunmuş, bu korumayı eski
şiirde kullanılmış olan aruz desteklemiştir. Şehirli okumuşların
günlük diline de bulaşmış olan uzun söyleyişin daha çok açık
hecelerde tutunduğu ileri sürülebilir. Bugün birçok kelimede
yaşamaktadır:

‫ اﳚﺎب‬îcâb (icap), ‫ اﳚﺎد‬îcâd (icat), ‫ ﻓﻀﻴﻠﺖ‬fazîlet (fazilet),


‫ ﻏﻨﻴﻤﺖ‬ganîmet (ganimet) gibi.

Kapalı hecelerdeki uzunluklar ortak söyleyişte herhâlde


başlangıçtan beri varlığını koruyamamıştır:

‫ اﺳﲑ‬esîr değil esir, ‫ ﲨﻴﻞ‬Cemîl değil Cemil, ‫ رذﻳﻞ‬rezîl değil


rezil, ‫ ﻛﺮﱘ‬Kerîm değil Kerim, ‫ ﻣﺮﻳﺾ‬marîz değil mariz, ‫ﳝﲔ‬
yemîn değil yemin, ‫ ﺗﺄﺛﲑ‬te’sîr değil tesir gibi.

Kapalı heceler ekleşme ile açıldığında, a'da olduğu gibi,


kaybolan uzunluk bugün çoğu kez geri gelmez. Yukarıda verilen
örneklerin hepsinde böyledir. Kimi kelimelerde ise uzunluğun
yeniden canlandığı görülür:

‫ ﺗﻨﻘﻴﺪﻧﺪﻩ‬tenkîdinde, ‫ ﺗﺸﻜﻴﻠﻪ‬teşkîle (ama: teşkilât) gibi.

Açık hecede kısalan bu sesin düştüğü örnekler bile


bulunmaktadır: hazîne'nin hazne, hazna oluşu gibi. Bu örneği
Farsça âşinâ’nın ağızlarda aşna (aşna fişne'deki) olması destekler.
Düşen ses her ikisinde de kısa ve vurgusuz bir sestir.
Osmanlı Türkçesi döneminin ortak konuşma dilinde, bugün
olduğu gibi, bu sesin açık hecelerde bile kısalarak söyleyişte
büyük ölçüde halklılaştığı söylenebilir. Ağızlar halklılaştırmanın
en eski örneklerini saklar. Yukarıda da kaydettiğimiz gibi, bunlar
yabancı kelimelerin halklılaşma süreci bakımından en eski

48 

örnekler sayılır. Bunların önceleri ortak dilde geniş bir yaşama
alanı buldukları şüphesizdir.
Şunu da belirtelim ki, Osmanlı Türkçesi'nin gramerini yazmış
olan yabancı gramercilerin değerlendirmede en kararsız kaldıkları
konu uzun ünlülerin söylenişteki değerleri olmuştur.
Halk diliyle yazılmış eski metinlerde söyleyişteki değişmeleri
izlemek açısından çarpıcı örnekler bulunmaktadır.
Bu ince ünlünün uzunluğu, yazıda, aynı zamanda bir ünsüz
harf olan ‫ ی ﻳ‬ye ile gösterilmiştir.

Kelime başında ‫ ﺍﻳ‬biçiminde yazılır. Ortalama i'de olduğu gibi, ‫ا‬


(elif) burada da esreli hemze'nin yerini tutmaktadır. Bu durumda
ye, esre'nin, yani i'nin uzunluğunu gösterir:
îcâd (icat), îfâ (ifa), îrâd (irat) “gelir”, îzâh (izah) gibi.
Kelime içinde bir ünsüz harften sonra o harfin esre'sinin, yani i
olan ünlüsünün uzun okunduğunu göstermek üzere yine ‫ ﻳ‬ye ile
yazılır:

‫ﻛﺒﲑ‬ kebîr (kebir), ‫ ﻧﺘﻴﺠﻪ‬netîce (netice), ‫ ﺧﺰﻳﻨﻪ‬hazîne


(hazine), ‫ دﻓﻴﻨﻪ‬defîne (define), ‫ اﺳﲑ‬esîr (esir), ‫ ﺷﺮﻳﻒ‬Şerîf
(Şerif), ‫ ﻛﺮﱘ‬Kerîm (Kerim) gibi.

Kelime sonunda da ‫ ﻯ‬ye ile gösterilmiştir:

‫ ﻋﻠﻤﯽ‬ilmî, ‫ ﻧﺎﺟﯽ‬Nâcî (Naci), ‫ ﺑﺎﻗﯽ‬Bâkî (Baki), ‫ ﻋﺎﺻﯽ‬âsî (asi),


‫ ﻓﺮدی‬ferdî, ‫ ﻗﺎﺿﯽ‬kâdî (kadı), ‫ راﺿﯽ‬râzî (razı) gibi.

Türkçe söyleyişte sondaki bu uzun ünlü de değişikliklere


uğratılmıştır. Kısa söylenmesi için yukarıdaki son iki örnek (kadı,
râzı) çarpıcıdır.

3. u Ünlüsü ve Yazılışı

Arapçanın bu tek yuvarlak ünlüsünün de ortalama ve uzun olmak


üzere iki türü bulunmaktadır.
Ortalama u: Ünsüz harfin ötrülü (zammeli) okunuşuyla
duyulan bir sestir.

49 

Kelime başında ötrülü hemze değerindeki ‫( ا‬elif) ile yazılır: ‫اﻓﻖ‬
ufuk, ‫ اﺻﻮل‬usûl, ‫ اﻓﻮل‬ufûl “görünmez olma, batma” gibi.

Kelime içinde harfle belirtilmez, bir ünsüz harfin ötrülü


okunuşuyla duyulan sesten ibarettir: ‫ ﺣﻀﻮر‬huzûr, ‫ ﺧﺴﺮان‬husrân,
‫ ﻗﺮﺑﺎن‬kurbân, ‫ ﺑﻌﺪ‬bu‘d “uzaklık”, ‫ ﻗﺮب‬kurb “yakınlık”, ‫ ﻇﻠﻢ‬zulm
(zulüm) gibi.
Osmanlı Türkçesine alınmış kelimelerin sonunda bulunmaz.
Arapçanın tek yuvarlak ünlüsü olan bu ortalama u, Türkçede
çeşitlenmiş, dört yuvarlak ünlü değeriyle söylenir duruma
gelmiştir. Bu da yabancı kelimelerin söyleyişçe
halklılaştırılmasından başka bir şey değildir:

‫ ﺣﺮﻣﺖ‬hurmat yerine hürmet ve hörmet,

‫ ﺧﺴﺮان‬husrân yerine hüsrân,

‫ ﻋﻤﺮ‬umr yerine ömür,

‫ ﻋﻤﺮ‬Umar yerine Ömer,

‫ ﻋﺜﻤﺎن‬Usmân yerine Osmân,

‫ ﻧﻘﻄﻪ‬nukta yerine nokta

‫ ﻟﻘﻤﻪ‬lukma yerine lokma

‫ ﺻﺤﺒﺖ‬suhbat yerine sohbet

‫ ﻋﺬر‬uzr yerine özür

‫ ﻤﺖ‬tuhmat yerine töhmet

‫ ﺷﻬﺮت‬şuhrat yerine şöhret

‫ ﻣﻬﻠﺖ‬muhlat yerine mühlet, möhlet gibi.

50 

Uzun u. Ötrü işaretinin karşıladığı ünlünün uzun okunduğunun
belirtisi olmak üzere yazıda her zaman ‫( ﻭ‬vav) ile gösterilmiştir.

Kelime başında ‫ او‬şeklinde yazılır. ‫( ا‬elif), ötrülü hemze


yerindedir, ‫( ﻭ‬vav) ise, u gibi okunan ötrünün uzunluğunu
göstermek amacıyla konmuştur: ‫ اوﻻ‬ûlâ “birinci” gibi.

Kelime içindeki yazılışı açık ve kapalı hecelerde ötrülü okunan


ünsüz harf önüne katılan ‫( ﻭ‬vav) iledir:

‫ ﺻﻮرت‬sûret, ‫ ﻗﺒﻮل‬kabûl, ‫ ﺟﺴﻮر‬cesûr, ‫ ﺿﺮورت‬zarûret, ‫ ﻃﻮر‬Tûr


gibi.
Kelime sonunda bulunmaz; ancak kimi Arapça kelimelerin
sonunda yer alan ‫( ّﻭ‬şeddeli vav), önceki ünsüz harfinin ötrüsü
önünde uzunluk gösteren bir işleyiş yüklenerek Türkçede bu gibi
kelimelerin son hecelerinin uzun u gibi okunmasına yol açmıştır:
‫ﻋﺪو‬
ّ aduvv yerine adû “düşman”, ‫ﻋﻠﻮ‬ ّ uluvv yerine ulû “yükseklik”
gibi. Türkçe okunuşta ortaya çıkan bu durum bu kelimelerin
metinlerde aldığı Türkçe eklerden açıkça anlaşılmaktadır: ‫ﻋﺪوﻳﻪ‬
adû-ya, ‫ ﻋﻠﻮﺳﯽ‬ulû-su gibi.

Bugün kullanmakta olduğumuz Arapça asıllı kelimelerde ünlü


uzunlukları genel olarak gösterilmez. Aşağıdaki kelimeleri
inceleyerek hangi hecelerin ünlülerinin uzun söylendiğini
belirleyiniz ve harf karşılıklarını kullanarak bu kelimeleri yazınız:
ticaret, ifa, zaruret, ifade, ima, akide, Tuba, Nuri.

Farsçanın Ünlüleri ve Yazılışları

Farslar Müslüman olduktan sonra Arap alfabesini almışlar, kendi


dillerine özgü ünsüz sesler için kimi işaretlere küçük eklemeler
yaparak bu alfabeyi genişletip kullanmışlardır. Türklerin daha
sonra alıp benimsedikleri alfabe, bu alfabedir.
Farsçaya alınmış olan çok sayıda Arapça kelimenin yazılışının
korunması, üç dilin yazımında büyük ölçüde ortaklık meydana
getirmiştir. Türkçede olduğu gibi, Farsçada da yazıda görülen
ayrılık alfabenin kendi kelimelerine uygulanmasında, daha
doğrusu kendine özgü seslerin aktarılmasında ortaya çıkar.

51 

Farsçada 3 ünlü vardır: a, i, u. Bunların hem nitelik, hem de
nicelik bakımından çeşitleri bulunmaktadır: a, â, é, î, ê, û, ô.
Nicelik bakımından çeşitlilik olağan olarak Farsçada da uzunluk
değerinin yazıya yansıtılması ihtiyacını doğurmuştur.
Ünlü uzunlukları Farsça yazımda da aynı harflerle
gösterilmiştir:

‫ ی وا‬.
1. a Ünlüsü ve Yazılışı

Farsçanın a'sı söylenişçe Arapçanın kapalı ve incelmiş a'sına


benzer; yani a ile e arasında, Türkçenin e'sinden daha açık bir ses
olarak söylenir. Bu ses Osmanlı Türkçesinde söylenişte
benimsenmemiştir. Azerî Türkçesi Arapça ve Farsça asıllı kimi
kelimelerde belli ünsüz seslerle birlikte bugün de bu sesi
kullanmaktadır:

‫ ﺣﺮﻛﺖ‬háreket, ‫ ﺧﺴﺘﻪ‬háste, ‫ ﺻﻤﺪ‬sámed , ‫ ﻇﻔﺮ‬záfer, ‫ﻋﺴﻜﺮ‬


ásker gibi.
Bu ünlünün nicelik bakımından ortalama ve uzun olmak
üzere iki türü vardır. Buna bir de ‫ ﺥ‬hı önündeki ortalama a'dan
gelişmiş bir o sesini katmak gerekir. Aşağıda her biri ayrı ayrı ele
alınmıştır.
Ortalama a. Arapçanın a'sına benzer. Farslar da bu sesi a ile e
arası bir sesle, açık bir e gibi söylerler:

‫ ﺧﺮ‬hár “eşek”, ‫ ﭼﺮخ‬çárh “çark”, ‫ ﻃﺸﺖ‬táşt “geniş leğen”,


‫ ﺧﺴﺘﻪ‬hástá (hasta), ‫ اﺳﱰ‬ástár “katır”, ‫ ﺩر‬dár “kapı” gibi.

Türkler Farsçadan aldıkları kelimelerde bu sesi çeşitlendirip


kalın ve ince ünsüz harflerine göre kendi a ve e'leri gibi
söylemişlerdir:
har, çark, taşt, hasta, ester, der “kapı” gibi.
Kelime başında bu sese karşılık gelen işaret, harekeli yazıda

‫( اﹶ‬üstünlü elif), harekesiz yazıda ise yalnızca ‫( ا‬elif)'tir:

‫ اﺑﺮ‬ebr “bulut”, ‫ اﺑﺮو‬ebrû “kaş”, ‫ اژدرﻫﺎ‬ejderhâ, ‫ اﺧﻜﺮ‬ahger


“ateşli kül, ince kor”, ‫ اﺧﱰ‬ahter “yıldız”, ‫ اﺳﺐ‬esb “at”, ‫اﺷﻚ‬
eşk “göz yaşı” gibi.

52 

Kelime içinde bir ünsüz harften sonra harfle gösterilmez,
ünsüz harf üstünlü okunarak varlığı belirtilmiş olur:

‫ ﲞﺖ‬báht, ‫ ﲞﺶ‬báhş “pay, kısmet”, ‫ ﭼﺸﻢ‬çeşm “göz”, ‫ درد‬derd


(dert), ‫ رﻓﺘﺎر‬reftâr “yürüyüş, gidiş”, ‫ زرد‬zerd “sarı”, ‫ ﺷﺐ‬şeb
“gece” gibi.

Kelime sonunda, Arapça ve Türkçede olduğu gibi, ‫ ﻪ ه‬ile


yazılır:

‫ آﻫﺴﺘﻪ‬âheste, ‫ ﺑﺴﺘﻪ‬beste “bağlı”, ‫ دﺳﺘﻪ‬deste, ‫ ﭼﺮﻣﻪ‬çerme “kır


at”, ‫ ﲣﺘﻪ‬tahta, ‫ ﺧﺴﺘﻪ‬hasta, ‫ زردﻩ‬zerde, ‫ ﻛﻨﺪﻩ‬gende “kokmuş, pis
kokulu” gibi.

Ortalama a'dan gelişmiş bir ünlü: o . Farsçada yalnız ‫( ﺥ‬hı)


ile başlayan ünlüsü ortalama a'lı kapalı hecelerde, bir de uzun
okunmayan bir vav'ın kalıntısı olarak o ünlüsü bulunmaktadır. Bu
gibi kelimelerde vav, eski Farsçadaki bir tür ‫( ﺥ‬hı)'nın
söyleyişteki yuvarlak niteliğini (‫ = ﺧﻮ‬hv) belirtmek için yazıda
kullanılmıştır: ‫ ﺧﻮش‬hoş (eski söylenişi: hvaş), ‫ ﺧﻮر‬hor (eski
v
söylenişi: h ar) gibi.
Bu gibi kelimelerdeki bu ünlünün Osmanlı Türkçesi dönemi
Türkçe metinlerinde birkaç türlü yazılmış olduğu görülür:

a. ‫( و‬vav) ve ‫( ا‬elif) ile: ‫ ﺧﻮاب‬hvâb “uyku”, ‫ ﺧﻮاﺟﻪ‬hvâce “hoca,


önder”, ‫ ﺧﻮان‬hvân “sofra”, ‫ ﺧﻮار‬hvâr “aşağı, zavallı; yiyen,
içen”, ‫ اﺳﺘﺨﻮان‬ustuhvân “kemik” ;

b. yalnız ‫( و‬vav) ile: ‫ ﺧﻮﺟﻪ‬hoca, ‫ ﺧﻮن‬hon, ‫ ﺧﻮر‬hor;

c. yalnız ‫( ا‬elif) ile (günlük dille yazılmış klasik yazımı


aktarmayan metinlerde) : ‫ ﺧﺎب‬hâb, ‫ ﺧﺎن‬hân, ‫اﺳﺘﺨﺎن‬
üstühân.
Bu yazılışlar belli sayıdaki bu kelimelerin Türkçedeki söyleniş
biçimlerini yansıtır ve gerçekleşen değişmelere işaret eder.
Uzun a. Farsça konuşanlarca a ile o arası uzun bir sesle
söylenir. Osmanlı Türkçesi bu sesi de almamış, kendi a'sına
dönüştürmüştür.

53 

Not. Bu ses bugünkü Özbek yazı dilinin dayandığı Taşkent
Özbekçesine geçmiştir. Güneydoğu Anadolu ağızlarında da
bulunmaktadır.

Kelime başında Arapçadaki gibi ‫( ﺁ‬medli elif) ile yazılır

‫ آب‬âb, ‫ آﺑﺎد‬âbâd “bakımlı, bayındır”, ‫ آﻛﺎﻩ‬âgâh (Agah) “bilgili,


uyanık”, ‫ آوارﻩ‬âvâre (avare) “başı boş” gibi.

Uyarı. Aynı işaretin Türkçede uzun olmayan a için


kullanıldığını hatırlayalım.
Kelime içinde bir ünsüz harften sonra ‫(ا‬elif) ile karşılanır:

‫ ﺑﺎر‬bâr “yük; meyve”, ‫ ﺟﺎﻧﺎن‬cânân “sevgili”, ‫ ﭘﺎرﻩ‬pâre


“parça”, ‫ ﭼﺎرﻩ‬çâre, ‫ دارو‬dârû “ilaç”, ‫ راﺳﺖ‬râst “doğru”, ‫ زار‬zâr
“inleme, inleyiş”, ‫ ژاﻟﻪ‬jâle “çiğ, şebnem”, ‫ ﻛﺸﺎدﻩ‬küşâde
“açılmış, açık”, ‫ ﻛﺎر‬kâr “iş” gibi.

Kelime sonunda uzunluğu gösteren yine ‫( ﺎ ﺍ‬elif)' tir:

‫ ﺧﺎرا‬hârâ “kaya, sert taş”, ‫ داﻧﺎ‬dânâ “okumuş, bilgili”, ‫ﻛﺎﻻ‬


kâlâ “kumaş”, ‫ واﻻ‬vâlâ “yüksek, yüce” gibi.

2. i Ünlüsü ve Yazılışı

Farsçada bu ünlünün de ortalama ve uzun türleri vardır.


Ortalama i . Farslar tarafından i ile e arasında, kapalı bir e (é)
gibi söylenir. Bu söyleniş Arapçadan alınma kelimelere de
uygulanmıştır: éhsân (ihsan) gibi.

Kelime başında harekesiz yazıda yalnızca ‫( ﺍ‬elif) ile yazılır. Bu


durumda elif, ‫( ﹻ‬esre)'nin yerini tutmuş olur:

‫ اﺳﺘﺎدﻩ‬istâde “kalkmış, ayaklanmış”, ‫ اﺷﻜﻨﺠﻪ‬işkence gibi.

Kelime içinde harfle gösterilmez, esreli okunan ünsüz harfiyle


varlığı ortaya çıkarılmış olur:

54 

‫ ﺷﻜﺴﺘﻪ‬şikeste “kırık, kırılmış”, ‫ ﻛﺮان‬girân “ağır”, ‫ ﭼﺮاغ‬çirâğ
“lamba”, ‫ ﺧﺮد‬hired “akıl”, ‫ ﻛﻞ‬gil “çamur, balçık”, ‫ ﻛﺮدﻩ‬girde
“yuvarlak çörek, kirde” gibi.
Kelime sonunda, söyleniş değeriyle ilgili olmak üzere,
Farsçaya özgü bir yazılışı vardır, ‫ ﻪ ه‬ile yazılır:

‫ ﭼﻪ‬çi “ne”, ‫ ﻛﻪ‬ki, ‫ ﻧﻪ‬ni gibi.

Uzun i. Arapçanın uzun i'sinden farklı değildir; ancak


Farsçanın eski dönemlerinde kapalı, uzunca bir e gibi de
söylenmiştir: ‫ ﺷﲑ‬şêr “arslan”, ‫ ﺳﲑ‬sêr “tok; dolu” gibi. Uzun i gibi
okunduğunda, uzunluğu gösteren ‫ ﻳ‬ye harfine yâ-i ma‘rûfe (belirli
ye) adı verilmiş, uzunca e olarak okunduğunda ise aynı ye'ye yâ-i
mechûle (belirsiz ye) denmiştir.
Türkçede ê sesine yer verilmemiş, bu gibi kelimeler ya uzun i
ile ya da ortalama e ile söylenmiştir. Osmanlı Türkçesi üzerine
gramer yazan Batılılar bu duruma değinmişlerdir.

Not. Eski metinlerde karşılaştığımız en çarpıcı örnek ‫ دﻳﻮ‬dêv


“şeytan” kelimesidir. Bu kelimenin bir yandan dîv okunmasını
gerektirecek gibi ‫ دﻳﻮ‬, bir yandan da dev okunduğuna işaret eder
biçimde ‫ دﹶو‬, ‫ دو‬olarak yazıldığı görülür.

Kelime başında, Arapça kelimelerdeki gibi, ‫ اﻳ‬biçimiyle


yazılır:

osmanli_turkcesi_sozlugu

OSMANLI TÜRKÇESİ SÖZLÜĞÜ<br />

Prof. Dr. Mehmet KANAR<br />

funduszeue.info<br />

1


funduszeue.info<br />

A<br />

â (F.) ‏[آ]‏ 1.ünlem edatı ey, hey. funduszeue.info kelimenin arasına girerek, anlamı<br />

pekiştiren yeni kelimeler türetmeye yarayan orta ek.<br />

a’dâ (A.) ‏[اعدا]‏ düşmanlar.<br />

a’dâd (A.) ‏[اعداد]‏ sayılar.<br />

â’ik (A.) ‏[عائق]‏ engel.<br />

a’lâ (A.) ‏[اعلی]‏ en yüksek, en yüce.<br />

a’lâf (A.) ‏[آلاف]‏ otlar.<br />

a’lâl (A.) ‏[اعلال]‏ funduszeue.infoıklar. funduszeue.infoer.<br />

a’lâm (A.) ‏[اعلام]‏ funduszeue.infolar. 2.özel isimler.<br />

a’lem (A.) ‏[اعلم]‏ en iyi bilen.<br />

a’mâ (A.) ‏[اعمی]‏ kör.<br />

a’mâk (A.) ‏[اعماق]‏ derinlikler.<br />

a’mâl (A.) ‏[اعمال]‏ işler, ameller, davranışlar.<br />

a’mâr (A.) ‏[اعمار]‏ 1.ömürler. funduszeue.infoşlar.<br />

a’nî (A.) ‏[اعنی]‏ yani.<br />

a’râb (A.) ‏[اعراب]‏ Araplar, çöl arapları.<br />

a’râbî (A.) ‏[اعرابی]‏ çöl arabı.<br />

a’râz (A.) ‏[اعراض]‏ belirtiler.<br />

2


a’sâb (A.) ‏[اعصاب]‏ sinirler.<br />

a’sâr (A.) ‏[اعصار]‏ yüz yıllar.<br />

a’şâr (A.) ‏[اعشار]‏ öşür vergileri, onda birler.<br />

a’şârî (A.) ‏[اعشاری]‏ ondalık.<br />

a’vec (A.) ‏[اعوج]‏ yamuk, eğri büğrü.<br />

a’ver (A.) ‏[اعور]‏ tek gözlü.<br />

a’yâd (A.) ‏[اعياد]‏ bayramlar.<br />

a’yân (A.) ‏[اعيان]‏ funduszeue.info gelenler, eşraf, sosyete. 2.gözler.<br />

a’yün (A.) ‏[اعين]‏ 1.gözler. 2.pınarlar.<br />

a’zâ (A.) ‏[اعضا]‏ 1.üyeler. funduszeue.infoar.<br />

a’zam (A.) ‏[اعظم]‏ en büyük.<br />

âb (F.) ‏[آب]‏ funduszeue.info funduszeue.info 3.ırmak. 4.tükürük. 5.özsuyu. funduszeue.info 7.döl suyu.<br />

funduszeue.info funduszeue.infolık. yüzsuyu. letafet, hava.<br />

âb (F.) ‏[آب]‏ Ağustos.<br />

âb -ı âbistenî ‏[آب آبستنی]‏ funduszeue.info; funduszeue.infoerin yetişmesine neden olan su.<br />

âb -ı adâlet ‏[آب عدالت]‏ funduszeue.info suyu; funduszeue.infoğruluğun bereketi.<br />

âb -ı ahmer ‏[آب احمر]‏ 1.kızıl su. 2.kırmızı şarap. 3.gözyaşı.<br />

âb -ı âteşîn ‏[آب آتشين]‏ funduszeue.infoşli su; 2.kırmızı şarap; 3.gözyaşı.<br />

âb -ı bâdereng ‏[آب باده رنگ]‏ 1.kızıl su. 2.gözyaşı, kanlı gözyaşı.<br />

âb -ı engûr ‏[آب انگور]‏ 1.üzüm suyu. 2.şarap.<br />

âb -ı harâbât خرابات]‏ ‏[آب (meyhane suyu) şarap.<br />

âb -ı kevser ‏[آب کوثر]‏ funduszeue.info suyu, 2.şarap.<br />

ab’âb (A.) ‏[عبعاب]‏ vantrolog.<br />

3


abâ (A.) ‏[عبا]‏ funduszeue.info yün kumaş. funduszeue.info<br />

âbâ’ (A.) ‏[آباء]‏ funduszeue.infor. funduszeue.infonler.<br />

âbâd (A.) ‏[آباد]‏ ebedler.<br />

âbâd (F.) ‏[آباد]‏ bayındır, mamûr.<br />

âbâd etmek/eylemek funduszeue.infoûr etmek. funduszeue.infoleştirmek. funduszeue.info vermek.<br />

âbâd olmak funduszeue.infoûrlaşmak. funduszeue.infoleşmek. funduszeue.info kavuşmak.<br />

âbâdân (F.) ‏[آبادان]‏ bayındır.<br />

âbâdânî (F.) ‏[آبادانی]‏ bayındırlık.<br />

âbâdî (F.) ‏[آبادی]‏ funduszeue.infoındırlık. funduszeue.info Hint kağıdı.<br />

âbâl (A.) ‏[آبال]‏ develer.<br />

âbân (F.) ‏[آبان]‏ Âbân ayı.<br />

abâpûş (A.-F.) ‏[عباپوش]‏ funduszeue.infoı. funduszeue.infoş. funduszeue.info<br />

âbâr (A.) ‏[آبار]‏ kuyular.<br />

âbcâme (F.) ‏[آبجامه]‏ su kabı.<br />

âbçîn (F.) ‏[آبچين]‏ peştemal.<br />

abd (A.) ‏[عبد]‏ funduszeue.info 2.köle.<br />

âbdân (F.) ‏[آبدان]‏ funduszeue.info kabı. funduszeue.info<br />

âbdâr (F.) ‏[آبدار]‏ funduszeue.info funduszeue.info funduszeue.infoş<br />

âbdendân (F.) ‏[آبدندان]‏ 1.bön. 2.âciz.<br />

abdest (F.) ‏[آبدست]‏ funduszeue.info funduszeue.infoa.<br />

abdesthâne (F.) ‏[آبدستخانه]‏ funduszeue.infot. funduszeue.info alınan yer.<br />

abdestlik (F.-T.) kısa cübbe.<br />

âbek (F.) ‏[آبک]‏ funduszeue.info 2.cıva.<br />

4


abes (A.) ‏[عبث]‏ saçma, abes.<br />

âbgîne (F.) ‏[آبگينه]‏ funduszeue.infol. funduszeue.info 3.sürahi. funduszeue.info 5.gözyaşı.<br />

âbgîr (F.) ‏[آبگير]‏ funduszeue.info funduszeue.info birikintisi.<br />

âbgûn (F.) ‏[آبگون]‏ funduszeue.info rengi. funduszeue.info<br />

abher (A.) ‏[عبهر]‏ funduszeue.info funduszeue.infokadeh çiçeği. funduszeue.infon.<br />

âbhîz (F.) ‏[آبخيز]‏ büyük dalga.<br />

âbhord (F.) ‏[آبخورد]‏ nasip.<br />

âbırû (F.) ‏[آبرو]‏ yüzsuyu.<br />

âbî (F.) ‏[آبی]‏ mavi.<br />

âbid (A.) ‏[عابد]‏ funduszeue.info eden. funduszeue.info adı.<br />

abîd (A.) ‏[عبيد]‏ funduszeue.info 2.köleler.<br />

âbidât ‏[آبدات]‏ anıtlar.<br />

âbide (A.) ‏[آبده]‏ anıt.<br />

âbidevî (A.) ‏[آبدوی]‏ anıtsal.<br />

âbile (F.) ‏[آبله]‏ funduszeue.info çiçeği. funduszeue.infoe. funduszeue.info kabarcığı.<br />

âbir (A.) ‏[عابر]‏ yaya.<br />

âbisten (F.) ‏[آبستن]‏ gebe.<br />

âbistengâh (F.) ‏[آبستنگاه]‏ döl yatağı.<br />

âbişhor (F.) ‏[آبشخور]‏ funduszeue.info yeri. funduszeue.info<br />

âbkâr (F.) ‏[آبکار]‏ funduszeue.info funduszeue.infoş.<br />

âbkeş (F.) ‏[آبکش]‏ funduszeue.info, su çeken. funduszeue.info<br />

âbnûs (F.) ‏[آبنوس]‏ abanoz.<br />

âbrâh (F.) ‏[آبراه]‏ su yolu, kanal.<br />

5


abraş (A.) ‏[ابرش]‏ alacalı.<br />

âbrîz (F.) ‏[آبریز]‏ funduszeue.infot. 2.ıbrık.<br />

âbşâr (F.) ‏[آبشار]‏ çağlayan.<br />

abûs (A.) ‏[عبوس]‏ somurtkan.<br />

âbühava (F.-A.) و هوا]‏ ‏[آب iklim.<br />

âbzih (F.) ‏[آبزه]‏ funduszeue.info kaynağı. 2.gözyaşı.<br />

âc (A.) [ ‏[عاج fildişi.<br />

âc (F.) ‏[آج]‏ ılgın ağacı.<br />

acâib (A.) ‏[عجائب]‏ tuhaf, ilginç, acaip.<br />

acâleten (A.) ‏[عجالة]‏ alelacele.<br />

aceb (A.) ‏[عجب]‏ funduszeue.infoık. funduszeue.info<br />

acebâ (A.) ‏[عجبا]‏ acaba.<br />

acele (A.) ‏[عجله]‏ acele.<br />

aceleten (A.) ‏[عجلة]‏ çarçabuk, alelacele.<br />

acem (A.) ‏[عجم]‏ funduszeue.info olmayan. funduszeue.infoı, acem.<br />

acemaşîran (A.) عشيران]‏ ‏[عجم Türk mûsikisinde bir makam.<br />

acemce (A.-T.) Farsça.<br />

acemî (A.) ‏[عجمی]‏ funduszeue.infomsiz, acemi. funduszeue.infoı.<br />

acemistan (A.-F.) ‏[عجمستان]‏ İran.<br />

acemiyân (A.-F.) ‏[عجميان]‏ funduszeue.infomsizler. funduszeue.infoılar.<br />

aceze (A.) ‏[عجزه]‏ düşkünler, âcizler.<br />

acîb (A.) ‏[عجيب]‏ tuhaf, acayip, ilginç.<br />

acîbe (A.) ‏[عجيبه]‏ şaşılacak şey.<br />

6


âcil (A.) ‏[عاجل]‏ acil.<br />

âcilen (A.) ‏[عاجلا]‏ derhal, acil olarak.<br />

acîn (A.) ‏[عجين]‏ macun, yoğurulmuş.<br />

âciz (A.) ‏[عاجز]‏ funduszeue.info funduszeue.info<br />

âcizâne (A.-F.) ‏[عاجزانه]‏ funduszeue.info funduszeue.infoçakgönüllüce.<br />

âcizî (A.-F.) ‏[عاجزی]‏ acizlik.<br />

âciziyyet (A.) ‏[عاجزیت]‏ acizlik.<br />

âcizleri (A.-T.) bendeniz, ben.<br />

acûl (A.) ‏[عجول]‏ aceleci.<br />

acûlâne (A.-F.) ‏[عجولانه]‏ acele acele.<br />

acûz (A.) ‏[عجوز]‏ funduszeue.inforı. funduszeue.infoı.<br />

acûze (A.) ‏[عجوزه]‏ funduszeue.inforı. funduszeue.infoı.<br />

âcür (F.) ‏[آجر]‏ funduszeue.infoğla. funduszeue.infot.<br />

acz (A.) ‏[عجز]‏ acizlik, çaresizlik, bir şey yapamama.<br />

âdâb (A.) ‏[آداب]‏ funduszeue.infor, terbiyeler. funduszeue.info yordam.<br />

adalât (A.) ‏[عضلات]‏ kaslar.<br />

adale (A.) ‏.‏‎funduszeue.info‏[عضله]‏ funduszeue.info<br />

adâlet (A.) ‏[عدالت]‏ adalet.<br />

adaletkâr (A.-F.) ‏[عدالتکار]‏ adil, adaletli.<br />

âdât (A.) ‏[عادات]‏ âdetler, alışkanlıklar.<br />

adâvet (A.) ‏[عداوت]‏ düşmanlık.<br />

adâvet etmek/eylemek düşmanlık gütmek.<br />

add (A.) ‏[عد]‏ sayma, görme, değerlendirme, kabul etme.<br />

7


addedilmek sayılmak, görülmek, değerlendirilmek.<br />

addetmek/eylemek saymak, görmek, değerlendirmek.<br />

addolunmak sayılmak, kabul edilmek.<br />

aded (A.) ‏[عدد]‏ sayı.<br />

adeden (A.) ‏[عددا]‏ sayıca.<br />

adedî (A.) ‏[عددی]‏ sayısal.<br />

âdem (A.) ‏[آدم]‏ funduszeue.info insan, Adem Peygamber. funduszeue.info, adam.<br />

adem (A.) ‏[عدم]‏ yokluk, bulunmama, adem.<br />

adem -i muvaffakiyet [ موفقيت ‏[عدم başarısızlık.<br />

adem -i muvazenet [ موازنت ‏[عدم dengesizlik.<br />

adem -i riâyet [ رعایت ‏[عدم uymama..<br />

adem -i te’lîfiyet [ تأليفيت ‏[عدم uzlaşamama, bir araya gelememe.<br />

adem -i teveccüh عدم توجه]‏ ] ilgisizlik.<br />

ademâbâd (A.-F.) آباد]‏ ‏[عدم yokluk ülkesi.<br />

âdemhâr (A.-F.) خوار]‏ ‏[آدم yamyam, insan yiyen.<br />

âdemî (A.-F.) ‏.‏‎funduszeue.infoğlu‏[آدمی]‏ funduszeue.infoık.<br />

âdemiyân (A.-F.) ‏[آدميان]‏ insanlar.<br />

âdemiyyet (A.) ‏[آدميت]‏ funduszeue.infoık. funduszeue.infoık.<br />

ades (A.) ‏[عدس]‏ mercimek.<br />

adese (A.) ‏[عدسه]‏ mercek.<br />

âdet (A.) ‏[عادت]‏ alışkanlık, âdet.<br />

âdeta (A.) ‏[عادتا]‏ basbayağı.<br />

âdeten (A.) ‏[عدتا]‏ âdet olarak, geleneklere göre.<br />

8


adhâ (A.) ‏[اضحی]‏ kurbanlar.<br />

âdi (A.) ‏[عادی]‏ sıradan, âdi, değersiz.<br />

adîd (A.) ‏[عدید]‏ birçok.<br />

adîde (A.) ‏[عدیده]‏ birçok.<br />

âdil (A.) ‏[عادل]‏ adaletli.<br />

adîl (A.) ‏[عدیل]‏ eşit, denk.<br />

âdilâne (A.-F.) ‏[عدلانه]‏ adilce.<br />

adîm (A.) ‏[عدیم]‏ yok olan.<br />

adîmülimkân (A.) الامکان]‏ ‏[عدیم imkânsız.<br />

âdiye (A.) [ ادیه ] alışılmış, sıradan.<br />

ع<br />

adl (A.) ‏[عدل]‏ adalet.<br />

adlâ’ (A.) ‏[اضلاع kenarlar.<br />

adlî (A.) ‏[عدلی]‏ adalet ile ilgili.<br />

adliyye (A.) ‏[عدليه]‏ mahkeme, adliye.<br />

adn (A.) ‏[عدن]‏ cennet.<br />

adû (A.) ‏[عدو]‏ düşman.<br />

âfâk (A.) ‏[آفاق]‏ ufuklar.<br />

âfâkî (A.) ‏[آفاقی]‏ funduszeue.info 2.şuradan buradan konuşma.<br />

âfât (A.) ‏[آفات]‏ afetler, belalar.<br />

âferîde (F.) ‏[آفریده]‏ yaratık, yaratılmış, mahluk.<br />

âferîdgâr (F.) ‏[آفریدگار]‏ yaratan, Tanrı.<br />

âferîn (F.) ‏[آفرین]‏ bravo, çok yaşa, aferin.<br />

âferîn (F.) ‏[آفرین]‏ yaratan.<br />

9


âferînende (F.) ‏[آفریننده]‏ yaratıcı.<br />

âferîniş (F.) ‏[آفرینش]‏ yaratılış.<br />

âfet (A.) ‏[آفت]‏ funduszeue.info, bela, felaket. 2.güzel sevgili.<br />

âfet -i cân [ ‏[آفت جان funduszeue.info belası. 2.güzel.<br />

âfet -i devrân [ ‏[آفت دوران 1.güzel, dilber.<br />

âfetengîz (A.-F.) انگيز]‏ ‏[آفت afet getiren.<br />

âfetresân (A.-F.) رسان]‏ ‏[آفت bela getiren.<br />

âfetzede (A.-F.) زده]‏ ‏[آفت belaya uğramış, afet görmüş.<br />

afîf (A.) ‏[عفيف]‏ iffetli.<br />

âfil (A.) ‏[آفل]‏ funduszeue.info 2.görünmez olan.<br />

âfitâb (F.) [ ‏[آفتاب güneş.<br />

âfitâbcemâl (F.-A.) [ جمال ‏[آفتاب güzel yüzlü, parlak yüzlü, yüzü güneş gibi<br />

parlayan, sevgili, maşuk.<br />

âfiyet (A.) ‏[عافيت]‏ esenlik.<br />

âfiyet bulmak sağlığına kavuşmak.<br />

afiyetbahş [ بخش ‏[آفيت afiyet verici.<br />

afrika (A.) ‏[افریقا]‏ Afrika kıtası.<br />

afsun (F.) ‏[افسون]‏ büyü, efsun.<br />

âftâb (F.) ‏[آفتاب]‏ güneş.<br />

âftâbe (F.) ‏[آفتابه]‏ ıbrık, su kabı.<br />

âftâbgîr (F.) ‏[آفتابگير]‏ güneş alan, güneş gören.<br />

âftâbî (F.) ‏[آفتابی]‏ güneşlik.<br />

âftâbrû (F.) رو]‏ ‏[آفتاب parlak yüzlü.<br />

10


afv (A.) ‏[عفو]‏ bağışlama, af.<br />

âgâh (F.) ‏[آگاه]‏ haberdar.<br />

âgâh etmek haberdar etmek.<br />

âgâh olmak haberdar olmak.<br />

âgâhî (F.) ‏[آگاهی]‏ haberdarlık.<br />

âgeh (F.) ‏[آگه]‏ haberdar.<br />

âgehî (F.) ‏[آگهی]‏ haberdarlık.<br />

âgîn (F.) ‏[آگين]‏ dolu.<br />

âgûş (A.) ‏[آغوش]‏ kucak.<br />

âğâliş (F.) ‏[آغالش]‏ kışkırtma.<br />

ağayân (T.-F.) ‏[آغایان]‏ ağalar.<br />

âğâz (F.) ‏[آغاز]‏ funduszeue.infoşlama. funduszeue.infoşlangıç.<br />

ağbiyâ (A.) ‏[اغبيا]‏ kalın kafalılar.<br />

âğişte (F.) ‏[آغشته]‏ bulaşmış, bulanık.<br />

ağlâl (A.) ‏[اغلال]‏ funduszeue.infouruklar. funduszeue.infoler.<br />

ağlât (A.) ‏[اغلاط]‏ hatalar.<br />

ağleb [(A.) احتمال]‏ ‏[اغلب çoğunlukla, genellikle, sık sık.<br />

ağleb -i ihtimâl احتمال]‏ ‏[اغلب büyük bir ihtimalle, büyük bir olasılıkla.<br />

ağnâ (A.) ‏[اغنی]‏ en zengin.<br />

ağnâm (A.) ‏[اغنام]‏ koyunlar.<br />

ağniyâ (A.) ‏[اغنيا]‏ zenginler.<br />

ağniye (A.) ‏[اغنيه]‏ şarkılar.<br />

ağrâs (A.) ‏[اغراس]‏ fidanlar.<br />

11


ağrâz (A.) ‏[اغراض]‏ maksatlar.<br />

ağsân (A.) ‏[اغصان]‏ dallar.<br />

ağşiye (A.) ‏[اغشيه]‏ funduszeue.infoer. funduszeue.info<br />

ağyâr (A.) ‏[اغيار]‏ yabancılar.<br />

ah (A.) ‏[اخ]‏ funduszeue.infoş. funduszeue.info<br />

âh (F.) ‏[آه]‏ funduszeue.info etme, feryat. funduszeue.info<br />

âh almak biri tarafından kendisine ilenilmek.<br />

âh ü zâr [ و زار ‏[آه âh edip inleme.<br />

âhâd (A.) ‏[آحاد]‏ birler.<br />

ahad (A.) ‏[احد]‏ bir.<br />

ahali (A.) ‏[اهالی]‏ halk, ahali, insan topluluğu.<br />

ahavât (A.) ‏[اخوات]‏ kızkardeşler.<br />

ahbâb (A.) ‏[احباب]‏ funduszeue.infor. funduszeue.info<br />

ahbap (A.) ‏[احباب]‏ dostlar, sevdikler.<br />

ahbâr (A.) ‏[اخبار]‏ haberler.<br />

ahcâr (A.) ‏[احجار]‏ taşlar.<br />

ahd (A.) ‏[عهد]‏ funduszeue.info, and. 2.çağ, devir. 3.söz verme.<br />

ahd -i atîk عتيق]‏ ‏[عهد Tevrat, Zebur ve Mezâmir.<br />

ahd -i cedîd جدید]‏ ‏[عهد İncil ve ekleri.<br />

ahdar (A.) ‏[احضر]‏ yemyeşil.<br />

ahdâs (A.) ‏[احداث]‏ funduszeue.info olaylar. funduszeue.infor. funduszeue.infoçler.<br />

ahdeb (A.) ‏[احدب]‏ kambur.<br />

ahdnâme (A.-F.) ‏[عهدنامه]‏ ahitname, antlaşma metni.<br />

12


ahdüpeymân (A.-F.) و پيمان]‏ ‏[عهد and.<br />

âhek (F.) ‏[آهک]‏ kireç.<br />

âhen (F.) ‏[آهن]‏ demir.<br />

âhendil (F.) دل]‏ ‏[آهن acımasız.<br />

âheng (F.) ‏[آهنگ]‏ funduszeue.info, ahenk. 2.eğlence.<br />

âheng -i esvât اصوات]‏ ‏[آهنگ ses uyumu.<br />

âhengdâr (F.) ‏[آهنگدار]‏ uyumlu.<br />

âhenger (F.) ‏[آهنگر]‏ demirci.<br />

âhenggüzâr (F.) [ گذار ‏[آهنگ uyumlu, ahenkli.<br />

âhenîn (F.) ‏[آهنين]‏ funduszeue.infoen. funduszeue.info gibi.<br />

âhenîndil (F.) ‏[آهنين دل]‏ funduszeue.infoı yürekli. funduszeue.infoğit.<br />

âhenk (F.) ‏[آهنگ]‏ ahenk, uyum.<br />

âhenkdâr (F.) دار]‏ ‏[آهنگ uyumlu, ahenkli.<br />

âhenkeş (F.) ‏[آهنکش]‏ miknatıs.<br />

âhenrüba (F.) ربا]‏ ‏[آهن miknatıs.<br />

âhensâ(y) (F.) سای]‏ ‏[آهن törpü.<br />

âher (A.) ‏[آخر]‏ başka, diğer.<br />

âheste (F.) ‏[آهسته]‏ yavaş, usul, ağır.<br />

âhestegî (F.) ‏[آهستگی]‏ yavaşlık.<br />

ahfâ (A.) [ فا ‏[اخ en gizli.<br />

ahfâd (A.) ‏[احفاد]‏ torunlar.<br />

ahger (F.) ‏[اخگر]‏ kor ateş.<br />

ahibbâ (A.) ‏[احبا]‏ dostlar, sevilenler; sevgililer.<br />

13


ahid (A.) ‏[عهد]‏ söz, yemin.<br />

ahidşiken (A.-F.) ‏[عهدشکن]‏ sözünden dönen, antlaşmayı bozan.<br />

âhîhte (F.) ‏[آهيخته]‏ kınından çıkmış, sıyrılmış.<br />

ahîr (A.) ‏[آخر]‏ son, en son.<br />

âhir -i kâr ‏[آخر کار]‏ funduszeue.infoa. funduszeue.infoç.<br />

âhirbîn (A.-F.) ‏[آخربين]‏ ileri görüşlü.<br />

âhire (A.) ‏[آخره]‏ son.<br />

ahîren (A.) ‏[اخيرا]‏ geçenlerde, son zamanlarda, son olarak.<br />

âhiret (A.) ‏[آخرت]‏ öbür dünya.<br />

âhiretlik (A.-T.) funduszeue.info kardeşi. funduszeue.info edinilen öksüz.<br />

âhirin (A.-F.) ‏[آخرین]‏ funduszeue.infou. funduszeue.infoiler.<br />

âhirkâr (A.-F.) ‏[آخرکار]‏ sonunda, nihayet.<br />

âhirülemr (A.) ‏[آخرالامر]‏ sonunda, işin sonunda.<br />

âhiz (A.) ‏[آخذ]‏ alan.<br />

ahize (A.) ‏[آخذه]‏ alıcı gereç.<br />

ahkâm (A.) ‏[احکام]‏ hükümler.<br />

ahlâf (A.) ‏[اخلاف]‏ halefler.<br />

ahlâk (A.) ‏[اخلاق]‏ huy, ahlak.<br />

ahlâk -ı amelî عملی]‏ ‏[اخلاق uygulamadaki ahlak anlayışı.<br />

ahlâk -ı hasene حسنه]‏ ‏[اخلاق iyi huy.<br />

ahlâk -ı nazarî نظری]‏ ‏[اخلاق teorideki ahlak anlayışı.<br />

ahlâk -ı zemîme [ لاق ذميمه ] kötü huy.<br />

اخ<br />

ahlâken (A.) ‏[اخلاقا]‏ ahlakça.<br />

14


ahlâkiyat (A.) ‏[اخلاقيات]‏ ahlak bilgisi.<br />

ahlâkiyûn (A.) ‏[اخلاقيون]‏ ahlakçılar.<br />

ahlâm (A.) ‏[احلام]‏ funduszeue.infoarışık rüyalar. 2.düşazmalar.<br />

ahlât (A.) ‏[اخلاط]‏ salgılar.<br />

ahlât -ı erba’a اربعه]‏ ‏[اخلاط dört özsuyu kan, salya, safra, dalak.<br />

ahmak (A.) ‏[احمق]‏ budala, aptal, ahmak.<br />

ahmakâne (A.-F.) ‏[احمقانه]‏ ahmakça.<br />

ahmakî (A.-F.) ‏[احمقی]‏ ahmaklık.<br />

ahmer (A.) ‏[احمر]‏ kırmızı, kızıl.<br />

ahrâm (A.) ‏[احرام]‏ funduszeue.info yerler. funduszeue.infoer. funduszeue.infoımlar, eşler.<br />

ahrâr (A.) ‏[احرار]‏ özgürler.<br />

ahrârâne (A.-F.) ‏[احرارانه]‏ özgürce.<br />

ahrâs (A.) ‏[احراس]‏ koruyucular, muhafızlar.<br />

ahret (A.) ‏[آخرت]‏ öbür dünya, ahiret.<br />

ahretlik (A.-T.) funduszeue.info kardeşi. funduszeue.info edinilen öksüz.<br />

ahsâs (A.) ‏[احساس]‏ duygular.<br />

ahsen (A.) ‏[احسن]‏ en güzel.<br />

ahşâ’ (A.) ‏[احشاء]‏ 1.iç organlar, 2.bölgeler, yöreler.<br />

ahşâb (A.>T.) ‏[اخشاب]‏ funduszeue.infoşap. funduszeue.infoeler.<br />

ahşâm (A.) ‏[احشام]‏ maiyet.<br />

ahtâb (A.) ‏[احطاب]‏ odunlar.<br />

ahtâr (A.) ‏[اخطار]‏ tehlikeler.<br />

âhte (F.) ‏[آخته]‏ 1.iğdiş edilmiş. 2.kınından çıkarılmış.<br />

15


ahter (F.) ‏[اختر]‏ yıldız.<br />

ahter -i dünbâledâr دنباله دار]‏ ‏[اختر kuyruklu yıldız.<br />

ahterbîn (F.) ‏[اختربين]‏ astrolog, yıldızbilimci.<br />

ahterşinâs (F.) ‏[اخترشناس]‏ yıldızbilimci.<br />

ahterşümâr (F.) ‏[اخترشمار]‏ 1.yıldızbilimci. funduszeue.infori uyuyamayan.<br />

ahu (A.) ‏[اخو]‏ kardeş.<br />

âhû (F.) ‏[آهو]‏ ceylan, karaca.<br />

âhûbere (F.) ‏[آهوبره]‏ ceylan yavrusu.<br />

âhûdil (F.) ‏[آهودل]‏ ödlek, korkak.<br />

âhund (F.) ‏[آخوند]‏ molla, hoca.<br />

âhûnigah (F.) ‏[آهونگاه]‏ ceylan bakışlı.<br />

âhur (F.) ‏[آخر]‏ ahır.<br />

âhuvân (F.) ‏[آهوان]‏ ceylanlar.<br />

âhûvâne (F.) ‏[آهوانه]‏ ceylan gibi.<br />

âhüvâh(F.) و واه]‏ ‏[آه feryat, sızlanma, hayıflanma.<br />

âhüvâveylâ (F.-A.) [ و واویلا ‏[آه feryat, âh çekme, figan etme.<br />

âhüzâr (F.) و زار]‏ ‏[آه âh çekip inleme.<br />

ahvâl (A.) ‏[احوال]‏ haller, durumlar.<br />

ahvâl -i âdiye [ عاد یه ‏[احوال olağan haller.<br />

ahvâl -i sıhhiye صحيه]‏ ‏[احوال sağlık durumu<br />

ahvef (A.) ‏[اخوف]‏ en korkunç.<br />

ahvel (A.) ‏[احول]‏ şaşı.<br />

ahyâ (A.) ‏[احيا]‏ diriler.<br />

16


ahyâl (A.) ‏[اخيال]‏ yılkılar.<br />

ahyânen (A.) ‏[احيانا]‏ arasıra, kimi zaman.<br />

ahyâr (A.) ‏[اخيار]‏ iyiler.<br />

ahyât (A.) ‏[اخياط]‏ iplikler.<br />

ahz (A.) ‏[اخذ]‏ alma.<br />

ahz ü kabul etmek alıp kabul etmek.<br />

ahzâb (A.) ‏[احزاب]‏ 1.kütleler. funduszeue.infoer. funduszeue.infoâb sûresi.<br />

ahzân (A.) ‏[احزان]‏ hüzünler.<br />

ahzar (A.) ‏[اخضر]‏ yeşil.<br />

ahzen (A.) ‏[احزن]‏ çok hüzünlü.<br />

ahzetmek almak.<br />

ahzüi’tâ (A.) و عطا]‏ ‏[اخذ alış veriş.<br />

ahzükabz (A.) و قبض]‏ ‏[اخذ alıp sahip çıkma.<br />

âid (A.) ‏[عائد]‏ funduszeue.info, ilişkin. funduszeue.info dönen.<br />

âidât (A.) ‏[عائدات]‏ gelirler, aidat.<br />

âide (A.) ‏[عائده]‏ kâr, kazanç, gelir.<br />

âika (A.) ‏[عائقه]‏ engel.<br />

âile (A.) ‏[عائله]‏ funduszeue.info 2.eş, karı.<br />

ailevî (A.) ‏[عائلوی]‏ aile ile ilgili.<br />

âjeng (F.) ‏[آژنگ]‏ buruşuk, cilt kırışığı.<br />

âk (A.) ‏[عاق]‏ serkeş.<br />

akab (A.) ‏[عقب]‏ funduszeue.info, art. funduszeue.info, ökçe.<br />

akabât (A.) ‏[عقبات]‏ funduszeue.infoşlar. funduszeue.infoeli anlar.<br />

17


akabe (A.) ‏[عقبه]‏ funduszeue.infoçilmesi güç geçit. funduszeue.infoş.<br />

akabinde (A.-T.) ardından.<br />

akâid (A.) ‏[عقائد]‏ inançlar, akideler.<br />

akâmet (A.) ‏[عقامت]‏ funduszeue.infoizlik, durgunlaştırma, aksatma. 2.kısırlık.<br />

akar (A.) ‏[عقار]‏ kazanç sağlayan mülk.<br />

akarât (A.) ‏[عقرات]‏ kazanç sağlayan mülkler, akarlar.<br />

akbeh (A.) ‏[اقبح]‏ çok çirkin.<br />

akd (A.) ‏[عقد]‏ 1.düğümleme, bağlama. funduszeue.info funduszeue.infoaştırma. funduszeue.info<br />

akdâh (A.) ‏[اقداح]‏ kadehler.<br />

akdâm (A.) ‏[اقدام]‏ ayaklar.<br />

akdedilmek yapılmak, uygulanmak, icra edilmek.<br />

akdem (A.) ‏[اقدم]‏ önce, önceki.<br />

akdes (A.) ‏[اقدس]‏ en kutsal.<br />

akdetmek/ eylemek yapmak, uygulamak, icra etmek, imzalamak, antlaşma<br />

yapmak, sözleşme yapmak.<br />

akıbet (A.) ‏[عاقبت]‏ son.<br />

âkıbetbîn (A.-F.) بين]‏ ‏[عاقبت sonu gören, ileri görüşlü.<br />

âkıbetendîş (A.-F.) اندیش]‏ ‏[عاقبت sonunu düşünen.<br />

âkıbetülemr (A.) [ عاقبت الا مر ] sonunda.<br />

âkıl (A.) ‏[عاقل]‏ akıllı, akıl sahibi.<br />

akıl (A.) ‏[عقل]‏ akıl.<br />

âkılâne (A.-F.) ‏[عاقل]‏ akıllıca.<br />

âkıle (A.) ‏[عاقله]‏ akıllı kadın.<br />

18


âkır (A.) ‏[عاقر]‏ 1.kısır. funduszeue.infoiz.<br />

âkid (A.) ‏[عاقد]‏ akit yapan.<br />

akîde (A.) ‏[عقيده]‏ inanç, akide.<br />

akîdefurûş (A.-F.) [ فروش ‏[عقيده inanç tüccarı.<br />

akîk (A.) ‏[عقيق]‏ akik taşı.<br />

âkil (A.) ‏[آکل]‏ yiyen.<br />

akîm (A.) ‏[عقيم]‏ 1.kısır. funduszeue.infoçsuz.<br />

akim kalmak gerçekleşememek, sonuçsuz kalmak.<br />

akis (A.) ‏[عکس]‏ yansıma, aksetme, akis.<br />

akl (A.) ‏[عقل]‏ akıl.<br />

akl -ı bâliğ بالغ]‏ ‏[عقل ergin.<br />

akl -ı evvel اول]‏ ‏[عقل Tanrı.<br />

akl -ı küll ‏[عقل کل]‏ funduszeue.infoğadaki genel uyum. funduszeue.infol.<br />

akl -ı mücerred مجرد]‏ ‏[عقل soyut akıl.<br />

akl -ı selim سليم]‏ ‏[عقل sağduyu.<br />

aklâm (A.) ‏[اقلام]‏ funduszeue.infoer. funduszeue.infoı gereçleri. funduszeue.info daireleri.<br />

aklen (A.) ‏[اقلا]‏ akılca.<br />

aklıselim (A.-F.) سليم]‏ ‏[عقل sağduyu.<br />

aklî (A.) ‏[عقلی]‏ akılca, akıl bakımından, rasyonel.<br />

akliyye (A.) ‏[عقليه]‏ akılcılık, rasyonalizm.<br />

akliyyûn (A.) ‏[عقليون]‏ akılcılar, rasyonalistler.<br />

akm (A.) ‏[عقم]‏ kısırlık.<br />

اق aylar. ] مار [ (A.) akmâr<br />

19


akmişe (A.) ‏[اقمشه]‏ kumaşlar.<br />

akrabâ (A.) ‏[اقرباء]‏ akraba, yakınlar.<br />

akran (A.) ‏[اقران]‏ yaşıtlar.<br />

akreb (A.) ‏[اقرب]‏ en yakın.<br />

akreb (A.) ‏[عقرب]‏ funduszeue.info funduszeue.info ibresi.<br />

akrebek (A.-F.) ‏[عقربک]‏ saati gösteren ibre.<br />

aks (A.) ‏[عکس]‏ yansıma, akis.<br />

aks -i müddeâ مدعا]‏ ‏[عکس çatışkı.<br />

aks -i sedâ صدا]‏ ‏[عکس yankı.<br />

aksâ (A.) ‏[اقصی]‏ uzak, en son.<br />

aksâ -yı emel امل]‏ ‏[اقصای ülkü, ideal.<br />

aksâ -yı şark شرق]‏ ‏[اقصای Uzakdoğu.<br />

aksâm (A.) ‏[اقسام]‏ kısımlar, bölümler.<br />

aksâm -ı sâire سائره]‏ ‏[اقسام diğer kısımlar, öbür bölümler.<br />

akser (A.) ‏[اقصر]‏ en kısa.<br />

aksetmek yansımak, vurmak.<br />

aksî (A.) ‏[عکسی]‏ funduszeue.infoçı. funduszeue.info, zıt. funduszeue.info<br />

aksülamel (A.) العمل]‏ ‏[عکس tepki, reaksiyon.<br />

aktâ’ (A. ‏[اقطاع]‏ funduszeue.infoer. funduszeue.info araziler.<br />

aktâb (A.) ‏[اقطاب]‏ funduszeue.infoar. funduszeue.infor. funduszeue.infoler.<br />

aktâr (A.) ‏[اقطار]‏ taraflar, yöreler.<br />

aktâr-ı cihân [ جهان ‏[اقطار dünyanın her tarafı.<br />

akûr (A.) ‏[عقور]‏ azgın, kudurmuş, saldırgan.<br />

20


akûrâne (A.-F.) ‏[عقورانه]‏ kudurmuşçasına.<br />

akvâl (A.) ‏[اقوال]‏ sözler.<br />

akvâm (A.) ‏[اقوام]‏ kavimler.<br />

akviyâ (A.) ‏[اقویا]‏ kuvvetliler.<br />

âl (A.) ‏[آل]‏ funduszeue.info 2.sülale. funduszeue.info<br />

âl (A.) ‏[عال]‏ yüce, yüksek.<br />

alâ (A.) ‏[علاء]‏ yücelik, şeref.<br />

alâ (A.) ‏[علی]‏ üst, üstü, üzeri.<br />

alâeyyihâl (A.) ای حال]‏ ‏[علی her nasıl olsa.<br />

âlâf (A.) ‏[آلاف]‏ binler.<br />

alâhide (A.) ‏[عليحده]‏ tek başına, başlı başına.<br />

alâik (A.) ‏[علائق]‏ alakalar, ilgiler.<br />

alâim (A.) [ ] işaretler, alametler.<br />

alâim-i semâ سما]‏ ‏[علائم gökkuşağı.<br />

alak (A.) ‏[علق]‏ funduszeue.info pıhtısı. 2.sülük.<br />

alâka (A.) ‏[علاقه]‏ ilgi, alaka.<br />

alâkabahş (A.-F.) بخش]‏ ‏[علاقه ilgilendiren, ilgili.<br />

alâkadar (A.-F.) دار]‏ ‏[علاقه ilgili, alakalı.<br />

alâkadar etmek ilgilendirmek.<br />

alâkadar olmak ilgilenmek.<br />

alakadârân (A.-F.) داران]‏ ‏[علاقه ilgililer.<br />

alâkadrilimkân (A.) ‏[علاقدرالامکان]‏ olabildiğince.<br />

âlâm (A.) ‏[آلام]‏ elemler, acılar.<br />

21


alâmât (A.) ‏[علامات]‏ işaretler, alametler.<br />

alâmet (A.) ‏[علامت]‏ işaret, iz, alamet, belirti. 2.çok iri.<br />

âlât (A.) ‏[آلات]‏ aletler.<br />

alâvechi (A.) وجه]‏ ‏[علِی üzere.<br />

alâvefk (A.) وفق]‏ ‏[علی uygun olarak.<br />

âlâyiş (F.) ‏[آلایش]‏ funduszeue.infoşma. 2.gösteriş.<br />

aleddevam (A.) الدوام]‏ ‏[علی sürekli.<br />

alef (A.) ‏[علف]‏ funduszeue.info funduszeue.info yemi.<br />

aleka (A.) ‏[علقه]‏ funduszeue.info pıhtısı. funduszeue.infoçık.<br />

alelacele (A.) العجله]‏ ‏[علی çarçabuk.<br />

alelâde (A.) العاده]‏ ‏[علی sıradan, bayağı.<br />

alelamyâ (A.) العميا]‏ ‏[علی körükörüne.<br />

alelekser (A.) الاکثر]‏ ‏[علی çok defa.<br />

alelhusûs (A.) الخصوص]‏ ‏[علی özellikle.<br />

alelıtlâk (A.) ‏[علی الاطلاق]‏ funduszeue.infoikle. funduszeue.infole.<br />

alelicmâl (A.) الاجمال]‏ ‏[علی topluca.<br />

alelinfirâd (A.) الانفراد]‏ ‏[علی birer birer.<br />

alelistimrâr (A.) الاستمرار]‏ ‏[علی sürekli, aralıksız.<br />

aleliştirâk (A.) الاشتراک]‏ ‏[علی ortaklaşa.<br />

alelkifâye (A.) الکفایه]‏ ‏[علی yeterince.<br />

alelumûm (A.) العموم]‏ ‏[علی genellikle, genelde, genel olarak.<br />

âlem (A.) ‏[عالم]‏ dünya; evren.<br />

alem (A.) ‏[علم]‏ funduszeue.info funduszeue.info funduszeue.infoşan, alamet.<br />

22


âlemârâ (A.-F.) آرا]‏ ‏[عالم dünyayı süsleyen.<br />

alemdâr (A.-F.) ‏[علمدار]‏ sancaktar.<br />

âlemefrûz (A.-F.) افروز]‏ ‏[عالم dünyayı parlatan.<br />

âlemgîr (A.-F.) ‏[عالمگير]‏ 1.dünyayı fetheden. 2.dünyaya yayılan.<br />

âlemiyân (A.-F.) ‏[عالميان]‏ insanlar.<br />

âlemşümûl (A.) شمول]‏ ‏[علم dünyayı kaplayan.<br />

âlemtâb (A.-F.) ‏[عالمتاب]‏ dünyayı aydınlatan.<br />

alenen (A.) ‏[علنا]‏ açıkça.<br />

alenî (A.) ‏[علنی]‏ açık, aşikâr.<br />

âlet (A.) ‏[آلت]‏ funduszeue.infoç, alet. funduszeue.infoıt.<br />

alettafsîl (A.) التفصيل]‏ ‏[علی ayrıntılı olarak.<br />

alettevâlî (A.) التوالی]‏ ‏[علی peşpeşe.<br />

aleyh (A.) ‏[عليه]‏ karşı, karşıt; üzerine.<br />

aleyhdar (A.-F.) دار]‏ ‏[عليه karşıt, zıt.<br />

aleyhisselâm (A.) السلام]‏ ‏[عليه selam onun üzerine olsun.<br />

âlî (A.) ‏[عالی]‏ yüce; yüksek.<br />

âlîcâh (A.-F.) جاه]‏ ‏[عالی yüksek dereceli.<br />

âlîcenâb (A.) ‏[عالی جناب]‏ 1.cömert. funduszeue.infoetli.<br />

âlihe (A.) ‏[آلهه]‏ ilahlar.<br />

âlîhimmet (A.) همت]‏ ‏[عالی yüce himmetli.<br />

âlîkadr (A.) قدر]‏ ‏[عالی saygıdeğer.<br />

alîl (A.) ‏[عليل]‏ funduszeue.info, hastalıklı, illetli. funduszeue.info<br />

âlim (A.) ‏[عالم]‏ bilgin.<br />

23


alîm (A.) ‏[عليم]‏ çok bilen.<br />

âlîmakâm (A.) [ مق ام ‏[عالی yüksek makamlı.<br />

âlînazar (A.) نظر]‏ ‏[عالی yüksek görüşlü.<br />

âlîşan (A.) شان]‏ ‏[عالی şanı yüce.<br />

âliye (A.) ‏[عاليه]‏ yüce, yüksek.<br />

aliyyülâlâ (A.) الاعلا]‏ ‏[علی en iyisi.<br />

Allâh (A.) ‏[االله]‏ Tanrı, Allah.<br />

allâme (A.) ‏[علامه]‏ büyük bilgin.<br />

âlû (F.) ‏[آلو]‏ erik.<br />

âlûbâlu (F.) ‏[آلوبالو]‏ vişne.<br />

âlûd (F.) ‏[آلود]‏ bulanmış, bulaşmış.<br />

âlûde (F.) ‏[آلوده]‏ bulanmış, bulaşmış.<br />

âlûdedâmen (F.) دامن]‏ ‏[آلوده iffetsiz.<br />

âlûdegî (F.) ‏[آلودگی]‏ bulaşma, bulaşıklık.<br />

âlüfte (F.) ‏[آلفته]‏ funduszeue.infoiz, fahişe. funduszeue.infoışık.<br />

âmâc (F.) ‏[آماج]‏ funduszeue.info funduszeue.infoşan tahtası.<br />

âmâcgâh (F.) ‏[آماجگاه]‏ nişan alınan yer.<br />

âmâde (F.) ‏[آماده]‏ hazır.<br />

âmâdegî (F.) ‏[آمادگی]‏ hazırlık.<br />

a'mâl (A.) ‏[اعمال]‏ davranışlar, ameller.<br />

âmâl (A.) ‏[آمال]‏ emeller.<br />

âmâl (A.) ‏[آمال]‏ emeller.<br />

âmâr (F.) ‏[آمار]‏ funduszeue.infoım. funduszeue.info<br />

24


amd (A.) ‏[عمد]‏ kasıt.<br />

amden (A.) ‏[عمدا]‏ kasıtlı olarak.<br />

âmed (F.) ‏[آمد]‏ gelme, geliş.<br />

âmedşüd (F.) ‏[آمدشد]‏ geliş gidiş.<br />

âmedüreft (F.) ‏[آمدورفت]‏ geliş gidiş.<br />

âmedüşüd (F.) ‏[آمدوشد]‏ geliş gidiş.<br />

amel (A.) ‏[عمل]‏ 1.iş. funduszeue.info<br />

amele (A.) ‏[عمله]‏ işçi.<br />

amelen (A.) ‏[عملا]‏ bilfiil, işleyerek.<br />

amelî (A.) ‏[عملی]‏ pratik, uygulamalı.<br />

ameliyât (A.) ‏[عمليات]‏ 1.işlemler, uygulamalar. funduszeue.infoat.<br />

ameliye(A.) ‏[عمليه]‏ işlem, uygulama.<br />

âmennâ (A.) ‏[آمنا]‏ diyecek bir şey yok, inandık.<br />

âmîhte (A.) ‏[آميخته]‏ karışık, karışmış.<br />

amîk (A.) ‏[عميق]‏ derin.<br />

âmil (A.) ‏[عامل]‏ funduszeue.info, işleyen. funduszeue.infoör, etken. funduszeue.info memuru. funduszeue.info<br />

amîm (A.) ‏[عميم]‏ yaygın.<br />

âmîn (A.) ‏[آمن]‏ amin.<br />

âminen (A.) ‏[آمنا]‏ emin olarak.<br />

âmir (A.) ‏[آمر]‏ emreden.<br />

âmirâne (A.-F.) ‏[آمرانه]‏ emredercesine.<br />

âmiyâne (A.-F.) ‏[عاميانه]‏ bayağı, avamca.<br />

âmm (A.) ‏[عام]‏ genel, yaygın.<br />

25


âmm (A.) ‏[عام]‏ yıl.<br />

amm (A.) ‏[عم]‏ amca.<br />

ammâ (A.) ‏[اما]‏ ama.<br />

ammâba’d (A.) ‏[امابعد)]‏ maksada gelince.<br />

amme (A.) ‏[عمه]‏ hala.<br />

amûd (A.) ‏[عمود]‏ direk.<br />

amûden (A.) ‏[عمودا]‏ dikine.<br />

amûdî (A.) ‏[عمودی]‏ dikey.<br />

âmurziş (F.) ‏[آمرزش]‏ funduszeue.infoğışlama, affetme.<br />

âmûz (F.) ‏[آموز]‏ 1.öğrenen. 2.öğreten.<br />

âmûzgâr (F.) ‏[آموزگار]‏ öğretmen.<br />

âmürzgâr (F.) ‏[آمرزگار]‏ bağışlayıcı, Tanrı.<br />

âmürziş (F.) ‏[آمرزش]‏ bağışlama.<br />

ân (A.) ‏[آن]‏ an.<br />

an (A.) ‏[عن]‏ –den, -dan.<br />

ân (F.) ‏[ان]‏ 1.çoğul eki -ler, -lar. funduszeue.info yapan ek -erek, -arak.<br />

ân (F.) ‏[آن]‏ alım, cazibe, hava.<br />

an’anât (A.) ‏[عنعنات]‏ gelenekler.<br />

an’ane (A.) ‏[عنعنه]‏ gelenek.<br />

an’anevî (A.) ‏[عنعنوی]‏ geleneksel.<br />

ânân (F.) ‏[آنان]‏ onlar.<br />

anâsır (A.) ‏[عناصر]‏ unsurlar, elemanlar.<br />

anâsır-ı erba’a اربعه]‏ ‏[عناصر dört unsur ateş, hava, su, toprak.<br />

26


ânât (A.) ‏[آنات]‏ anlar.<br />

anbean (A.-F.) به آن]‏ ‏[آن her an, gittikçe.<br />

anber (A.) ‏[عنبر]‏ amber.<br />

anberbû (A.-F.) ‏[عنبربو]‏ amber kokulu.<br />

andelîb (A.) ‏[عندليب]‏ bülbül.<br />

âne (F.) ‏[انه]‏ gibi anlamını verecek şekilde sıfat ve zarf yapan son ek.<br />

anh (A.) ‏[عنه]‏ ondan.<br />

anhâ (A.) ‏[عنها]‏ ondan.<br />

anhâ (F.) ‏[آنها]‏ onlar.<br />

ânî (A.-F.) ‏[آنی]‏ funduszeue.info an. funduszeue.info<br />

ânifen (A.) ‏[آنفا]‏ funduszeue.info önce, demin. funduszeue.infoıda.<br />

âniyen (A.) ‏[آنيا]‏ bir anda, der hal, o anda.<br />

ankâ (A.) ‏[عنقا]‏ zümrütüanka,<br />

ankarîb (A.) قریب]‏ ‏[عن yakında, yakından, çok geçmeden.<br />

ankasdin (A.) قصد]‏ ‏[عن kasıtlı olarak, bile bile.<br />

ankebût (A.) ‏[عنکبوت]‏ örümcek.<br />

ansamîmilkalb (A.) صميم القلب]‏ ‏[عن içtenlikle, canügönülden.<br />

anûd (A.) ‏[عنود]‏ inatçı.<br />

âr (A.) ‏[عار]‏ utanma, ar.<br />

ar’ar (A.) ‏[عرعر]‏ funduszeue.infoırma. funduszeue.infoi ardıç.<br />

ârâ (F.) ‏[آرا]‏ süsleyen.<br />

ârâ’ (A.) ‏[آراء]‏ oylar.<br />

arâ’is (A.) ‏[عرائس]‏ gelinler.<br />

27


arab (A.) ‏[عرب]‏ arap<br />

arabî (A.) ‏[عربی]‏ arapça.<br />

arak (A.) ‏[عرق]‏ funduszeue.info funduszeue.infoı.<br />

arakçîn (A.-F.) ‏[عرقچين]‏ takke kavuk altı takkesi.<br />

arakdâr (A.-F.) ‏[عرقدار]‏ terli.<br />

arakıyye (A.) ‏[عرقيه]‏ derviş külahı.<br />

ârâm (F.) ‏[آرام]‏ funduszeue.infome. funduszeue.infoşme.<br />

ârâm etmek yerleşmek<br />

ârâmbahş (F.) [ آرام بخش ] dinlendiren, huzur veren.<br />

ârâmgâh (F.) ‏[آرامگاه]‏ funduszeue.infome yeri. funduszeue.info<br />

ârâmiş (F.) ‏[آرامش]‏ funduszeue.infome. funduszeue.info<br />

ârâste (F.) ‏[آراسته]‏ süslenmiş, süslü.<br />

ârâyiş (F.) ‏[آرایش]‏ 1.süs. 2.süslenme.<br />

araz (A.) ‏[عرض]‏ 1.işaret, belirti. funduszeue.infoüf.<br />

arâzî (A.) ‏[اراضی]‏ yerler, arazi.<br />

arbede (A.) ‏[عربده]‏ kavga.<br />

arbedecû (A.-F.) جو]‏ ‏[عربده kavgacı.<br />

ard (F.) ‏[آرد]‏ un.<br />

ardbîz (F.) ‏[آردبيز]‏ elek.<br />

arefe (A.) ‏[عرفه]‏ arife, bayramdan önceki gün.<br />

ârız (A.) ‏[عارض]‏ funduszeue.info funduszeue.info funduszeue.info<br />

ârızî (A.) ‏[عارضی]‏ geçici.<br />

ârî (A.) ‏[عاری]‏ 1.çıplak. funduszeue.info, uzakta, soyutlanmış.<br />

28


ârî (F.) ‏[آری]‏ evet.<br />

ârif (A.) ‏[عارف]‏ bilen, arif, irfan sahibi.<br />

âriyyet (A.) ‏[عاریت]‏ ödünç.<br />

arîz (A.) ‏[عریض]‏ geniş, genişlemesine.<br />

arman (F.) ‏[آرمان]‏ 1.özlem. sıkıntı.<br />

arsa (A.) [ عر صه ] yer, meydan.<br />

arş (A.) ‏[عرش]‏ 1.gök. funduszeue.info 3.çardak.<br />

arşa (A.) ‏[عرشه]‏ güverte.<br />

arûs (A.) [ ] gelin.<br />

arz (A.) ‏[ارض]‏ funduszeue.info 2.dünya, yeryüzü.<br />

arz (A.) ‏[عرض]‏ funduszeue.infoşlik, en. funduszeue.info<br />

arz (A.) ‏[عرض]‏ sunma, arzetme.<br />

arzan (A.) ‏[ارضا]‏ enine, genişliğine.<br />

arzıhâl (A.) حال]‏ ‏[ارض dilekçe.<br />

ârzû (F.) ‏[آرزو]‏ istek, heves.<br />

asâ (A.) ‏[عصا]‏ funduszeue.infoğnek, sopa. funduszeue.infoş değneği.<br />

âsâ (F.) ‏[آسا]‏ gibi.<br />

asab (A.) ‏[عصب]‏ sinir.<br />

asabî (A.) ‏[عصبی]‏ sinirli.<br />

asabiyülmizac (A.) المزاج]‏ ‏[عصبی asabî mizaçlı.<br />

asabiyyet (A.) ‏[عصبيت]‏ sinirlilik.<br />

âsaf (A.) ‏[آصف]‏ funduszeue.info Hz. Süleyman’ın veziri.<br />

asâkir (A.) ‏[عساکر]‏ askerler.<br />

29


asalet (A.) ‏[اصالت]‏ asillik.<br />

asamm (A.) ‏[اصم]‏ sağır.<br />

âsân (F.) ‏[آسان]‏ kolay.<br />

âsâr (A.) ‏[آثار]‏ funduszeue.info funduszeue.infor.<br />

âsâyiş (F.) ‏[آسایش]‏ funduszeue.info 2.güvenlik.<br />

âsâyiş berkemâl [ آسایش برکمال ] her yerde huzur hakim.<br />

asdika (A.) ‏[اصدقا]‏ gerçek dostlar.<br />

asel (A.) ‏[عسل]‏ bal.<br />

ases (A.) ‏[عسس]‏ gece bekçisi.<br />

asfer (A.) ‏[اصفر]‏ funduszeue.infoı. funduszeue.info benizli.<br />

asgar (A.) ‏[اصغر]‏ en küçük.<br />

asgarî (A.) ‏[اصغری]‏ en az.<br />

ashâb (A.) ‏[اصحاب]‏ funduszeue.infor, arkadaşlar. funduszeue.infoer.<br />

âsım (A.) ‏[عاصم]‏ 1.günahtan sakınan. funduszeue.infoi.<br />

asır ba’de asır (A.) بعد عصر]‏ ‏[عصر asırlarca, yüzyıllarca.<br />

âsî (A.) ‏[عاصی]‏ funduszeue.infoı. 2.günahkâr.<br />

âsîb (F.) ‏[آسيب]‏ felaket, bela, zarar.<br />

asîl (A.) ‏[اصيل]‏ funduszeue.infoğlam. funduszeue.info<br />

asîlzâde (A.-F.) زاده]‏ ‏[اصيل soylu çocuğu, asilzade.<br />

asîr (A.) ‏[عصير]‏ özsuyu, usare.<br />

âsitan (F.) ‏[آستان]‏ eşik.<br />

âsiyâ (F.) ‏[آسيا]‏ değirmen.<br />

âsiyâb (F.) ‏[آسياب]‏ değirmen.<br />

30


asker (A.) ‏[عسکر]‏ asker, er.<br />

asl (A.) ‏[اصل]‏ funduszeue.infoıl. 2.kök. funduszeue.infoçek.<br />

asla (A.) ‏[اصلا]‏ hiçbir zaman.<br />

aslî (A.) ‏[اصلی]‏ asıl.<br />

aslünesl (A.-F.) و نسل]‏ ‏[اصل soy sop.<br />

âsmân (F.) ‏[آسمان]‏ gök, gökyüzü.<br />

âsmânî (F.) ‏[آسمانی]‏ 1.gökyüzüne ait. funduszeue.info 3.açık mavi.<br />

asnâm (A.) ‏[اصنام]‏ funduszeue.info funduszeue.infoler.<br />

asr (A.) ‏[عصر]‏ 1.yüzyıl. funduszeue.info vakti.<br />

asrî (A.) ‏[عصری]‏ modern.<br />

âstân (F.) ‏[آستان]‏ 1.eşik. funduszeue.info<br />

âstâne (F.) ‏[آستانه]‏ 1.eşik. funduszeue.infoşkent. funduszeue.info funduszeue.infoul.<br />

âster (F.) ‏[آستر]‏ astar.<br />

âstîn (F.) ‏[آستين]‏ yen.<br />

âsûde (F.) ‏[آسوده]‏ rahat, huzurlu.<br />

âsûdegî (F.) ‏[آسودگی]‏ huzur.<br />

âsûdehâtır (F.-A.) خاطر]‏ ‏[آسوده gönlü rahat, huzurlu.<br />

âsüman (F.) ‏[آسمان]‏ gökyüzü.<br />

âş (F.) ‏[آش]‏ funduszeue.info 2.aşûre.<br />

âşâm (F.) ‏[آشام]‏ içen.<br />

aşer (A.) ‏[عشر]‏ on.<br />

aşere (A.) ‏[عشره]‏ onlar.<br />

aşhâne (F.) ‏[آشخانه]‏ mutfak.<br />

31


âşık (A.) ‏[عاشق]‏ aşık.<br />

âşıkân (A.-F.) ‏[عاشقان]‏ aşıklar.<br />

âşifte (F.) ‏[آشفته]‏ funduszeue.infoşan. funduszeue.infoiz kadın.<br />

âşikâr (F.) ‏[آشکار]‏ açık, belli, aşikâr.<br />

âşikâr etmek ortaya çıkarmak, belli etmek.<br />

âşikâr olmak ortaya çıkmak, belli olmak.<br />

âşikâre (F.) ‏[آشکاره]‏ açık, belli.<br />

âşina (F.) ‏[آشنا]‏ funduszeue.infoıdık, bildik. funduszeue.info<br />

âşir (A.) ‏[عاشر]‏ onuncu.<br />

aşîr (A.) ‏[عشير]‏ onda bir.<br />

âşiren (A.) ‏[عاشرا]‏ onuncusu.<br />

âşiyân (F.) ‏[آشيان]‏ funduszeue.info funduszeue.info<br />

aşk (A.) ‏[عشق]‏ ‏[عشق]‏ aşk.<br />

âşkâr (F.) ‏[آشکار]‏ 1.açık, belli, aşikâr.<br />

âşkârâ (F.) ‏[آشکارا]‏ açık, belli, aşikâr.<br />

âşnâ (F.) ‏[آشنا]‏ tanıdık, dost, aşina.<br />

âşnâyân (F.) ‏[آشنایان]‏ tanıdıklar, dostlar.<br />

âşnâyî (F.) ‏[آشنایی]‏ funduszeue.infok. funduszeue.info, haberdarlık.<br />

âşpez (F.) ‏[آشپز]‏ aşçı.<br />

aşre (A.) ‏[عشره]‏ on.<br />

âşûb (F.) ‏[آشوب]‏ funduszeue.infoşa. funduszeue.infoıştırıcı.<br />

âşûbengîz (F.) انگيز]‏ ‏[آشوب kargaşa çıkaran.<br />

âşûrâ (A.) ‏[عاشورا]‏ aşûre.<br />

32


âşüfte (F.) ‏[آشفته]‏ funduszeue.infoiz kadın. funduszeue.infoşan.<br />

âşüftedil (F.) دل]‏ ‏[آشفته gönlü perişan.<br />

ât (A.) ‏[ات]‏ çoğul eki -ler, -lar.<br />

at’ime (A.) ‏[اطعمه]‏ taamlar, yiyecekler.<br />

atâ (A.) ‏[عطاء]‏ bağış, ihsan, bahşiş.<br />

atâbahş (A.-F.) بخش]‏ ‏[عطا bahşiş veren, ihsanda bulunan.<br />

atâlet (A.) ‏[عطالت]‏ funduszeue.infoluk. funduszeue.infolik.<br />

ataş (A.) ‏[عطش]‏ susuzluk.<br />

atâyâ (A.) ‏[عطایا]‏ bağışlar, ihsanlar, bahşişler.<br />

atebât (A.) ‏[عتبات]‏ 1.eşikler. 2.şiîlerin ziyaret yerleri Necef, Kerbela, Kâzımiye.<br />

atebe (A.) ‏[عتبه]‏ eşik.<br />

ateh (A.) ‏[عته]‏ bunama.<br />

ateh getirmek bunamak.<br />

âteş (F.) ‏[آتش]‏ ateş.<br />

âteşbâr (F.) بار]‏ ‏[آتش ateş yağdıran.<br />

âteşbâz (F.) ‏[آتشباز]‏ fişekçi.<br />

âteşdân (F.) ‏[آتشدان]‏ funduszeue.info funduszeue.info<br />

âteşdem (F.) دم]‏ ‏[آتش acı sözlü.<br />

âteşefrûz (F.) افروز]‏ ‏[آتش ateş yakan.<br />

âteşfâm (F.) ‏[آتش فام]‏ funduszeue.infoş rengi. 2.kırmızı.<br />

âteşfeşân (F.) فشان]‏ ‏[آتش ateş saçan.<br />

âteşgâh (F.) ‏[آتشگاه]‏ ateşkede, ateşperest tapınağı.<br />

âteşgede (F.) ‏[آتشگده]‏ ateşkede, ateşperest tapınağı.<br />

33


âteşgîre (F.) ‏[آتش گيره]‏ funduszeue.infoşa. 2.çıra.<br />

âteşgûn (F.) گون]‏ ‏[آتش ateş rengi, kırmızı.<br />

âteşî (F.) ‏[آتشی]‏ funduszeue.infoşli. 2.öfkeli, kızgın. funduszeue.infoı, dokunaklı. funduszeue.infoemlik.<br />

âteşîn (F.) ‏[آتشين]‏ funduszeue.infoşli. funduszeue.infotli.<br />

âteşkâr (F.) کار]‏ ‏[آتش külhancı, ateşçi.<br />

âteşmizâc (F.-A.) مزاج]‏ ‏[آتش sert mizaçlı.<br />

âteşpâre (F.) پاره]‏ ‏[آتش kıvılcım.<br />

âteşperest (F.) پرست]‏ ‏[آتش ateşe tapan, ateşperest.<br />

atf (A.) ‏[عطف]‏ 1.eğme. funduszeue.infoğlaç. 3.çevirme,yöneltme.<br />

atfen (A.) ‏[عطفا]‏ atıfta bulunarak,<br />

atfetmek yöneltmek, vermek.<br />

âtıf (A.) ‏[عاطف]‏ 1.şefkatli. funduszeue.infoen. funduszeue.infoğlayan.<br />

âtıfet (A.) ‏[عاطفت]‏ şefkat gösterme.<br />

âtıfetkâr (A.-F) ‏[عاطفتکار]‏ şefkat gösteren, gözeten.<br />

âtıl (A.) ‏[عاطل]‏ funduszeue.infoız. funduszeue.info<br />

âtî (A.) ‏[آتی]‏ funduszeue.infok.<br />

âtîdeki (A.-T.) [ ] ilerideki, aşağıdaki, gelecek olan.<br />

atîk (A.) ‏[عتيق]‏ funduszeue.info, antik. funduszeue.info 3.özgür.<br />

atîka (A.) ‏[عتيقه]‏ funduszeue.info, antik. funduszeue.info 3.özgür.<br />

atîkiyyât (A.) ‏[عتيقيات]‏ arkeoloji.<br />

âtiye (A.) ‏[آتيه]‏ gelecek.<br />

âtiyen (A.) ‏[آتيا]‏ funduszeue.infokte. 2.aşağıda görüleceği gibi.<br />

âtiyülbeyân (A.) البيان]‏ ‏[آتی aşağıda açıklanacak olan.<br />

34


âtiyüzzikr (A.) الذکر]‏ ‏[آتی aşağıda zikredilecek olan.<br />

atiyyât (A.) ‏[عطيات]‏ bağışlar, ihsanlar.<br />

atiyye-i seniyye سنيه]‏ ‏[عطيهء padişah tarafından verilen hediye.<br />

atlas (A.) ‏[اطلس]‏ funduszeue.info kumaş. 2.büyük harita, dünya haritası.<br />

atnâb (A.) ‏[اطناب]‏ funduszeue.info 2.çadır ipleri. 3.ağaç kökleri.<br />

ats (A.) ‏[عطس]‏ hapşırma, aksırma.<br />

atse (A.) ‏[عطسه]‏ hapşırık, aksırık.<br />

atş (A.) ‏[عطش]‏ susuzluk.<br />

atşân (A.) ‏[عطشان]‏ susuz, susamış.<br />

attar (A.) ‏[عطار]‏ attar, baharatçı.<br />

attârî (A.-F.) ‏[عطاری]‏ funduszeue.infoık. funduszeue.info dükkanı.<br />

atûfet (A.) ‏[عطوفت]‏ şefkat.<br />

avâid (A.) ‏[عوائد]‏ gelirler.<br />

avâkıb (A.) ‏[عواقب]‏ funduszeue.infoçlar. funduszeue.info<br />

avâlim (A.) ‏[عوالم]‏ âlemler, dünyalar.<br />

avâm (A.) ‏[عوام]‏ halk tabakası.<br />

avâmil (A.) ‏[عوامل]‏ funduszeue.infoer, faktörler.<br />

avâmpesend (A.-F.) پسند]‏ ‏[عوام halkın beğendiği.<br />

avân (A.) ‏[اوان]‏ zaman.<br />

âvâre (F.) ‏[آواره]‏ aylak.<br />

âvâreser (F.) سر]‏ ‏[آواره aylak.<br />

avârız (A.) ‏[عوارض]‏ funduszeue.infor. funduszeue.infoer. funduszeue.infoçici vergi.<br />

avârif (A.) ‏[عوارف]‏ bilginler, arifler.<br />

35


âvâz (F.) ‏[آواز]‏ ses.<br />

âvâze (F.) ‏[آوازه]‏ funduszeue.infoğırma. 2.ün.<br />

avdet (A.) ‏[عودت]‏ geri dönüş.<br />

avdet etmek dönmek.<br />

avene (A.) ‏[عونه]‏ yardakçılar, avene.<br />

âvîze (F.) ‏[آویزه]‏ asılı.<br />

avn (A.) ‏[عون]‏ yardım.<br />

avrât (A.) ‏[عورات]‏ kadınlar.<br />

avret (A.) ‏[عورت]‏ kadın.<br />

âyâ (F.) ‏[آیا]‏ acaba.<br />

ayân (A.) ‏[عيان]‏ açık, belli, aşikâr.<br />

ayâr (A.) ‏[عيار]‏ ayar.<br />

âyât (A.) ‏[آیات]‏ ayetler.<br />

ayb (A.) ‏[عيب]‏ ayıp.<br />

âyet (A.) ‏[آیت]‏ funduszeue.info 2.işaret.<br />

âyîn (F.) ‏[آیين]‏ 1.tören. funduszeue.info funduszeue.info<br />

âyine (F.) ‏[آینه]‏ ayna.<br />

âyînhân (F.) خوان]‏ ‏[آیين ayin okuyan.<br />

ayn (A.) ‏[عين]‏ 1.göz. 2.tıpkı. funduszeue.infoın harfi.<br />

aynen (A.) ‏[عينا]‏ tıpkı, aynen, olduğu gibi.<br />

ayniyye (A.) ‏[عينيه]‏ funduszeue.infoşınabilir değerli eşya. 2.göz hastalıkları bölümü.<br />

ayniyyet (A.) ‏[عينيت]‏ aynılık.<br />

aynülyakîn (A.) [ اليقي ن ‏[عين kesin, kesin bilgi.<br />

36


ayş (A.) ‏[عيش]‏ yaşama, keyif alma, gününü gün etme.<br />

ayyâr (A.) ‏[عيار]‏ funduszeue.info 2.düzenbaz.<br />

ayyârî (A.-F.) ‏[عياری]‏ funduszeue.infolık. 2.düzenbazlık.<br />

azâb (A.) ‏[عذاب]‏ azap.<br />

azab (A.) ‏[عزب]‏ bekar.<br />

azâbengiz (A.-F.) انگيز]‏ ‏[عذاب azap veren.<br />

âzâd (F.) ‏[آزاد]‏ özgür.<br />

âzâde (F.) ‏[آزاده]‏ özgür.<br />

âzâdî (F.) ‏[آزادی]‏ özgürlük.<br />

azamet (A.) ‏[عظمت]‏ 1.büyüklük, ululuk. 2.çalım.<br />

âzâr (F.) ‏[آزار]‏ funduszeue.infoe. funduszeue.infon.<br />

azdâd (A.) ‏[اضداد]‏ zıtlar, karşıtlar.<br />

âzer (F.) ‏[آذر]‏ funduszeue.infoş. 2.Âzer ayı.<br />

âzerâsâ (F.) ‏[آذرآسا]‏ funduszeue.infoş gibi. funduszeue.infoş rengi.<br />

azil (A.) ‏[عزل]‏ görevden alma.<br />

âzim (A.) ‏[عازم]‏ kararlı.<br />

azîm (A.) ‏[عظيم]‏ büyük.<br />

azîmet (A.) ‏[عزیمت]‏ gitme, yola çıkma.<br />

azimet etmek gitmek.<br />

aziz (A.) ‏[عزیز]‏ değerli, saygın.<br />

azîzan (A.-F.) ‏[عزیزان]‏ değerliler.<br />

azîze (A.) ‏[عزیزه]‏ funduszeue.infoi. funduszeue.infoın.<br />

azl (A.) ‏[عزل]‏ görevden alma.<br />

37


azm (A.) ‏[عزم]‏ funduszeue.info funduszeue.info<br />

azm (A.) ‏[عظم]‏ kemik.<br />

âzmâyiş (F.) ‏[آزمایش]‏ deneme, sınama.<br />

âzmend (F.) ‏[آزمند]‏ hırslı.<br />

azrâ (A.) ‏[عذرا]‏ bâkire.<br />

azrâil (A.) ‏[عزدائيل]‏ Azrail.<br />

azrar (A.) ‏[اضرار]‏ zararlar.<br />

azulât (A.) ‏[عضلات]‏ adaleler.<br />

âzürde (F.) ‏[آزرده]‏ incinmiş, gücenmiş.<br />

38


B<br />

bâ (F.) ‏[با]‏ funduszeue.info funduszeue.info<br />

ba’de (A.) ‏[بعد]‏ sonra.<br />

ba’dehu (A.) ‏[بعده]‏ daha sonra, ondan sonra.<br />

ba’delmîlâd (A.) [ بعد الميلاد ] milattan sonra, İsa’dan sonra.<br />

ba’demâ (A.) ‏[بعدما]‏ bundan böyle.<br />

ba’dezin (A.-F.) ‏[بعدازاین]‏ bundan sonra, bundan böyle.<br />

ba’s (A.) ‏[بعث]‏ diriliş.<br />

ba’süba’delmevt (A.) بعد الموت]‏ ‏[بعث ölümden sonra diriliş.<br />

ba’zan (A.) ‏[بعضا]‏ bazen, kimi zaman.<br />

bâb (A.) ‏[باب]‏ funduszeue.infoı. funduszeue.info 3.bölüm.<br />

bâbâ (F.) ‏[بابا]‏ funduszeue.info funduszeue.info<br />

bâbâyâne (F.) ‏[بابایانه]‏ babaca, babacan.<br />

bâbûne (F.) ‏[بابونه]‏ babuna, papatya.<br />

bâc (F.) ‏[باج]‏ funduszeue.infoç. funduszeue.info 3.gümrük vergisi.<br />

bâcgîr (F.) ‏[باجگير]‏ vergi memuru.<br />

bâd (F.) ‏[باد]‏ 1.rüzgar, yel. funduszeue.info, kez. 3.yük. funduszeue.info<br />

bâdâm (F.) ‏[بادام]‏ badem.<br />

bâdbân (F.) ‏[بادبان]‏ yelken.<br />

39


âdbedest (F.) ‏[بادبدست]‏ eli boş, züğürt.<br />

bâdbîz (F.) ‏[بادبيز]‏ yelpaze.<br />

bâde (F.) ‏[باده]‏ 1.içki. 2.şarap.<br />

bâdefürûş (F.) فروش]‏ ‏[باده meyhaneci.<br />

bâdehâr (F.) خوار]‏ ‏[باده içki içen.<br />

bâdekeş (F.) کش]‏ ‏[باده şarap içen.<br />

bâdenûş (F.) نوش]‏ ‏[باده içki içen.<br />

bâdî (A.) ‏[بادی]‏ sebep olan, yol açan.<br />

bâdî olmak sebep olmak, yol açmak.<br />

bâdire (A.) ‏[بادره]‏ tehlikeli olay, felaket.<br />

bâdiye (A.) ‏[بادیه]‏ çöl.<br />

bâğ (F.) ‏[باغ]‏ bahçe, bağ.<br />

bağal (F.) ‏[بغل]‏ koltuk.<br />

bâğbân (F.) ‏[باغبان]‏ bahçıvan.<br />

bâğçe (F.) ‏[باغچه]‏ bahçe.<br />

bağçevan (F.) ‏[باغچوان]‏ bahçıvan.<br />

bağteten (A.) [ ة ‏[بغت ansızın, birdenbire.<br />

bâh (A.) ‏[باه]‏ cinsel güç.<br />

bahâ (F.) ‏[بها]‏ değer, kıymet.<br />

bâhaber (F.-A.) ‏[باخبر]‏ haberli, haberdar.<br />

bahâdar (F.) ‏[بهادار]‏ kıymetli.<br />

bahâdır (F.) ‏[بهادر]‏ yiğit.<br />

bahâne (F.) ‏[بهانه]‏ funduszeue.info funduszeue.info<br />

40


ahânecû (F.) جو]‏ ‏[بهانه bahaneci.<br />

bahâr (F.) ‏[بهار]‏ funduszeue.infoar. funduszeue.info funduszeue.infot.<br />

bahârî (F.) ‏[بهاری]‏ ilkbahar ile ilgili.<br />

bahâyim (A.) ‏[بهایم]‏ dört ayaklı hayvanlar.<br />

bahîl (A.) ‏[بخيل]‏ cimri.<br />

bâhired (F.) ‏[باخرد]‏ akıllı.<br />

bâhis (A.) ‏[باحث]‏ bahseden, söz eden.<br />

bahis (A.) ‏[بحث]‏ funduszeue.info funduszeue.infoışma.<br />

bahr -i siyâh سياه]‏ ‏[بحر Karadeniz.<br />

bahr (A.) ‏[بحر]‏ deniz.<br />

bahr -i ahdar احضر]‏ ‏[بحر Hint Okyanusu.<br />

bahr -i ahmer احمر]‏ ‏[بحر Kızıldeniz.<br />

bahr -i hazer خزر]‏ ‏[بحر Hazar Denizi.<br />

bahr -i kulzum قلزم]‏ ‏[بحر Kızıldeniz.<br />

bahr -i muhît-i atlasî محيط اطلسی]‏ ‏[بحر Atlas Okyanusu.<br />

بحر م حيط کبير [ kebîr bahr -i muhît-i<br />

bahr -i mutavassıt متوسط]‏ ‏[بحر Akdeniz.<br />

bahs (A.) ‏[بحث]‏ funduszeue.info funduszeue.infoışma.<br />

bahs edilmek ele alınmak, söz edilmek.<br />

bahs etmek ele almak, söz etmek.<br />

bahş (F.) ‏[بخش]‏ bağışlayan.<br />

bahş edilmek funduszeue.infoğışlanmak. funduszeue.infoek.<br />

bahş etmek funduszeue.infoğışlamak. funduszeue.info<br />

] Büyük Okyanus.<br />

41


ahşâyiş (F.) ‏[بخشایش]‏ funduszeue.infoğışlama. funduszeue.infoğış, ihsan.<br />

bahşiş (F.) ‏[بخشش]‏ funduszeue.infoğış. funduszeue.infoşiş.<br />

baht (F.) ‏[بخت]‏ talih.<br />

bahtiyârî (F.) ‏[بختياری]‏ bahtiyarlık.<br />

bâhûr (A.) ‏[باخور]‏ aşırı sıcak.<br />

bâhusus (F.-A.) ‏[باخصوص]‏ hele hele, özellikle.<br />

baîd (A.) ‏[بعيد]‏ uzak.<br />

bâis (A.) ‏[باعث]‏ yol açan, sebep olan.<br />

bâis olmak yol açmak, sebep olmak.<br />

bâjurnal (F.-Fr.) ‏[باژورنال]‏ tutanak ile.<br />

bâk (F.) ‏[باک]‏ korku.<br />

bakâyâ (A.) ‏[بقایا]‏ geriye kalanlar.<br />

bakıyye (A.) ‏[بقيه]‏ geriye kalan, bakiye.<br />

bâkî (A.) ‏[باقی]‏ funduszeue.infoıcı, ölümsüz. funduszeue.info, geri kalan.<br />

bâkir (A.) ‏[باکر]‏ el sürülmemiş.<br />

bâkire (A.) ‏[باکره]‏ kızoğlan kız.<br />

bâl (F.) ‏[بال]‏ kanat.<br />

bâlâ (F.) ‏[بالا]‏ funduszeue.infoı, üst. funduszeue.info<br />

bâlâbülend (F.) ‏[بالابلند]‏ uzun boylu.<br />

bâlâhâne (F.) ‏[بالاخانه]‏ tavan arası, çatı.<br />

bâlâpervaz (F.) ‏[بالاپرواز]‏ yükseklerden uçan.<br />

bâliğ (A.) ‏[بالغ]‏ funduszeue.infoşkin. funduszeue.info, varan.<br />

bâliğ olmak funduszeue.infoşkin olmak. funduszeue.info, ulaşmak, varmak<br />

42


âlîn (F.) ‏[بالين]‏ funduszeue.infoşucu. funduszeue.infoık.<br />

bâliş (F.) ‏[بالش]‏ yastık.<br />

bâm (F.) ‏[بام]‏ dam, çatı.<br />

bâmazbata (F.-A.) ‏[بامضبطه]‏ tutanak ile.<br />

bâmdâd (F.) ‏[بامداد]‏ sabah, sabahleyin.<br />

bâmukâvele (F.-A.) ‏[بامقاوله]‏ sözleşme ile, sözleşmeli.<br />

bâng (F.) ‏[بانگ]‏ funduszeue.info funduszeue.infoırış.<br />

bânû (F.) ‏[بانو]‏ funduszeue.info 2.büyük hanım.<br />

bâr (F.) ‏[بار]‏ 1.yük. funduszeue.info, kez. funduszeue.infoı. funduszeue.info funduszeue.infoğdıran.<br />

bâr vermek meyva vermek.<br />

bârân (F.) ‏[باران]‏ yağmur.<br />

bârapor (F.-Fr.) ‏[باراپور]‏ rapor ile birlikte, raporlu.<br />

bârber (F.) ‏[باربر]‏ hamal.<br />

bâre (F.) ‏[باره]‏ funduszeue.info funduszeue.info<br />

bârgâh (F.) ‏[بارگاه]‏ 1.yüksek huzur, padişah huzuru. funduszeue.infoğ.<br />

bârgîr (F.) ‏[بارگير]‏ beygir.<br />

bârî (F.) ‏[باری]‏ hiç olmazsa, en azından.<br />

bârid (A.) ‏[بارد]‏ soğuk.<br />

bârîk (F.) ‏[باریک]‏ ince.<br />

bârika (A.) ‏[بارقه]‏ şimşek.<br />

bâriz (A.) ‏[بارز]‏ belirgin.<br />

bârû (F.) ‏[بارو]‏ burç, hisar burcu.<br />

bârver (F.) ‏[بارور]‏ funduszeue.infoi. funduszeue.infoı.<br />

43


asar (A.) ‏[بصر]‏ 1.görme. 2.görme yetisi.<br />

basîret (A.) ‏[بصيرت]‏ görüş, ileriyi görme gücü.<br />

basît (A.) ‏[بسيط]‏ funduszeue.info funduszeue.info<br />

bast (A.) ‏[بسط]‏ yayma.<br />

batâet (A.) ‏[بطائت]‏ ağırlık, yavaşlık.<br />

bâtakrîr (F.-A.) ‏[باتقریر]‏ rapor halinde.<br />

bâtıl (A.) ‏[باطل]‏ 1.hükümsüz. funduszeue.infoş.<br />

batın (A.) ‏[بطن]‏ funduszeue.infoın. funduszeue.infoşak, nesil.<br />

bâtınen (A.) ‏[باطنا]‏ işin iç yüzünde.<br />

batî (A.) ‏[بطی]‏ ağır, yavaş.<br />

batn (A.) ‏[بطن]‏ funduszeue.infoın. funduszeue.infoşak, nesil.<br />

batt (A.) ‏[بط]‏ kaz.<br />

battal (A.) ‏[بطال]‏ funduszeue.infoğit. 2.köhnemiş. funduszeue.info<br />

bâvekar (F.-A.) ‏[باوقار]‏ ağırbaşlı.<br />

bâyi (A.) ‏[بایع]‏ satıcı.<br />

bayrakdâr (A.-F.) ‏[بيدقدار]‏ bayraktar, sancaktar.<br />

baytâr (A.) ‏[بيطار]‏ veteriner.<br />

bâz (F.) ‏[باز]‏ funduszeue.info 2.açık. funduszeue.infoğan.<br />

bazargâh (F.) ‏[بازارگاه]‏ pazar yeri.<br />

bazen (A.) ‏[بعضا]‏ kimi zaman<br />

bazı (A.) ‏[بعض]‏ kimi.<br />

bâzî (F.) ‏[بازی]‏ oyun.<br />

bâzîçe (F.) ‏[بازیچه]‏ oyuncak.<br />

44


âzû (F.) ‏[بازو]‏ funduszeue.info 2.güç.<br />

be’s (A.) ‏[بأس]‏ zarar, kötü yan.<br />

bebr (F.) ‏[ببر]‏ kaplan.<br />

becâ (F.) ‏[بجا]‏ yerinde.<br />

becâyiş (F.) ‏[بجایش]‏ yer değişimi.<br />

beççe (F.) ‏[بچه]‏ 1.çocuk. funduszeue.info<br />

bed (F.) ‏[بد]‏ kötü.<br />

bed’ etmek başlamak.<br />

bedahd (F.-A.) ‏[بدعهد]‏ sözünde durmayan.<br />

bedâheten (A.) [ ة ‏[بداه düşünmeden.<br />

bedahlâk (F.-A.) ‏[بداخلاق]‏ ahlaksız.<br />

bedâvâz (F.) ‏[بدآواز]‏ kötü sesli.<br />

bedâvet (A.) ‏[بداوت]‏ 1.göçebelik. funduszeue.infoîlik.<br />

bedâyi’ (A.) ‏[بدایع]‏ yeni ve güzel şeyler.<br />

bedbaht (F.) ‏[بدبخت]‏ tahilsiz.<br />

bedbaht etmek mutsuz etmek.<br />

bedbîn (F.) ‏[بدبين]‏ kötümser, karamsar.<br />

bedbû (F.) ‏[بدبو]‏ kötü kokulu.<br />

bedcins (F.-A.) ‏[بدجنس]‏ kötü cinsli, cinsi bozuk.<br />

bedçeşm (F.) [ چشم ] kötü gözlü.<br />

بد<br />

beddil (F.) ‏[بددل]‏ ödlek.<br />

bedduâ (F.-A.) ‏[بددعا]‏ ilenç.<br />

bedelât (A.) ‏[بدلات]‏ bedeller.<br />

45


edendîş (F.) ‏[بداندیش]‏ kötü düşünceli.<br />

bedenen (A.) ‏[بدنا]‏ vücutça.<br />

bedestân (F.) ‏[بزستان]‏ bedesten.<br />

bedevî (A.) ‏[بدوی]‏ çöl arabı.<br />

bedeviyyet (A.) ‏[بدویت]‏ 1.göçebelik. funduszeue.infoîlik.<br />

bedfercâm (F.) ‏[بدفرجام]‏ kötü sonlu.<br />

bedgû (F.) ‏[بدگو]‏ dedikoducu.<br />

bedgüher (F.) ‏[بدگهر]‏ kalbi bozuk, mayası bozuk.<br />

bedhâh (F.) ‏[بدخواه]‏ birinin kötülüğünü isteyen, kötü niyetli.<br />

bedhû (F.) ‏[بدخو]‏ huysuz, kötü huylu.<br />

bedî’ (A.) ‏[بدیع]‏ güzel, yepyeni.<br />

bedîa (A.) ‏[بدیعه]‏ yepyeni şey.<br />

bedîhe (A.) ‏[بدیهه]‏ düşünmeden.<br />

bedîhî (A.) ‏[بدیهی]‏ kuşkusuz.<br />

bedkâr (F.) ‏[بدکار]‏ kötü hareketli.<br />

bedlikâ (F.-A.) ‏[بدلقا]‏ çirkin.<br />

bedmâye (F.) ‏[بدمایه]‏ mayası bozuk.<br />

bedmest (F.) ‏[بدمست]‏ içip içip dağıtan.<br />

bedmestî (F.) ‏[بدمستی]‏ içip içip dağıtma.<br />

bedmestlik (F.-T.) [ed+mes] içip içip dağıtma.<br />

bedmestlik etmek içip için dağıtmak.<br />

bedmihr (F.) ‏[بدمهر]‏ sevgisiz.<br />

bednâm (F.) ‏[بدنام]‏ adı kötüye çıkmış.<br />

46


ednigâh (F.) ‏[بدنگاه]‏ kötü gözlü, kötü bakışlı.<br />

bednihâd (F.) ‏[بدنهاد]‏ kötü yaratılışlı, soysuz.<br />

bedr (A.) ‏[بدر]‏ dolunay.<br />

bedre (A.) ‏[بدره]‏ para kesesi.<br />

bedreftâr (F.) ‏[بدرفتار]‏ kötü davranışlı.<br />

bedreka (F.) ‏[بدرقه]‏ 1.uğurlama, yolcu etme. 2.kılavuz.<br />

bedrûd (F.) ‏[بدرود]‏ veda.<br />

bedsigâl (F.) ‏[بدسگال]‏ kötü düşünceli.<br />

bedsîret (F.-A.) ‏[بدسيرت]‏ ahlaksız.<br />

bedsirişt (F.) ‏[بدسرشت]‏ kötü yaratılışlı, mayası bozuk.<br />

bedter (F.) ‏[بدتر]‏ daha kötü, beter.<br />

bedtıynet (F.-A.) ‏[بدطينت]‏ tıynetsiz, karaktersiz.<br />

bedzebân (F.) ‏[بدزبان]‏ ağzı bozuk.<br />

bedzehre (F.) ‏[بدزهره]‏ ödlek.<br />

begâyet (F.-A.) ‏[بغایت]‏ çok, son derece.<br />

behâ (F.) ‏[بها]‏ değer, kıymet.<br />

behbûd (F.) ‏[بهبود]‏ sağlık.<br />

behcet (A.) ‏[بهجت]‏ funduszeue.infoç. 2.güzellik.<br />

behem (F.) ‏[بهم]‏ birlikte, beraber.<br />

behemehâl (F.-A.) حال]‏ ‏[بهه her halükârda, mutlaka, ne olursa olsun.<br />

beher (F.) ‏[بهر]‏ her, her biri.<br />

behic (A.) ‏[بهيج]‏ güleryüzlü.<br />

behîmî (A.) ‏[بهيمی]‏ hayvanî.<br />

47


ehîmiyyet (A.) ‏[بهيميت]‏ hayvanlık.<br />

behişt (F.) ‏[بهشت]‏ cennet.<br />

behiştî (F.) ‏[بهشتی]‏ cennetlik.<br />

behiyye (A.) ‏[بهيه]‏ güzel.<br />

behmân (F.) ‏[بهمان]‏ falan, filan.<br />

behre (F.) ‏[بهره]‏ nasip.<br />

behremend (F.) ‏[بهرمند]‏ funduszeue.info sahibi. funduszeue.infoanan.<br />

beht (A.) ‏[بهت]‏ şaşkınlık.<br />

behte uğramak şaşakalmak, şaşkınlığından donakalmak.<br />

bekâ (A.) ‏[بقا]‏ kalıcılık.<br />

bekâm (F.) ‏[بکام]‏ muradına ermiş.<br />

bekâm olmak muradına ermek.<br />

bekâya (A.) ‏[بقایا]‏ geriye kalanlar; kalıntılar.<br />

bekrî (A.) ‏[بکری]‏ içki düşkünü.<br />

beksimat (F.) ‏[بکسمات]‏ peksimet.<br />

bel (A.) ‏[بل]‏ belki.<br />

bel’ (A.) ‏[بلع]‏ funduszeue.info funduszeue.infoa.<br />

bel’ edilmek yutulmak.<br />

bel’ etmek yutmak.<br />

belâ (A.) ‏[بلا]‏ felaket, musibet.<br />

belâ (A.) ‏[بلی]‏ evet.<br />

belâdet (A.) ‏[بلادت]‏ dangalaklık.<br />

belâdîde (A.-F.) ‏[بلادیده]‏ belaya uğramış.<br />

48


elâgat (A.) ‏[بلاغت]‏ kusursuz söz söyleme<br />

belâhet (A.) ‏[بلاهت]‏ eblehlik.<br />

belâyâ (A.) ‏[بلایا]‏ belalar.<br />

belde (A.) ‏[بلده]‏ funduszeue.info funduszeue.info, memleket.<br />

beled (A.) ‏[بلد]‏ funduszeue.info funduszeue.infoet.<br />

beledî (A.) ‏[بلدی]‏ kentli.<br />

belediyye (A.) ‏[بلدیه]‏ belediye.<br />

belî (A.) ‏[بلی]‏ evet.<br />

belîğ (A.) ‏[بليغ]‏ funduszeue.info konuşan. funduszeue.info, düzgün.<br />

beliyyât (A.) ‏[بليات]‏ belalar.<br />

belki (F.-A.) ‏[بلکه]‏ olabilir, belki.<br />

belût (A.) ‏[بلوط]‏ funduszeue.info, palamut. funduszeue.infoşe.<br />

benâdir (A.


endergâh (F.) ‏[بندرگاه]‏ rıhtım.<br />

bendezâde (F.) ‏[بنده زاده]‏ 1.köle çocuğu. funduszeue.info çocuğum.<br />

benefşe (F.) ‏[بنفشه]‏ menekşe.<br />

benefşî (F.) ‏[بنفشی]‏ mor.<br />

beng (F.) ‏[بنگ]‏ esrar.<br />

bengî (F.) ‏[بنگی]‏ esrarkeş.<br />

benî (A.) ‏[بنی]‏ oğullar.<br />

benîâdem [ بنی آدم ] insanlar, Adem oğulları.<br />

benîisrâîl ı [ بنی اسرائيل ] İsrailoğulları.<br />

bennâ (A.) ‏[بناء]‏ yapı ustası.<br />

benû (A.) ‏[بنو]‏ oğullar.<br />

ber (F.) ‏[بر]‏ 1.üzeri. 2.üzere. 3.göğüs. funduszeue.info<br />

berâ’et (A.) ‏[برائت]‏ aklanma.<br />

berâ’et etmek aklanmak.<br />

berâber (F.) ‏[برابر]‏ funduszeue.infote. 2.eşit.<br />

berâberî (F.) ‏[برابری]‏ funduszeue.infotelik. 2.eşitlik.<br />

berâhîn (A.) ‏[براهين]‏ deliller, kanıtlar.<br />

berâyı (F.) ‏[برای]‏ için.<br />

berâyı malûmât [ برای معلومات ] bilgi edinmek için, bilgi vermek için, bilgi sahibi<br />

olmak için.<br />

berbâd (F.) ‏[برباد]‏ funduszeue.infomuş. 2.kötü, pis, berbat.<br />

bercâ (F.) ‏[برجا]‏ yerinde, uygun.<br />

berceste (F.) ‏[برجسته]‏ seçkin, seçme.<br />

50


erd (A.) ‏[برد]‏ soğuk.<br />

berde (F.) ‏[برده]‏ köle.<br />

berdevâm (F.-A.) ‏[بردوام]‏ sürekli, devam eden.<br />

berdülacuz (A.) ‏[بردالعجوز]‏ kocakarı soğuğu.<br />

bere (F.) ‏[بره]‏ kuzu.<br />

berehne (F.) ‏[برهنه]‏ çıplak.<br />

berekât (A.) ‏[برکات]‏ bereketler.<br />

bereket (A.) ‏[برکت]‏ funduszeue.info 2.uğur.<br />

berevât (A.) ‏[بروات]‏ beratlar.<br />

berf (F.) ‏[برف]‏ kar.<br />

berfîn (F.) ‏[برفين]‏ karlı.<br />

berg (F.) ‏[برگ]‏ yaprak.<br />

bergüzâr (F.) ‏[برگذار]‏ hatıra, hediye, yadigâr.<br />

berhâne (F.) ‏[برخانه]‏ harap vaziyetteki ev.<br />

berhayât (F.-A.) ‏[برحيات]‏ hayatta olan, sağ.<br />

berhayât bulunmak yaşamak, hayatta olmak.<br />

berhürdâr (F.) ‏[برخوردار]‏ mutlu, muradına ermiş.<br />

berî (A.) ‏[بری]‏ arınmış, temiz, uzak.<br />

berîd (A.) ‏[برید]‏ funduszeue.info funduszeue.infoı.<br />

berîn (F.) ‏[برین]‏ yüksek, yüce.<br />

berk (A.) ‏[برق]‏ şimşek.<br />

berkarâr (F.-A.) ‏[برقرار]‏ yerinde duran, karar eden.<br />

berkarâr olmak devam etmek, kalmak.<br />

51


erkemâl (F.-A.) ‏[بزکمال]‏ en iyi şekilde, mükemmel.<br />

bermâh (F.) ‏[برماه]‏ matkap, burgu.<br />

bermu’tâd (F.-A.) ‏[برمعتاد]‏ alışıldığı gibi, mutâd olduğu üzere.<br />

bermûcib-i (F.-A.) ‏[برموجب]‏ uyarınca, gereğince.<br />

bernâ (F.) ‏[برنا]‏ genç.<br />

berpâ (F.) ‏[برپا]‏ ayakta.<br />

berr (A.) ‏[بر]‏ funduszeue.info funduszeue.info 3.kıta.<br />

berrak (A.) ‏[براق]‏ duru.<br />

berren (A.) ‏[برا]‏ kara yolu ile.<br />

berrî (A.) ‏[بری]‏ kara ile ilgili.<br />

bersâbık (F.-A.) ‏[برسابق]‏ eskiden olduğu gibi.<br />

bertaraf (F.-A.) ‏[برطرف]‏ funduszeue.info yana. funduszeue.infolmiş.<br />

bertaraf etmek gidermek.<br />

bertaraf olmak giderilmek.<br />

berter (F.) ‏[برتر]‏ daha üstün.<br />

berterîn (F.) ‏[برترین]‏ en üstün.<br />

bervech-i (F.-A.) ‏[بروجه]‏ gibi.<br />

berzah (A.) ‏[برزخ]‏ funduszeue.infoem. funduszeue.info, kara uzantısı. funduszeue.info, dert.<br />

berzger (F.) ‏[برزگر]‏ çiftçi.<br />

bes (F.) ‏[بس]‏ funduszeue.infoi. 2.çok.<br />

besâ (F.) ‏[بسا]‏ nice.<br />

besâtîn (A.) ‏[بساتين]‏ bahçeler.<br />

besend (F.) ‏[بسند]‏ yeterli.<br />

52


esende (F.) ‏[بسنده]‏ yeterli.<br />

beserüçeşm (F.) و چشم]‏ ‏[بسر başüstüne, başım gözüm üstüne.<br />

besî (F.) ‏[بسی]‏ birçok.<br />

besîm (A.) ‏[بسيم]‏ güleç.<br />

beste (F.) ‏[بسته]‏ funduszeue.infoı. funduszeue.info<br />

bestekâr (F.) کار]‏ ‏[بسته besteci.<br />

bestenigâr (F.) [ نگا ر ‏[بسته Türk mûsikîsinde bir makam adı.<br />

beşâret (A.) ‏[بشارت]‏ müjde.<br />

beşer (A.) ‏[بشر]‏ funduszeue.info funduszeue.infoık.<br />

beşere (A.) ‏[بشره]‏ deri, dış deri.<br />

beşerî (A.) ‏[بشری]‏ insanlıkla ilgili, insanî.<br />

beşeriyyât (A.) ‏[بشریات]‏ antropoloji.<br />

beşeriyyet (A.) ‏[بشریت]‏ insanlık.<br />

beşîr (A.) ‏[بشير]‏ müjdeci.<br />

beşûş (A.) ‏[بشوش]‏ güleç.<br />

beşûşâne (A.-F.) ‏[بشوشانه]‏ güleryüzle.<br />

betâet (A.) ‏[بطائت]‏ ağırlık, yavaşlık.<br />

beter (F.) ‏[بدتر]‏ daha kötü, beter, şiddetli.<br />

bevl (A.) ‏[بول]‏ funduszeue.info 2.işeme.<br />

bevlî (A.) ‏[بولی]‏ idrar ile ilgili.<br />

bevliyye (A.) ‏[بوليه]‏ üroloji.<br />

bevvâb (A.) ‏[بواب]‏ kapıcı.<br />

bevvâbîn (A.) ‏[بوابين]‏ kapıcılar.<br />

53


ey’ (A.) ‏[بيع]‏ satış.<br />

beyâbân (F.) ‏[بيابان]‏ çöl.<br />

beyân (A.) ‏[بيان]‏ açıklama, ifade etme, dile getirme.<br />

beyân edilmek açıklanmak, dile getirilmek.<br />

beyân etmek açıklamak, dile getirmek.<br />

beyânât (A.) ‏[بيانات]‏ açıklamalar, demeç.<br />

beyânnâme (A.-F.) نامه]‏ ‏[بيان bildirge.<br />

beyâz (A.) ‏[بياض]‏ ak, beyaz.<br />

beyhûde (F.) ‏[بيهوده]‏ boş, boşuna.<br />

beyn (A.) ‏[بين]‏ ara, orta.<br />

beynelmilel (A.) الملل]‏ ‏[بين uluslararası.<br />

beyn-i (A.-F.) [ِ ‏[بين arasında, ortasında.<br />

beynülmilel (A.) الملل]‏ ‏[بين uluslararası.<br />

beyt (A.) ‏[بيت]‏ funduszeue.info funduszeue.info funduszeue.info<br />

beytâr (A.) ‏[بيطار]‏ veteriner.<br />

beytullah (A.) االله]‏ ‏[بيت Kâbe.<br />

beytûtet (A.) ‏[بيتوتت]‏ geceleme.<br />

beytülmal (A.) [ بيت المال ] hazine, maliye hazinesi.<br />

beyzâ (A.) ‏[بيضا]‏ bembeyaz, çok beyaz.<br />

beyze (A.) ‏[بيضه]‏ funduszeue.infoa. funduszeue.info<br />

beyzî (A.) ‏[بيضی]‏ oval.<br />

beze (F.) ‏[بزه]‏ 1.günah. funduszeue.infoç.<br />

bezekâr (F.) ‏[بزه کار]‏ 1.günahkar. funduszeue.infoçlu.<br />

54


ezir (A.) ‏[بذر]‏ tohum.<br />

bezirgân (F.) ‏[بازرگان]‏ tüccar.<br />

bezistân (A.-F.) ‏[بزستان]‏ bedesten.<br />

bezle (A.) ‏[بذله]‏ şaka, latife.<br />

bezlegû (A.-F.) گو]‏ ‏[بذله şakacı.<br />

bezm (F.) ‏[بزم]‏ 1.eğlence meclisi. 2.içki meclisi.<br />

bezmgâh (F.) ‏[بزمگاه]‏ eğlence yeri, eğlence meclisi.<br />

bezzaz (A.) ‏[بزبز]‏ manifaturacı, kumaşçı.<br />

bi’r (A.) ‏[بئر]‏ kuyu.<br />

bi’set (A.) ‏[بئثت]‏ gönderiliş, Hz. Muhammed’in peygamber olarak gönderilişi.<br />

bîaman (F.) امان]‏ ‏[بی amansız.<br />

bîâr (F.-A.) عار]‏ ‏[بی arsız.<br />

bîbahâ (F.) بها]‏ ‏[بی çok değerli, paha biçilmez.<br />

bîbedel (F.-A.) بدل]‏ ‏[بی eşsiz, benzersiz.<br />

bîbehre (F.) بهره]‏ ‏[بی nasipsiz.<br />

bîcâ (F.) ‏[بيجا]‏ yersiz.<br />

bîcan (F.) جان]‏ ‏[بی cansız.<br />

bîçâre (F.) ‏[بيچاره]‏ 1.çaresiz. funduszeue.infoı.<br />

bîçâregân (F.) ‏[بيچارگان]‏ 1.çaresizler. funduszeue.infoılar.<br />

bîçunuçirâ (F.) ‏[بی چون و چرا]‏ funduszeue.infouz sualsiz. funduszeue.infoı.<br />

bîd (F.) ‏[بيد]‏ söğüt.<br />

bid’at (A.) ‏[بدعت]‏ funduszeue.infoan ortaya çıkma. funduszeue.info yeni getirilmiş şey.<br />

bîdâd (F.) ‏[بيداد]‏ zulüm.<br />

55


îdâdger (F.) ‏[بيدادگر]‏ zalim.<br />

bîdâr (F.) ‏[بيدار]‏ uyanık.<br />

bîdârbaht (F.) ‏[بيداربخت]‏ talihli.<br />

bidâyet (A.) ‏[بدایت]‏ başlangıç.<br />

bidâyette (A.-T.) [d] başlangıçta.<br />

bîd-i mecnûn [ بيد مجنون ] salkımsöğüt.<br />

bîdil (F.) ‏[بيدل]‏ aşık.<br />

bîdin (F.-A.) دین]‏ ‏[بی dinsiz.<br />

bîedeb (F.-A.) ادب]‏ ‏[بی terbiyesiz, edepsiz.<br />

bîeman (F.) امان]‏ ‏[بی amansız.<br />

bîendişe (F.) اندیشه]‏ ‏[بی düşünmeyen, umursamayan.<br />

bîgâne (F.) ‏[بيگانه]‏ yabancı.<br />

bîgüman (F.) گمان]‏ ‏[بی kuşkusuz.<br />

bîgünah (F.) ‏[بی گناه]‏ 1.günahsız. funduszeue.infoçsuz.<br />

bîh (F.) ‏[بيخ]‏ kök.<br />

bîhaber (F.-A.) خبر]‏ ‏[بی habersiz.<br />

bîhadd (F.-A.) حد]‏ ‏[بی sınırsız.<br />

bihakkın (A.) ‏[بحق]‏ hakkıyla, hak ederek.<br />

bihamdillah (A.) ‏[بحمداالله]‏ Allah’a şükürler olsun.<br />

bihâr (A.) ‏[بحار]‏ denizler.<br />

bîhareket (F.-A.) حرکت]‏ ‏[بی hareketsiz.<br />

bîhâsıl (F.-A.) حاصل]‏ ‏[بی sonuçsuz.<br />

bîhayâ (F.-A.) حيا]‏ ‏[بی utanmaz, hayasız.<br />

56


îhayat (F.-A.) حيات]‏ ‏[بی cansız, yaşamayan.<br />

bihâzelemr (A.) [ الامر ‏[بهذا buna göre, bu durumda, böylelikle.<br />

bihbûd (F.) ‏[بهبود]‏ sağlık.<br />

bîhemtâ (F.) همتا]‏ ‏[بی benzersiz.<br />

bîhesâb (F.-A.) حساب]‏ ‏[بی hesapsız, sonsuz.<br />

bîhiss (F.-A.) حس]‏ ‏[بی hissiz, duygusuz.<br />

bihişt (F.) ‏[بهشت]‏ cennet.<br />

bîhod (F.) ‏[بيخود]‏ funduszeue.infoın. funduszeue.infoe olmama, kendinden geçme.<br />

bihter (F.) ‏[بهتر]‏ daha iyi.<br />

bîhude (F.) ‏[بيهده]‏ boşuna, beyhude.<br />

bîinsâf (F.-A.) انصاف]‏ ‏[بی insafsız.<br />

bîkâr (F.) ‏[بيکار]‏ 1.işsiz. funduszeue.info<br />

bîkarâr (F.-A.) قرار]‏ ‏[بی kararsız.<br />

bikr (A.) ‏[بکر]‏ funduszeue.info sürülmemiş. funduszeue.infoi, orijinal.<br />

bîl (F.) ‏[بيل]‏ bel.<br />

bilâd (A.) ‏[بلاد]‏ funduszeue.infoer. funduszeue.infoetler.<br />

bilâfâsıla (A.) ‏[بلافاصله]‏ aralıksız, kesintisiz.<br />

bilâhareket (A.) ‏[بلاحرکت]‏ hareketsiz, hareket etmeden.<br />

bilâhere (A.) ‏[بالآخره]‏ funduszeue.infoan. funduszeue.infoa, nihayet.<br />

bilâinkıtâ (A.) ‏[بلاانقطاع]‏ kesintisiz, aralıksız.<br />

bilâkayt (A.) ‏[بلاقيد]‏ kayıtsız şartsız, kesin.<br />

bilakis (A.) ‏[بالعکس]‏ aksine, tersine.<br />

bilâmâni’a (A.) ‏[بلامانعه]‏ engelsiz<br />

57


ilâmazeret (A.) ‏[بلامعذرت]‏ mazeretsiz, özür bildirmeksizin.<br />

bilâmerhamet (A.) ‏[بلامرحمت]‏ acımasızca.<br />

bilâmühlet (A.) ‏[بلامهلت]‏ zaman tanımadan, süre vermeden.<br />

bilâpervâ (A.-F.) ‏[بلاپروا]‏ korkusuzca.<br />

bilâşikâyet (A.) ‏[بلاشکایت]‏ şikayet etmeden.<br />

bilâte’ehhür (A.) ‏[بلاتأخر]‏ gecikmeden.<br />

bilâtefrik (A.) ‏[بلاتفریق]‏ hiçbir ayırım gözetmeksizin.<br />

bilâtehlike (A.) ‏[بلاتهلکه]‏ tehlikesizce.<br />

bilâteminat (A.) ‏[بلاتأمينات]‏ güvencesiz, teminatsız.<br />

bilâücret (A.) ‏[بلاأجرت]‏ parasız, ücretsiz.<br />

bilcümle (A.) ‏[بالجمله]‏ tümüyle.<br />

bilfarz (A.) ‏[بالفرض]‏ diyelim ki.<br />

bilfiil (A.) ‏[بالفعل]‏ gerçekten, yaparak, katılarak, bizzat.<br />

bilhassa (A.) ‏[بالخاصه]‏ özellikle, hele hele.<br />

biliktizâ (A.) ‏[بالاقتضا]‏ gerektiğinden.<br />

bililtizâm (A.) ‏[بالالتزام]‏ bilerek, bile bile.<br />

bilistifade (A.) ‏[بالاستفاده]‏ yararlanarak, istifade ederek.<br />

bilistihsâl (A.) ‏[بالاستحصال]‏ alarak, elde ederek.<br />

biliştirâk (A.) ‏[بالاشتراک]‏ katılarak.<br />

billûr (A.) ‏[بلور]‏ kristal.<br />

bilmecbûriye (A.) ‏[بالمجبئریه]‏ zorunlu olarak, mecburen.<br />

bilmukabele (A.) ‏[بالمقابله]‏ karşılığında, aynen, mukabele ederek, mukâbil olarak.<br />

bilmünâsebe (A.) ‏[بالمناسبه]‏ bir münasebetle, sırası geldiğinde.<br />

58


ilmünâvebe (A.) ‏[بالمناوبه]‏ dönüşümlü.<br />

bilmüzakere (A.) ‏[بالمذاکره]‏ görüşülerek.<br />

bilumum (A.) ‏[بالعموم]‏ tüm, bütün.<br />

bilvâsıta (A.) ‏[بالواسطه]‏ dolaylı olarak.<br />

bîm (F.) ‏[بيم]‏ korku.<br />

bîma’nâ (F.-A.) معنی]‏ ‏[بی anlamsız.<br />

bîmâr (F.) ‏[بيمار]‏ hasta.<br />

bîmârân (F.) ‏[بيماران]‏ hastalar.<br />

bîmecâl (F.-A.) مجال]‏ ‏[بی takatsiz, dermansız.<br />

bîmekân (F.-A.) ‏[بی مکان]‏ funduszeue.info funduszeue.info<br />

bîmerhamet (F.-A.) مرحمت]‏ ‏[بی acımasız.<br />

bîmeze (F.) مزه]‏ ‏[بی lezzetsiz, tatsız.<br />

bîmihr (F.) مهر]‏ ‏[بی sevgisiz, şefkatsiz.<br />

bîmisâl (F.-A.) مثال]‏ ‏[بی benzersiz.<br />

bîmuhâbâ (F.-A.) محابا]‏ ‏[بی çekinmeden.<br />

bîmübâlât (F.-A.) مبالات]‏ ‏[بی kayıtsız, umursamaz.<br />

bîmürüvvet (F.-A.) مروت]‏ ‏[بی mürüvvetsiz.<br />

bin (A.) ‏[بن]‏ oğul.<br />

binâ (A.) ‏[بناء]‏ yapı.<br />

bînâ (F.) ‏[بينا]‏ gören, iyi gören.<br />

binâberin (A.-F.) ‏[بنابرین]‏ bundan dolayı, buna dayanarak.<br />

binâen (A.) ‏[بناء]‏ dayanarak, göre.<br />

binâenaleyh (A.) عليه]‏ ‏[بناء bu yüzden, bundan dolayı.<br />

59


înâm (F.) ‏[بينام]‏ adsız, tanınmamış.<br />

bînamaz (F.) نماز]‏ ‏[بی beynamaz.<br />

bînasîb (F.-A.) نصيب]‏ ‏[بی nasipsiz, kısmetsiz.<br />

bînazîr (F.-A.) نظير]‏ ‏[بی benzersiz.<br />

bînemek (F.) نمک]‏ ‏[بی tuzsuz.<br />

bînevâ (F.) ‏[بينوا]‏ funduszeue.infoı. funduszeue.info<br />

bînî (F.) ‏[بينی]‏ burun.<br />

bînihaye (F.-A.) نهایه]‏ ‏[بی sonsuz, bitmez tükenmez.<br />

binnetice (A.) ‏[بالنتيجه]‏ sonuçta, sonuç olarak.<br />

binnisbe (A.) ‏[بالنسبه]‏ bir dereceye kadar, nispeten.<br />

bint (A.) ‏[بنت]‏ kız.<br />

bîpâyân (F.) پایان]‏ ‏[بی sonsuz.<br />

bîpervâ (F.) ‏[بی پروا]‏ funduszeue.infouz. 2.çekinmeden.<br />

bir gûna (T.-F.) [ ] hiçbir, herhangi bir.<br />

bir nevi (T.-A.) [ ] adeta, bir bakıma.<br />

birâder (F.) ‏[برادر]‏ erkek kardeş.<br />

bîrahm (F.-A.) رحم]‏ ‏[بی merhametsiz, acımasız.<br />

bîrayb (F.-A.) ریب]‏ ‏[بی kuşkusuz.<br />

birinc (F.) ‏[برنج]‏ pirinç.<br />

birişte (F.) ‏[برشته]‏ kavrulmuş.<br />

bîrûn (F.) ‏[بيرون]‏ 1.dış. 2.dışarı.<br />

biryân (F.) ‏[بریان]‏ kebap.<br />

bisât (A.) ‏[بساط]‏ yaygı.<br />

60


îsebat (F.-A.) ثبات]‏ ‏[بی dayanıksız.<br />

bîsebeb (F.-A.) سبب]‏ ‏[بی dayanıksız.<br />

bîser (F.) سر]‏ ‏[بی başsız.<br />

bîst (F.) ‏[بيست]‏ yirmi.<br />

bister (F.) ‏[بستر]‏ yatak.<br />

bîsûd (F.) سود]‏ ‏[بی yararsız.<br />

bisyâr (F.) ‏[بسيار]‏ çok.<br />

bîşe (F.) ‏[بيشه]‏ orman.<br />

bîşerm (F.) شرم]‏ ‏[بی orman.<br />

bîşuur (F.-A.) شعور]‏ ‏[بی bilinçsiz.<br />

bîşübhe (F.-A.) شبهه]‏ ‏[بی kuşkusuz, şüphesiz.<br />

bîşümâr (F.) شمار]‏ ‏[بی sayısız.<br />

bîtâb (F.-A.) ‏[بيتاب]‏ yorgun, takatsiz.<br />

bîtâb kalmak bitkin düşmek.<br />

bîtâbane (F.) ‏[بيتابانه]‏ bitkince.<br />

bitamâmihâ (A.) ‏[بتمامها]‏ tümüyle, tamamen.<br />

bîtaraf (F.-A.) طرف]‏ ‏[بی tarafsız.<br />

bîtarafâne (F.-A.) طرفانه]‏ ‏[بی tarafsızca, yan tutmadan.<br />

bittab’ (A.) ‏[بالطبع]‏ doğal olarak.<br />

bittafsîl (A.) ‏[بالتفصيل]‏ ayrıntılı olarak, uzun uzadıya.<br />

bittamâm (A.) ‏[بالتمام]‏ tümüyle.<br />

bîve (F.) ‏[بيوه]‏ dul.<br />

bîvefâ (F.-A.) وفا]‏ ‏[بی vefasız.<br />

61


îvezen (F.) زن]‏ ‏[بيوه dul kadın.<br />

bîzâr (F.) ‏[بيزار]‏ bıkmış, usanmış.<br />

bîzâr olmak bıkmak, usanmak.<br />

bizâtihi (A.) ‏[بذاته]‏ kendiliğinden.<br />

bizzarûre (A.) ‏[بالضروره]‏ zorunlu olarak.<br />

bostân (F.) ‏[بوستان]‏ bahçe.<br />

bû (F.) ‏[بو]‏ koku.<br />

bu’d (A.) ‏[بعد]‏ funduszeue.infoık. funduszeue.info<br />

bu’diyet (A.) ‏[بعدیت]‏ uzaklık, mesafe.<br />

bûd (F.) ‏[بود]‏ varlık.<br />

buğrâ (F.) ‏[بغرا]‏ turna.<br />

buhalâ (A.) ‏[بخلا]‏ cimriler.<br />

buhâr (A.) ‏[بخار]‏ buğu, buhar.<br />

buhl (A.) ‏[بخل]‏ cimrilik.<br />

buhrân (A.) ‏[بحران]‏ bunalım, kriz.<br />

buht (A.) ‏[بهت]‏ şaşkınlık.<br />

buhûr (F.) ‏[بخور]‏ tütsü.<br />

buhurdan (F.) ‏[بخوردان]‏ tütsülük, tütsü kabı.<br />

buk’a (A.) ‏,‏‎funduszeue.info‏[بقعه]‏ diyar. 2.ülke.<br />

buk’avî (A.) ‏[بقعوی]‏ yerel.<br />

bûm (F.) ‏[بوم]‏ funduszeue.info 2.ülke.<br />

bûm (F.) ‏[بوم]‏ baykuş.<br />

bûmehen (F.) ‏[بومهن]‏ deprem.<br />

62


undan mâada (T.-A.) [dan+m] bundan başka, bunun yanısıra.<br />

bûr (F.) ‏[بور]‏ kumral.<br />

burc (A.) ‏[برج]‏ funduszeue.infoç. 2.yıldız kümesi.<br />

burhan (A.) ‏[برهان]‏ kanıt, delil.<br />

bûriya (F.) ‏[بوریا]‏ hasır.<br />

burûc (A.) ‏[بروج]‏ burçlar.<br />

burûdet (A.) ‏[برودت]‏ soğukluk.<br />

bûs etmek öpmek.<br />

bûse (F.) ‏[بوسه]‏ öpücük.<br />

bûstân (F.) ‏[بوستان]‏ bahçe.<br />

bûte (F.) ‏[بوته]‏ 1.çalı çırpı. funduszeue.info<br />

bûtimar (F.) [ بوتي مار ] balıkçıl, botimar.<br />

butlân (A.) ‏[بطلان]‏ funduszeue.infoşluk, anlamsızlık. funduszeue.info<br />

butûn (A.) ‏[بطون]‏ funduszeue.infoınlar. funduszeue.infoşaklar, nesiller.<br />

bûy (F.) ‏[بوی]‏ koku.<br />

bûydâr (F.) ‏[بویدار]‏ kokulu.<br />

bûzîne (F.) ‏[بوزینه]‏ maymun.<br />

bühtân (A.) ‏[بهتان]‏ iftira.<br />

bühtân etmek iftira etmek.<br />

bükâ (A.) ‏[بکاء]‏ ağlama.<br />

bülaceb (A.) ‏[بوالعجب]‏ şaşılacak şey.<br />

büldân (A.) ‏[بلدان]‏ beldeler, diyarlar, ülkeler.<br />

büleğâ (A.) ‏[بلغاء]‏ belagat sahipleri.<br />

63


ülend (F.) ‏[بلند]‏ 1.yüksek. 2.yüce.<br />

bülendbâlâ (F.) ‏[بلندبالا]‏ uzun boylu.<br />

bülendpervâz (F.) ‏[بلندپرواز]‏ 1.yükseklerden uçan. 2.şerefli.<br />

bülheves (A.) ‏[بوالهوس]‏ maymun iştahlı.<br />

bülûğ (A.) ‏[بلوغ]‏ erginlik.<br />

bün (F.) ‏[بن]‏ 1.kök. funduszeue.info funduszeue.info<br />

bünyâd (F.) ‏[بنياد]‏ funduszeue.info, kök. funduszeue.infoı, bina.<br />

bünye (A.) ‏[بنيه]‏ yapı.<br />

bünyeviyat (A.) ‏[بنيویات]‏ bünye ile ilgili bilim dalı, morfoloji.<br />

bürdbâr (F.) ‏[بردبار]‏ sabırlı.<br />

bürde (A.) ‏[برده]‏ hırka.<br />

bürhân (A.) ‏[برهان]‏ kanıt.<br />

bürîde (F.) ‏[بریده]‏ kesik.<br />

bürka (A.) ‏[برقع]‏ peçe.<br />

bürnâ (F.) ‏[برنا]‏ genç.<br />

bürrân (F.) ‏[بران]‏ keskin.<br />

bürûdet (A.) ‏[برودت]‏ soğukluk.<br />

bürûz (A.) ‏[بروز]‏ ortaya çıkma.<br />

büstân (F.) ‏[بستان]‏ bahçe.<br />

büşrâ (A.) ‏[بشرا]‏ müjde.<br />

büt (F.) ‏[بت]‏ put.<br />

büthâne (F.) خانه]‏ ‏[بت puthane.<br />

bütperest (F.) پرست]‏ ‏[بت putperest, puta tapan.<br />

64


ütûn (A.) ‏[بطون]‏ funduszeue.infoınlar. funduszeue.infoşaklar, nesiller.<br />

büyût (A.) ‏[بيوت]‏ funduszeue.info funduszeue.infoer.<br />

büz (F.) ‏[بز]‏ keçi.<br />

büzdil (F.) ‏[بزدل]‏ ödlek.<br />

büzûr (A.) ‏[بذور]‏ tohumlar.<br />

büzürg (F.) ‏[بزرگ]‏ 1.büyük. funduszeue.info<br />

büzürgân (F.) ‏[بزرگان]‏ 1.büyükler. funduszeue.info<br />

büzürgzâde (F.) زاده]‏ ‏[بزرگ seçkin kişinin çocuğu, asilzade, kişizade.<br />

65


C<br />

câ (F.) ‏[جا]‏ funduszeue.info funduszeue.info funduszeue.info<br />

ca’l (A.) ‏[جعل]‏ yapma.<br />

ca’lî (A.) ‏[جعلی]‏ funduszeue.info, uydurma. funduszeue.info<br />

câbecâ (F.) ‏[جابجا]‏ yer yer.<br />

câbir (A.) ‏[جابر]‏ zorlayıcı.<br />

câdde (A.) ‏[جاده]‏ ana yol, cadde.<br />

câdû (F.) ‏[جادو]‏ 1.büyücü. funduszeue.infoı.<br />

câdûger (F.) ‏[جادوگر]‏ büyücü.<br />

câh (F.) ‏[جاه]‏ makam, mevki.<br />

câhid (A.) ‏[جاهد]‏ çalışıp çabalayan.<br />

câhil (A.) ‏[جاهل]‏ bilgisiz.<br />

câhilâne (A.-F.) ‏[جاهلانه]‏ cahilce.<br />

câiz (A.) ‏[جائز]‏ uygun.<br />

câize (A.) ‏[جائزه]‏ ödül.<br />

câlib (A.) [ الب ] ilginç, çekici.<br />

ج<br />

câlib -i dikkat [ جالب دقت ]dikkat çekici.<br />

câm (F.) ‏[جام]‏ funduszeue.info 2.şişe. funduszeue.info<br />

câme (F.) ‏[جامه]‏ giysi.<br />

66


câmedân (F.) دان]‏ ‏[جامه gardrop.<br />

câmegî (F.) ‏[جامگی]‏ funduszeue.info parası. funduszeue.infoçi.<br />

câmekan (F.) ‏[جامکان]‏ hamamda soyunma odası.<br />

nest...

çamaşır makinesi ses çıkarması topuz modelleri kapalı huawei hoparlör cızırtı hususi otomobil fiat doblo kurbağalıdere parkı ecele sitem melih gokcek jelibon 9 sınıf 2 dönem 2 yazılı almanca 150 rakı fiyatı 2020 parkour 2d en iyi uçlu kalem markası hangisi doğduğun gün ayın görüntüsü hey ram vasundhara das istanbul anadolu 20 icra dairesi iletişim silifke anamur otobüs grinin 50 tonu türkçe altyazılı bir peri masalı 6. bölüm izle sarayönü imsakiye hamile birinin ruyada bebek emzirdigini gormek eşkiya dünyaya hükümdar olmaz 29 bölüm atv emirgan sahili bordo bereli vs sat akbulut inşaat pendik satılık daire atlas park avm mağazalar bursa erenler hava durumu galleria avm kuaför bandırma edirne arası kaç km prof dr ali akyüz kimdir venom zehirli öfke türkçe dublaj izle 2018 indir a101 cafex kahve beyazlatıcı rize 3 asliye hukuk mahkemesi münazara hakkında bilgi 120 milyon doz diyanet mahrem açıklaması honda cr v modifiye aksesuarları ören örtur evleri iyi akşamlar elle abiye ayakkabı ekmek paparası nasıl yapılır tekirdağ çerkezköy 3 zırhlı tugay dört elle sarılmak anlamı sarayhan çiftehan otel bolu ocakbaşı iletişim kumaş ne ile yapışır başak kar maydonoz destesiyem mp3 indir eklips 3 in 1 fırça seti prof cüneyt özek istanbul kütahya yol güzergahı aski memnu soundtrack selçuk psikoloji taban puanları senfonilerle ilahiler adana mut otobüs gülben ergen hürrem rüyada sakız görmek diyanet pupui petek dinçöz mat ruj tenvin harfleri istanbul kocaeli haritası kolay starbucks kurabiyesi 10 sınıf polinom test pdf arçelik tezgah üstü su arıtma cihazı fiyatları şafi mezhebi cuma namazı nasıl kılınır ruhsal bozukluk için dua pvc iç kapı fiyatları işcep kartsız para çekme vga scart çevirici duyarsızlık sözleri samsung whatsapp konuşarak yazma palio şanzıman arızası